Hasılı, o hoca ayakyolunda sarhoşluktan halayığa saldırdı. Ne namusu kaldı, ne zahitliği!
حاصل اینجا این فقیه از بیخودی ** نه عفیفی ماندش و نه زاهدی
O huriden doğmuş güzelin üstüne atıldı. Ateşi o pamuğa düştü.
آن فقیه افتاد بر آن حورزاد ** آتش او اندر آن پنبه فتاد
Can, cana ulaştı bedenler dürülüp bükülmeye başladı. İkisi de başları kesilmiş iki kuş gibi çırpınıyorlardı.
جان به جان پیوست و قالبها چخید ** چون دو مرغ سربریده میطپید
Hocanın gönlünde ne şarap meclisi, ne padişah, ne aslan, ne haya, ne din, ne ürkeklik, ne de can korkusu kaldı.3960
چه سقایه چه ملک چه ارسلان ** چه حیا چه دین چه بیم و خوف جان
Gözü kızdı, bir şey görmez oldu. Burada zaten ne Hasan görünür göze, ne Hüseyin!
چشمشان افتاده اندر عین و غین ** نه حسن پیداست اینجا نه حسین
Hocanın meclise dönmesi gecikti. Padişahın bekleyişi de haddi aştı.
شد دراز و کو طریق بازگشت ** انتظار شاه هم از حد گذشت
Ne oluyor bir göreyim diye gitti. Oradaki kıyamet alametini gördü.
شاه آمد تا ببیند واقعه ** دید آنجا زلزلهی القارعه
Hoca, korkusundan hemen sıçrayıp meclise gitti, ateş gibi derhal şarap kadehini kaptı.
آن فقیه از بیم برجست و برفت ** سوی مجلس جام را بربود تفت
Padişah cehennem gibi kızmış gazaba gelmişti. O kötü işi işleyen hocanın da, kızın da kanına susamıştı.3965
شه چون دوزخ پر شرار و پر نکال ** تشنهی خون دو جفت بدفعال
Fakih padişahı hiddetli, gazaplı görünce kötü bir hale düştü, zehir kadehi gibi acı ve kanlı bir hale geldi.
چون فقیهش دید رخ پر خشم و قهر ** تلخ و خونی گشته همچون جام زهر
Sakiye, yahu acele et dedi, neye öyle sersem, sersem oturuyorsun? Çabuk padişahı neşelendir.
بانگ زد بر ساقیش که ای گرمدار ** چه نشستی خیره ده در طبعش آر
Padişah gülümsedi, ey ulu er dedi, hoşlandım, o kız senin olsun!
خنده آمد شاه را گفت ای کیا ** آمدم با طبع آن دختر ترا
Ben padişahım, benim işim adalettir, lütuftur. Ne yersem cömertliğim, sevgiliyi de onu verir.
پادشاهم کار من عدلست و داد ** زان خورم که یار را جودم بداد
Tatlı, tatlı içemediğim şeyi nasıl olur da sevgiliye verir, ona azık olarak sunarım?3970
آنچ آن را من ننوشم همچو نوش ** کی دهم در خورد یار و خویش و توش
Ben kendi hususi soframda ne yersem kullarıma da onu yediririm.
زان خورانم من غلامان را که من ** میخورم بر خوان خاص خویشتن
Pişmiş olsun, ham olsun… Ne yemek yersem kölelerime onu yedirir, onları o yemekle beslerim.
زان خورانم بندگان را از طعام ** که خورم من خود ز پخته یا ز خام
Kürkten, atlastan ne giyersem kölelerime de onu giydiririm, onlara köhne elbiseler giydirmem.
من چو پوشم از خز و اطلس لباس ** زان بپوشانم حشم را نه پلاس
Hüner sahibi Peygamberden utanırım. O “ Hizmetçinize siz ne giyiyorsanız onu giydirin” dedi.
شرم دارم از نبی ذو فنون ** البسوهم گفت مما تلبسون
Mustafa, evladı olan ümmetine “ Elinizin altındakilere yediğiniz şeyden yedirin” diye vasiyette bulundu.3975
مصطفی کرد این وصیت با بنون ** اطعموا الاذناب مما تاکلون
Başkalarını hoş bir hale getirdin, sabırla çevikleştirdin, sabra teşvik ettin.
دیگران را بس به طبع آوردهای ** در صبوری چست و راغب کردهای
Şimdi erlik göster de kendini de hoş bir hale getir. Sabır düşüncesine dalan aklını kendine kılavuz et.
هم به طبعآور بمردی خویش را ** پیشوا کن عقل صبراندیش را
Sabır kılavuzu, sana kanat olursa canın arş ve kürsünün ta yücesine çıkar.
چون قلاووزی صبرت پر شود ** جان به اوج عرش و کرسی بر شود
Mustafa’ya bak, sabrı Burak edindi de bu Burak, onu göklere çekti, çıkardı.
مصطفی بین که چو صبرش شد براق ** بر کشانیدش به بالای طباق
Şehzadelerin bu bahisten, bu maceradan sonra sevgililerine ve maksatlarına mümkün olduğu kadar yaklaşmak için Çin iline gitmeleri. Buluşma yolu kapalı olsa bile mümkün olduğu kadar maksada yaklaşmak, iyi bir şeydir.
روان گشتن شاهزادگان بعد از تمام بحث و ماجرا به جانب ولایت چین سوی معشوق و مقصود تا به قدر امکان به مقصود نزدیکتر باشند اگر چه راه وصل مسدودست به قدر امکان نزدیکتر شدن محمودست الی آخره
Bu sözleri söyleyip derhal yürüdüler. İşte dostum ne olduysa da o vakit odu.3980
این بگفتند و روان گشتند زود ** هر چه بود ای یار من آن لحظه بود
Sabrı seçtiler, doğrulardan oldular. Ondan sonra Çin şehirlerine doğru yürüdüler.
صبر بگزیدند و صدیقین شدند ** بعد از آن سوی بلاد چین شدند