- Birbirlerine bir şey bildirirken aralarında kendilerine ait ıstılahlar vardı.
- اصطلاحاتی میان همدگر ** داشتندی بهر ایراد خبر
- Alelade halk da bu kuşdilinin bir kısmını bellemiştir de şatafatlar satmışlar, ululuklar etmeye kalkışmışlardır. 4010
- زین لسان الطیر عام آموختند ** طمطراق و سروری اندوختند
- Fakat onların sözü, kuşların seslerinin suretinden ibarettir. Ham kişi kuşların ahvalinden gafildir.
- صورت آواز مرغست آن کلام ** غافلست از حال مرغان مرد خام
- Nerede bir Süleyman ki kuşdilini anlasın. Şeytan da saltanat sürer ama Süleyman değildir ki.
- کو سلیمانی که داند لحن طیر ** دیو گرچه ملک گیرد هست غیر
- Şeytan, Süleyman’a benzer, tahta oturur, hile bilgisi vardır, fakat “ Biz ona kuşdilini öğrettik” sırrına mazhar değildir ki.
- دیو بر شبه سلیمان کرد ایست ** علم مکرش هست و علمناش نیست
- Süleyman, Tanrı’dan muştuluklara nail olmuştu da bu yüzden “ Biz ona kuşdili öğrettik” sırrına erişmişti.
- چون سلیمان از خدا بشاش بود ** منطق الطیری ز علمناش بود
- Sen “ Min ledün” kuşlarını görmemişsin. Artık o hava kuşlarına bak da onlardan anla. 4015
- تو از آن مرغ هوایی فهم کن ** که ندیدستی طیور من لدن
- Simurgların yeri, Kaf dağıdır. Her hayal oraya el atamaz.
- جای سیمرغان بود آن سوی قاف ** هر خیالی را نباشد دستباف
- Ancak o birleşmeyi gören hayal, o makamı görür. Gördükten sonra da yine araya ayrılık düşer.
- جز خیالی را که دید آن اتفاق ** آنگهش بعدالعیان افتد فراق
- Fakat işi tamamıyla kesen ayrılık değildir bu. Bu iş, bu makam her türlü ayrılıktan emindir.
- نه فراق قطع بهر مصلحت ** که آمنست از هر فراق آن منقبت
- Ruha mensup olan o kalıbın baki kalması için güneş, bir an kendisini kardan çeker.
- بهر استبقاء آن روحی جسد ** آفتاب از برف یکدم درکشد
- Sen onlardan kendi canın için bir düzenlik ara; onların sözlerinden ıstılah çalmaya kalkışma. 4020
- بهر جان خویش جو زیشان صلاح ** هین مدزد از حرف ایشان اصطلاح
- Zeliha’ da çöreotundan öd ağacına kadar her şeyin adını Yusuf takmıştı.
- آن زلیخا از سپندان تا به عود ** نام جمله چیز یوسف کرده بود
- Onun adını gizli bir surette yazmış, mahremlerine o sırrı bildirmişti.
- نام او در نامها مکتوم کرد ** محرمان را سر آن معلوم کرد
- Mum, ateşten yumuşadı dese bu söz, o sevgili bize alıştı, sevdalandı demekti.
- چون بگفتی موم ز آتش نرم شد ** این بدی کان یار با ما گرم شد
- Ay doğdu, bakın dese, yahut söğüt ağacı yeşerdi diye bir söz söylese...
- ور بگفتی مه برآمد بنگرید ** ور بگفتی سبز شد آن شاخ بید
- Yapraklar ne güzel oynamakta; çöreotu ne hoş yanıyor… 4025
- ور بگفتی برگها خوش میطپند ** ور بگفتی خوش همیسوزد سپند
- Gül, bülbülle sırrını söyledi; padişah, sevgilisine sır söyledi…
- ور بگفتی گل به بلبل راز گفت ** ور بگفتی شه سر شهناز گفت
- Bahtımız ne de kutlu; yaygıları döşeyin…
- ور بگفتی چه همایونست بخت ** ور بگفتی که بر افشانید رخت
- Saka su getirdi; güneş doğdu…
- ور بگفتی که سقا آورد آب ** ور بگفتی که بر آمد آفتاب
- Dün gece bir tencere kaynattılar; içindekiler güzelce pişti, helmelendi…
- ور بگفتی دوش دیگی پختهاند ** یا حوایج از پزش یک لختهاند
- Ekmekler tuzsuz; felek, aksine dönmede… 4030
- ور بگفتی هست نانها بینمک ** ور بگفتی عکس میگردد فلک
- Başım ağrıyor; başımın ağrısı geçti gibi bir şey söylese hep başka şey kastederdi.
- ور بگفتی که به درد آمد سرم ** ور بگفتی درد سر شد خوشترم
- Birini övse onu över, birinden şikayetlense onun ayrılığını anlatmış olurdu.
- گر ستودی اعتناق او بدی ** ور نکوهیدی فراق او بدی
- Yüz binlerce ad söylese maksadı, dileği hep Yusuf’tu.
- صد هزاران نام گر بر هم زدی ** قصد او و خواه او یوسف بدی