English    Türkçe    فارسی   

6
408-432

  • İki iş arasında tereddütte kalıyoruz. Hiç ihtiyarımız olmasa bu tereddüt olur mu?
  • در تردد مانده‌ایم اندر دو کار  ** این تردد کی بود بی‌اختیار 
  • İki eli, iki ayağı bağlı olan adam bunu mu yapsam onu mu, der mi?
  • این کنم یا آن کنم او کی گود  ** که دو دست و پای او بسته بود 
  • Denize mi dalsam, yücelere mi uçsam diye hiç tereddüde düşer mi? 410
  • هیچ باشد این تردد بر سرم  ** که روم در بحر یا بالا پرم 
  • Musul’a mı gitsem, yoksa büyü öğrenmek için Babil’e mi diye düşüncelere kapılır mı?
  • این تردد هست که موصل روم  ** یا برای سحر تا بابل روم 
  • Şu halde tereddüt, bir kudrete delâlet eder. Böyle olmasa tereddüde düşenin bıyığına gülerler.
  • پس تردد را بباید قدرتی  ** ورنه آن خنده بود بر سبلتی 
  • Yiğidim, kadere az bahane bul! Nasıl oluyor da suçunu başkalarına yükletiyorsun?
  • بر قضا کم نه بهانه ای جوان  ** جرم خود را چون نهی بر دیگران 
  • Zeyd, kana girsin, cezasını Amr çeksin... Amr, şarap içsin, Ahmet dayak yesin, bu olur mu?
  • خون کند زید و قصاص او به عمر  ** می خورد عمرو و بر احمد حد خمر 
  • Kendi etrafında dolan, kendi suçunu gör. Hareketi güneşten bil, gölgeden bilme. 415
  • گرد خود برگرد و جرم خود ببین  ** جنبش از خود بین و از سایه مبین 
  • Bir beyin bile ceza vermesi yanlış olmuyor, o gözü açık er, düşmanı biliyor.
  • که نخواهد شد غلط پاداش میر  ** خصم را می‌داند آن میر بصیر 
  • Bal şerbeti içersen başkasına humma gelmiyor. Gündüzün çalışıyorsun, akşamleyin ücretini başkası almıyor.
  • چون عسل خوردی نیامد تب به غیر  ** مزد روز تو نیامد شب به غیر 
  • Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin?
  • در چه کردی جهد کان وا تو نگشت  ** تو چه کاریدی که نامد ریع کشت 
  • Canından, teninden doğan işin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar.
  • فعل تو که زاید از جان و تنت  ** هم‌چو فرزندت بگیرد دامنت 
  • Yaptığın işe gayb âleminden bir suret verirler. Hırsızlık için darağacı kurmuyorlar mı? 420
  • فعل را در غیب صورت می‌کنند  ** فعل دزدی را نه داری می‌زنند 
  • Darağacı hırsızlığa benzemez ama gaypları bilen Allah’nın meydana getirdiği bir örnektir.
  • دار کی ماند به دزدی لیک آن  ** هست تصویر خدای غیب‌دان 
  • Allah, şahsın gönlüne, adalet için şöyle bir suret düz diye ilhamda bulunur.
  • در دل شحنه چو حق الهام داد  ** که چنین صورت بساز از بهر داد 
  • Sen de bilir, anlarsın ki bu, bu işin karşılığı. Yoksa adalet sahibi olan Allah takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl olur da verir?
  • تا تو عالم باشی و عادل قضا  ** نامناسب چون دهد داد و سزا 
  • Hâkim bile bunu seçer, bu çeşit hareket ederken bu hâkimlerin en doğru ve adaletli hüküm vereni olan Allah, nasıl hükmeder? Düşün artık.
  • چونک حاکم این کند اندر گزین  ** چون کند حکم احکم این حاکمین 
  • Arpa ektin mi, arpadan başka bir şey bitmez. Borcu sen verdin kimden rehin istiyorsun ki? 425
  • چون بکاری جو نروید غیر جو  ** قرض تو کردی ز که خواهد گرو 
  • Suçunu başkasına yükleme. Aklını yaptığın işin cezasına ver, kulağını o yana aç...
  • جرم خود را بر کسی دیگر منه  ** هوش و گوش خود بدین پاداش ده 
  • Suçu kendine bul, tohumu sen ektin. Allah’nın mücazatıyla, adaletiyle uzlaş.
  • جرم بر خود نه که تو خود کاشتی  ** با جزا و عدل حق کن آشتی 
  • Zahmetin sebebi kötülük etmektir. Kötülüğü yaptığın işlerde gör, talihimden deme.
  • رنج را باشد سبب بد کردنی  ** بد ز فعل خود شناس از بخت نی 
  • Talihe bakış insanı şaşı eder.Köpeği samanlıkta uyutur, tembel bir hale sokar.
  • آن نظر در بخت چشم احوال کند  ** کلب را کهدانی و کاهل کند 
  • Civanım kendi nefsini suçlu bul da adaletin verdiği cezayı az kına. 430
  • متهم کن نفس خود را ای فتی  ** متهم کم کن جزای عدل را 
  • Ercesine tövbe et, yola baş koy. “Kim bir zerre kadar iyilik, yahut kötülük etse mükâfat ve mücazatını görür.”
  • توبه کن مردانه سر آور به ره  ** که فمن یعمل بمثقال یره 
  • Nefsin afsununa az aldan, Allah güneşi, bir zerreyi bile örtüp kaybetmez.
  • در فسون نفس کم شو غره‌ای  ** که آفتاب حق نپوشد ذره‌ای