English    Türkçe    فارسی   

6
4180-4204

  • Tanrı, kullarıyla beraber olduğunu anlattı, sonra da bu sırrı gönlün aksetsin, bununla kanaat etmesin, bu sırrı araştırsın diye gönülü mühürledi. 4180
  • حق معیت گفت و دل را مهر کرد  ** تا که عکس آید به گوش دل نه طرد 
  • Gönül seferlere düştü yollar aştı… Ondan sonra gönüldeki mührü açtı.
  • چون سفرها کرد و داد راه داد  ** بعد از آن مهر از دل او بر گشاد 
  • Hesaptaki iki yanlış gibi hani. O iki yanlıştan sonra hesap aydınlanır, doğrulur ya, tıpkı onun gibi.
  • چون خطایین آن حساب با صفا  ** گرددش روشن ز بعد دو خطا 
  • Fakat seferden sonra der ki: Bu beraberliği bilseydim hiç onu arar mıydım?
  • بعد از آن گوید اگر دانستمی  ** این معیت را کی او را جستمی 
  • İyi ama onu anlamak sefere bağlıdır. O anlayış keskin fikirlerle elde edilmez ki.
  • دانش آن بود موقوف سفر  ** ناید آن دانش به تیزی فکر 
  • Hani Şeyh’in borcunun verilmesi de o çocuğun ağlamasına bağlıydı ya. 4185
  • آنچنان که وجه وام شیخ بود  ** بسته و موقوف گریه‌ی آن وجود 
  • Helvacı çocuk, zarı, zarı ağladı da o ulular Şeyhinin borcunu ödediler.
  • کودک حلواییی بگریست زار  ** توخته شد وام آن شیخ کبار 
  • Bu manevi hikaye, bundan önce “Mesnevi” içinde söylendi.
  • گفته شد آن داستان معنوی  ** پیش ازین اندر خلال مثنوی 
  • Ondan başka bir yerden tamah etmeyesin diye bir yerden gönlüne bir korkudur düşer.
  • در دلت خوف افکند از موضعی  ** تا نباشد غیر آنت مطمعی 
  • Fakat bu tamaha bir başka fayda verir; o muradın başka bir kimseden meydana gelir.
  • در طمع فایده‌ی دیگر نهد  ** وآن مرادت از کسی دیگر دهد 
  • Ey bir yere sıkıca bağlanan, maksadını oradan uman, o yüce ağaçtan meyve elde edeyim diyen! 4190
  • ای طمع در بسته در یک جای سخت  ** که آیدم میوه از آن عالی‌درخت 
  • O maksadın, oradan olmaz da Tanrı onu başka bir yerden verir.
  • آن طمع زان جا نخواهد شد وفا  ** بل ز جای دیگر آید آن عطا 
  • Peki… O şeyi sana umduğun taraftan vermeyecekti de neden o tamahı sana verdi?
  • آن طمع را پس چرا در تو نهاد  ** چون نخواستت زان طرف آن چیز داد 
  • Gönlüne bir hayret gelsin diye; bir hikmet bir kudret göstermek için.
  • از برای حکمتی و صنعتی  ** نیز تا باشد دلت در حیرتی 
  • Ey fayda dileyen! Muradım acaba nereden meydana gelecek diye gönlün hayran olsun diye.
  • تا دلت حیران بود ای مستفید  ** که مرادم از کجا خواهد رسد 
  • Bu suretle kendi aczini, bilgisizliğini bilirsin de gayba olan inanın büsbütün fazlalaşır. 4195
  • تا بدانی عجز خویش و جهل خویش  ** تا شود ایقان تو در غیب بیش 
  • Gönlüm de menfaat gelecek yerde hayrete düşer. Acaba bu tamahtan bu ümitten ne hasıl olacak dersin.
  • هم دلت حیران بود در منتجع  ** که چه رویاند مصرف زین طمع 
  • Terzilikten rızık umarsın, sağ oldukça terzilikle geçinir giderim dersin.
  • طمع داری روزیی در درزیی  ** تا ز خیاطی بی زر تا زیی 
  • Derken rızkın kuyumculuktan meydana geliverir. Halbuki o vehmine bile gelmemişti senin.
  • رزق تو در زرگری آرد پدید  ** که ز وهمت بود آن مکسب بعید 
  • Peki, o rızık oradan meydana gelmeyecekti de terziliğe tamahın nedendi?
  • پس طمع در درزیی بهر چه بود  ** چون نخواست آن رزق زان جانب گشود 
  • Tanrı bilgisindeki eşsiz, örneksiz bir hikmet yüzündendi. Tanrı, onu ezelde öyle yazmıştı. 4200
  • بهر نادر حکمتی در علم حق  ** که نبشت آن حکم را در ما سبق 
  • Düşüncen şaşırsın, bütün hünerin, işin gücün hayranlıktan ibaret olsun diye Tanrı bu hikmeti halk etti.
  • نیز تا حیران بود اندیشه‌ات  ** تا که حیرانی بود کل پیشه‌ات 
  • Acaba sevgilinin vuslatına bu çalışmasıyla mı ererim, yoksa bedeni çalışmam olmaksızın başka bir yoldan mı sevgiliye ulaşırım?
  • یا وصال یار زین سعیم رسد  ** یا ز راهی خارج از سعی جسد 
  • Maksadıma bu yoldan erişeceğim demem. Yalnız bakalım, isteğim nereden meydana gelecek diye çırpınır dururum;
  • من نگویم زین طریق آید مراد  ** می‌طپم تا از کجا خواهد گشاد 
  • Başı kesilmiş kuş, can bedeninden nerede kurtulacak diye her yana koşar çırpınır , çırpınır ya.
  • سربریده مرغ هر سو می‌فتد  ** تا کدامین سو رهد جان از جسد