English    Türkçe    فارسی   

6
4211-4235

  • Dedi ki: Yarabbi mal, mülk ekmek azık verdin, hepsi gitti. Ya lütfet bir geçim ver, yahut da ölümümü yolla.
  • گفت یا رب برگ دادی رفت برگ  ** یا بده برگی و یا بفرست مرگ 
  • Gönlünden her şey boşalınca yarabbi, yarabbi demeye koyuldu. “Rabbim beni kurtar, bana yardım et” demeye başladı.
  • چون تهی شد یاد حق آغاز کرد  ** یا رب و یا رب اجرنی ساز کرد 
  • Peygamber “İnanan, kamışa benzer” demiştir. İçi boş olunca feryat eder.
  • چون پیمبر گفته مومن مزهرست  ** در زمان خالیی ناله گرست 
  • Fakat kamışın içi dolu oldu mu çalgıcı onu elinden atar. Sakın dolu olma. Onun elinden gelen zarar da hoştur.
  • چون شود پر مطربش بنهد ز دست  ** پر مشو که آسیب دست او خوشست 
  • Boş ol da Tanrı’nın iki parmağı arasında hoş bir hale gel. Çünkü bütün alem yokluk şarabından sarhoştur. 4215
  • تی شو و خوش باش بین اصبعین  ** کز می لا این سرمستست این 
  • O mirasyedinin de azgınlığı gitti, gözlerinden yaş boşandı. Gözyaşları, din mahsulüne su verdi.
  • رفت طغیان آب از چشمش گشاد  ** آب چشمش زرع دین را آب داد 
  • Müminin duasının geç kabul edilmesindeki sebep
  • سبب تاخیر اجابت دعای مومن 
  • Nice ihlas sahibi vardır ki ağlar, sızlar, dua eder. Duasındaki ihlas dumanı da göğe kadar gider.
  • ای بسا مخلص که نالد در دعا  ** تا رود دود خلوصش بر سما 
  • Suçluların sızlanmasından bir öd ağacı kokusu, bu güzelim gök kubbenin ta yücelerine kadar varır.
  • تا رود بالای این سقف برین  ** بوی مجمر از انین المذنبین 
  • Bunun üzerine melekler Tanrı’ya sızlanmaya başlarlar: Ey her duayı kabul eden, ey sığınılan Tanrı!
  • پس ملایک با خدا نالند زار  ** کای مجیب هر دعا وی مستجار 
  • Mümin kulun yalvarmada. Onun senden başka dayandığı yok. 4220
  • بنده‌ی مومن تضرع می‌کند  ** او نمی‌داند به جز تو مستند 
  • Sen yabancılara bile ihsanda bulunursun. Her iştah sahibi, dileğini senden diler.
  • تو عطا بیگانگان را می‌دهی  ** از تو دارد آرزو هر مشتهی 
  • Tanrı buyurur ki: bu onu horlamak için değil. Ona geç ihsan etmem, onun faydasınadır.
  • حق بفرماید که نه از خواری اوست  ** عین تاخیر عطا یاری اوست 
  • İhtiyacı onu gafletten ayılttı, bana çevirdi; saçından tuttu, çeke, çeke benim tarafıma getirdi.
  • حاجت آوردش ز غفلت سوی من  ** آن کشیدش مو کشان در کوی من 
  • Dileğini verirsem yine döner, o oyuncağa kapılır gaflete gark olur gider.
  • گر بر آرم حاجتش او وا رود  ** هم در آن بازیچه مستغرق شود 
  • Gerçi ey sığınılan en düşkünlere yardım eden Tanrı diye gönlü kırık, perişan bir halde ağlayıp sızlanmada ama ko ağlasın, sızlasın. 4225
  • گرچه می‌نالد به جان یا مستجار  ** دل شکسته سینه‌خسته گو بزار 
  • Bana onun sesi hoş gelmede. O yarabbi demesi, sırlarını söylemesi hoşuma gidiyor.
  • خوش همی‌آید مرا آواز او  ** وآن خدایا گفتن و آن راز او 
  • Yalvararak başından geçenleri anlatarak beni her çeşit aldatmada.
  • وانک اندر لابه و در ماجرا  ** می‌فریباند بهر نوعی مرا 
  • Dudu kuşlarıyla bülbülleri, seslerinin güzelliği yüzünden kafese koyarlar.
  • طوطیان و بلبلان را از پسند  ** از خوش آوازی قفس در می‌کنند 
  • Fakat kuzgunla baykuşu hiç kafese korlar mı? Böyle bir şey hiç işitilmemiştir.
  • زاغ را و چغد را اندر قفس  ** کی کنند این خود نیامد در قصص 
  • Güzel seven bir ekmekçinin yanına iki kişi gelse, bir tanesi ihtiyar, bir tanesi de güzel bir delikanlı olsa. 4230
  • پیش شاهد باز چون آید دو تن  ** آن یکی کمپیر و دیگر خوش‌ذقن 
  • İkisi de ekmek isteseler ekmekçi hemen bir somun kapıp al der, ihtiyara verir.
  • هر دو نان خواهند او زوتر فطیر  ** آرد و کمپیر را گوید که گیر 
  • Öbür boyu boyu güzel olana hemencecik ekmek verir mi? Onu geciktirir.
  • وآن دگر را که خوشستش قد و خد  ** کی دهد نان بل به تاخیر افکند 
  • Der ki: bir zamancağız bekle hele. Evde taze ekmek pişiriyorlar.
  • گویدش بنشین زمانی بی‌گزند  ** که به خانه نان تازه می‌پزند 
  • O sıcak ekmek bir müddet sonra gelse bile yine hele otur der, helva da gelecek şimdi.
  • چون رسد آن نان گرمش بعد کد  ** گویدش بنشین که حلوا می‌رسد 
  • Böyle , böyle onu geciktirir, oyalar gizli bir yoldan avlamaya başlar. 4235
  • هم برین فن داردارش می‌کند  ** وز ره پنهان شکارش می‌کند