English    Türkçe    فارسی   

6
4219-4243

  • Bunun üzerine melekler Tanrı’ya sızlanmaya başlarlar: Ey her duayı kabul eden, ey sığınılan Tanrı!
  • پس ملایک با خدا نالند زار  ** کای مجیب هر دعا وی مستجار 
  • Mümin kulun yalvarmada. Onun senden başka dayandığı yok. 4220
  • بنده‌ی مومن تضرع می‌کند  ** او نمی‌داند به جز تو مستند 
  • Sen yabancılara bile ihsanda bulunursun. Her iştah sahibi, dileğini senden diler.
  • تو عطا بیگانگان را می‌دهی  ** از تو دارد آرزو هر مشتهی 
  • Tanrı buyurur ki: bu onu horlamak için değil. Ona geç ihsan etmem, onun faydasınadır.
  • حق بفرماید که نه از خواری اوست  ** عین تاخیر عطا یاری اوست 
  • İhtiyacı onu gafletten ayılttı, bana çevirdi; saçından tuttu, çeke, çeke benim tarafıma getirdi.
  • حاجت آوردش ز غفلت سوی من  ** آن کشیدش مو کشان در کوی من 
  • Dileğini verirsem yine döner, o oyuncağa kapılır gaflete gark olur gider.
  • گر بر آرم حاجتش او وا رود  ** هم در آن بازیچه مستغرق شود 
  • Gerçi ey sığınılan en düşkünlere yardım eden Tanrı diye gönlü kırık, perişan bir halde ağlayıp sızlanmada ama ko ağlasın, sızlasın. 4225
  • گرچه می‌نالد به جان یا مستجار  ** دل شکسته سینه‌خسته گو بزار 
  • Bana onun sesi hoş gelmede. O yarabbi demesi, sırlarını söylemesi hoşuma gidiyor.
  • خوش همی‌آید مرا آواز او  ** وآن خدایا گفتن و آن راز او 
  • Yalvararak başından geçenleri anlatarak beni her çeşit aldatmada.
  • وانک اندر لابه و در ماجرا  ** می‌فریباند بهر نوعی مرا 
  • Dudu kuşlarıyla bülbülleri, seslerinin güzelliği yüzünden kafese koyarlar.
  • طوطیان و بلبلان را از پسند  ** از خوش آوازی قفس در می‌کنند 
  • Fakat kuzgunla baykuşu hiç kafese korlar mı? Böyle bir şey hiç işitilmemiştir.
  • زاغ را و چغد را اندر قفس  ** کی کنند این خود نیامد در قصص 
  • Güzel seven bir ekmekçinin yanına iki kişi gelse, bir tanesi ihtiyar, bir tanesi de güzel bir delikanlı olsa. 4230
  • پیش شاهد باز چون آید دو تن  ** آن یکی کمپیر و دیگر خوش‌ذقن 
  • İkisi de ekmek isteseler ekmekçi hemen bir somun kapıp al der, ihtiyara verir.
  • هر دو نان خواهند او زوتر فطیر  ** آرد و کمپیر را گوید که گیر 
  • Öbür boyu boyu güzel olana hemencecik ekmek verir mi? Onu geciktirir.
  • وآن دگر را که خوشستش قد و خد  ** کی دهد نان بل به تاخیر افکند 
  • Der ki: bir zamancağız bekle hele. Evde taze ekmek pişiriyorlar.
  • گویدش بنشین زمانی بی‌گزند  ** که به خانه نان تازه می‌پزند 
  • O sıcak ekmek bir müddet sonra gelse bile yine hele otur der, helva da gelecek şimdi.
  • چون رسد آن نان گرمش بعد کد  ** گویدش بنشین که حلوا می‌رسد 
  • Böyle , böyle onu geciktirir, oyalar gizli bir yoldan avlamaya başlar. 4235
  • هم برین فن داردارش می‌کند  ** وز ره پنهان شکارش می‌کند 
  • Benim seninle bir müddet işim var. Ey dünya güzeli, bekle hele der.
  • که مرا کاریست با تو یک زمان  ** منتظر می‌باش ای خوب جهان 
  • İşte müminlerin, iyiden, kötüden bir murada hemencecik nail olamamaları iyice bil ki bu yüzdendir.
  • بی‌مرادی مومنان از نیک و بد  ** تو یقین می‌دان که بهر این بود 
  • Rüyasında “Mısır’da define var” dedikleri adamın Tanrı tapısında yoksulluktan sızıldanması
  • رجوع کردن به قصه‌ی آن شخص کی به او گنج نشان دادند به مصر و بیان تضرع او از درویشی به حضرت حق 
  • Mirasyedi, mirası yiyip bitirdi. Yoksullaştı, yarabbi demeye, ağlayıp sızlanmaya başladı.
  • مرد میراثی چو خورد و شد فقیر  ** آمد اندر یا رب و گریه و نفیر 
  • Zaten rahmetler saçan bu kapıyı kim dövdü de Tanrı icabet etmedi; bu kapı açılıp ona yüzlerce bahar saçılmıştı?
  • خود کی کوبد این در رحمت‌نثار  ** که نیابد در اجابت صد بهار 
  • Rüya gördü bir hatif ona dedi ki: Sen, Mısır’da zengin olacaksın. 4240
  • خواب دید او هاتفی گفت او شنید  ** که غنای تو به مصر آید پدید 
  • Yürü Mısır’a git. İşin orada düzelecek. Tanrı niyazını kabul etti. O ricaları kabul eden Tanrıdır.
  • رو به مصر آنجا شود کار تو راست  ** کرد کدیت را قبول او مرتجاست 
  • Falan yerde büyük bir define var. onun için ta Mısır’a kadar gitmen gerek.
  • در فلان موضع یکی گنجی است زفت  ** در پی آن بایدت تا مصر رفت 
  • Ey köhne adam durmadan hemencecik Bağdat’tan kalk, Mısır’a şeker kamışlığına kadar git!
  • بی‌درنگی هین ز بغداد ای نژند  ** رو به سوی مصر و منبت‌گاه قند