- Neden onların yalanlarına kanıyorsunuz, yahut neden onlardan rüşvet alıyorsunuz? 4260
- عشوهشان را از چه رو باور کنید ** یا چرا زیشان قبول زر کنید
- Hırsızlara ve her menhus adama acımak, zayıfları vurmak ve onlara merhamet etmektir.
- رحم بر دزدان و هر منحوسدست ** بر ضعیفان ضربت و بیرحمیست
- Kendine gel de bu sıkıntı yüzünden öc almadan vazgeçme. O sıkıntıya, o eziyete pek bakma da umumi sıkıntıyı, umumi eziyeti gör.
- هین ز رنج خاص مسکل ز انتقام ** رنج او کم بین ببین تو رنج عام
- Şerri defetmek için ısırılan parmağı kes at. Bedeninin helak olacağına, zulme uğrayacağına bak.
- اصبع ملدوغ بر در دفع شر ** در تعدی و هلاک تن نگر
- Tesadüf bu ya; o günlerde hırsızlar pek çoğalmıştı. Pişkin, ham bir çok hırsız belirmişti.
- اتفاقا اندر آن ایام دزد ** گشته بود انبوه پخته و خام دزد
- İşte bekçi, o adamı böyle bir zamanda yakalamış sayısız kötek atmış, sopayla iyice dövmüştü. 4265
- در چنین وقتش بدید و سخت زد ** چوبها و زخمهای بیعدد
- O yoksul dövme doğruyu söyleyeceğim diye bar bar bağırmaya başlamıştı.
- نعره و فریاد زان درویش خاست ** که مزن تا من بگویم حال راست
- Bekçi dedi ki: Peki mühlet verdim, söyle. Neden geceleyin sokağa çıktın?
- گفت اینک دادمت مهلت بگو ** تا به شب چون آمدی بیرون به کو
- Sen buralı değilsin, yabancısın, belli. Doğru söyle, ne hileye çattın bakalım?
- تو نهای زینجا غریب و منکری ** راستی گو تا بچه مکر اندری
- Divan ehli, bekçiyi kınamışlar, neden hırsızlar bu zaman çoğaldılar?
- اهل دیوان بر عسس طعنه زدند ** که چرا دزدان کنون انبه شدند
- Bu çokluk senin ve senin gibilerin yüzünden. Önce çirkin ve pis arkadaşlarını göster. 4270
- انبهی از تست و از امثال تست ** وا نما یاران زشتت را نخست
- Yoksa hepsinin öcünü senden alırız. Bu suretle her mal sahibinin altını da emin olsun demişlerdi.
- ورنه کین جمله را از تو کشم ** تا شود آمن زر هر محتشم
- Adam ağız dolusu yeminlerden sonra ben ne ev yakan birisiyim, ne yankesici.
- گفت او از بعد سوگندان پر ** که نیم من خانهسوز و کیسهبر
- Ben ne hırsızım, ne zalim. Ben Mısır’da garip bir Bağdatlıyım dedi.
- من نه مرد دزدی و بیدادیم ** من غریب مصرم و بغدادیم
- ”Yalan insana şüphe verir, doğruysa inanç” hadisi
- بیان این خبر کی الکذب ریبة والصدق طمانینة
- Rüyasını, rüyada hatifin kendisine bir define haber verdiğini söyledi. Bekçinin gönlü rahatlaştı, adamın doğru söylediğini anladı.
- قصهی آن خواب و گنج زر بگفت ** پس ز صدق او دل آن کس شکفت
- Yemininden doğruluk kokusu gelmekteydi. Sözünden, içinin çörekotu gibi yandığı anlaşılıyordu. 4275
- بوی صدقش آمد از سوگند او ** سوز او پیدا شد و اسپند او
- Gönül doğru sözden huzur ve sükun bulur, susuzun suyla hararetini teskin etmesi gibi.
- دل بیارامد به گفتار صواب ** آنچنان که تشنه آرامد به آب
- Ancak bir illete tutulmuş olan mahcup gönül, doğruyu anlamaz. O, peygamberlerle ahmak bir adamı bile ayırdedemez.
- جز دل محجوب کو را علتیست ** از نبیش تا غبی تمییز نیست
- Yoksa mahallinden kopup gelen o haber, aya bile gelse onu ikiye böler.
- ورنه آن پیغام کز موضع بود ** بر زند بر مه شکافیده شود
- Ay ikiye bölünür de o hicap altında kalmış gönül bölünmez. Çünkü o, sevgili değildir, onu Tanrı reddetmiştir.
- مه شکافد وان دل محجوب نی ** زانک مردودست او محبوب نی
- Bekçinin gözleri yaşardı, bir kaynak oldu adeta. Fakat kuru sözden değil, gönül korkusundan. 4280
- چشمه شد چشم عسس ز اشک مبل ** نی ز گفت خشک بل از بوی دل
- Bir söz cehennemden kopar, adamın dudağına kadar gelir. Bir söz de can şehrinden kopar, dudağa gelir.
- یک سخن از دوزخ آید سوی لب ** یک سخن از شهر جان در کوی لب
- Bu dudak, cana canlar katan denizle, eziyetler, zahmetler denizi arasında bir berzahtır.
- بحر جانافزا و بحر پر حرج ** در میان هر دو بحر این لب مرج
- Şehirlerdeki köylü pazarına benzer adeta. Etraftan alışveriş için hep oraya gelirler.
- چون یپنلو در میان شهرها ** از نواحی آید آنجا بهرها
- Kusurlu kumaşla, adamın kesesini berbadeden kalp akça ve inci gibi değerli ve pahalı kumaş, hep oradadır.
- کالهی معیوب قلب کیسهبر ** کالهی پر سود مستشرف چو در