English    Türkçe    فارسی   

6
4383-4407

  • O, ordu çektiğini sanıyordu, halbuki Mekkelilere mal mülk ve altın götürmedeydi.
  • Kaza ve kaderin bu aksi cilvesinden haberi bile yoktu. Yolda her adımda şatafatını seyredip duruyordu.
  • Nihayet adamcağız, evine geldi, defineyi buldu. İşi, Tanrı lûtfiyle düzene girdi. 4385
  • Kardeşleri, ağabeylerine birbiri üstüne öğüt verdiler. Fakat o, bu öğütlere sabredemedi. Deli gibi kendinde olmaksızın onlardan kaçtı, kendisini padişahın tapısına izin istemeden attı. Fakat bu küstahlığından, aldırış etmediğinden değildi, aşkının çokluğundandı.
  • İki kardeşi dediler ki: Canımızda, gökteki yıldızlar gibi yol gösteren öğütler var.
  • Söylemesek oyun, düzgün gelmeyecek. Söylesek gönlün dertlenecek.
  • Söyleme yüzünden sudaki kurbağa gibi elemlere düştük. Susma yüzünden de dertleniyor, âdeta boğuluyoruz.
  • Söylemesek barışın, düzenin nuru yok bizce. Söylesek sözümüze uymayacaksın.
  • Onlar, böyle söyleyip dururken ağabeyleri birden yerinden sıçradı; kardeşler dedi, elveda. Dünya da değersiz bir şey, dünyadaki şeyler de. 4390
  • Yaydan ok fırlar gibi sıçradı. O anda söz söylemeye mecal yoktu zaten.
  • Sarhoş bir halde Çin padişahının huzuruna geldi. Sarhoşçasına derhal yeri öptü.
  • Zaten onların derdi ve titreyişi, önceden de bir bir padişaha malûmdu, sonradan da.
  • Koyun, otlakta otlamakla oyalanır ama çoban, koyunun halini bilir.
  • "Hepiniz çobansınız ve size tâbi olanlardan mesulsünüz" diyen, sürünün halini bilir. Ot mu otluyor, yoksa bir savaşa mı düştü? Bundan haberdardır. 4395
  • Görünüşte sürüden uzaktadır ama tef gibi düğünün içindedir.
  • Onların yanışından, alevinden haberdardır. Yalnız öylece durması lâzımdır da onun için aldırmaz gibi görünür.
  • O yüce padişah da onların içindeydi âdeta. Fakat mahsustan kendisini bilmiyor göstermekteydi.
  • Tencerenin sonu, ateşin görünüşüne bağlıdır. Fakat ateşin mânası, hakikati, tesiri, tencerenin canındadır.
  • Sureti dışardadır, mânası içerde. Candan sevilen sevgilinin hakikati, kan gibi damarların içindedir. 4400
  • Şehzade, padişahın huzurunda diz çöktü. On tane muarrif, onun halini anlatmaya koyuldu.
  • Padişah, önceden onu, geçirdiği ahvali tamamiyle biliyordu ama muarrif de kendisine verilen vazifeyi yapmaktaydı.
  • Ey temiz adam, gönlündeki bir zerre irfan nuru, yüzlerce muarriften iyidir.
  • Kulağını muarrife vermek, perde ardında olmaya, vehme, zanna düşmeye delildir.
  • Kim can gözüyle görürse gözü, her şeyi apaçık görür. 4405
  • Canı, halkın tevatürüyle kanaat etmez, inancı, gönül gözünden meydana gelir.
  • Hâsılı muarrif, o seçilmiş padişahın huzurunda onun ahvalini anlatmak için ağzını açtı.