O, ordu çektiğini sanıyordu, halbuki Mekkelilere mal mülk ve altın götürmedeydi.
او گمان برده که لشکر میکشید ** بهر اهل بیت او زر میکشید
Kaza ve kaderin bu aksi cilvesinden haberi bile yoktu. Yolda her adımda şatafatını seyredip duruyordu.
اندرین فسخ عزایم وین همم ** در تماشا بود در ره هر قدم
Nihayet adamcağız, evine geldi, defineyi buldu. İşi, Tanrı lûtfiyle düzene girdi.4385
خانه آمد گنج را او باز یافت ** کارش از لطف خدایی ساز یافت
Kardeşleri, ağabeylerine birbiri üstüne öğüt verdiler. Fakat o, bu öğütlere sabredemedi. Deli gibi kendinde olmaksızın onlardan kaçtı, kendisini padişahın tapısına izin istemeden attı. Fakat bu küstahlığından, aldırış etmediğinden değildi, aşkının çokluğundandı.
مکرر کردن برادران پند دادن بزرگین را و تاب ناآوردن او آن پند را و در رمیدن او ازیشان شیدا و بیخود رفتن و خود را در بارگاه پادشاه انداختن بیدستوری خواستن لیک از فرط عشق و محبت نه از گستاخی و لاابالی الی آخره
İki kardeşi dediler ki: Canımızda, gökteki yıldızlar gibi yol gösteren öğütler var.
آن دو گفتندش که اندر جان ما ** هست پاسخها چو نجم اندر سما
Söylemesek oyun, düzgün gelmeyecek. Söylesek gönlün dertlenecek.
گر نگوییم آن نیاید راست نرد ** ور بگوییم آن دلت آید به درد
Söyleme yüzünden sudaki kurbağa gibi elemlere düştük. Susma yüzünden de dertleniyor, âdeta boğuluyoruz.
همچو چغزیم اندر آب از گفت الم ** وز خموشی اختناقست و سقم
Söylemesek barışın, düzenin nuru yok bizce. Söylesek sözümüze uymayacaksın.
گر نگوییم آتشی را نور نیست ** ور بگوییم آن سخن دستور نیست
Onlar, böyle söyleyip dururken ağabeyleri birden yerinden sıçradı; kardeşler dedi, elveda. Dünya da değersiz bir şey, dünyadaki şeyler de.4390
در زمان برجست کای خویشان وداع ** انما الدنیا و ما فیها متاع
Yaydan ok fırlar gibi sıçradı. O anda söz söylemeye mecal yoktu zaten.
پس برون جست او چو تیری از کمان ** که مجال گفت کم بود آن زمان
Sarhoş bir halde Çin padişahının huzuruna geldi. Sarhoşçasına derhal yeri öptü.
اندر آمد مست پیش شاه چین ** زود مستانه ببوسید او زمین
Zaten onların derdi ve titreyişi, önceden de bir bir padişaha malûmdu, sonradan da.
شاه را مکشوف یک یک حالشان ** اول و آخر غم و زلزالشان
Koyun, otlakta otlamakla oyalanır ama çoban, koyunun halini bilir.
میش مشغولست در مرعای خویش ** لیک چوپان واقفست از حال میش
"Hepiniz çobansınız ve size tâbi olanlardan mesulsünüz" diyen, sürünün halini bilir. Ot mu otluyor, yoksa bir savaşa mı düştü? Bundan haberdardır.4395
کلکم راع بداند از رمه ** کی علفخوارست و کی در ملحمه
Görünüşte sürüden uzaktadır ama tef gibi düğünün içindedir.
گرچه در صورت از آن صف دور بود ** لیک چون دف در میان سور بود
Onların yanışından, alevinden haberdardır. Yalnız öylece durması lâzımdır da onun için aldırmaz gibi görünür.
واقف از سوز و لهیب آن وفود ** مصلحت آن بد که خشک آورده بود
O yüce padişah da onların içindeydi âdeta. Fakat mahsustan kendisini bilmiyor göstermekteydi.
در میان جانشان بود آن سمی ** لک قاصد کرده خود را اعجمی
Tencerenin sonu, ateşin görünüşüne bağlıdır. Fakat ateşin mânası, hakikati, tesiri, tencerenin canındadır.
صورت آتش بود پایان دیگ ** معنی آتش بود در جان دیگ
Sureti dışardadır, mânası içerde. Candan sevilen sevgilinin hakikati, kan gibi damarların içindedir.4400
صورتش بیرون و معنیش اندرون ** معنی معشوق جان در رگ چو خون
Şehzade, padişahın huzurunda diz çöktü. On tane muarrif, onun halini anlatmaya koyuldu.
شاهزاده پیش شه زانو زده ** ده معرف شارح حالش شده
Padişah, önceden onu, geçirdiği ahvali tamamiyle biliyordu ama muarrif de kendisine verilen vazifeyi yapmaktaydı.
گرچه شه عارف بد از کل پیش پیش ** لیک میکردی معرف کار خویش
Ey temiz adam, gönlündeki bir zerre irfan nuru, yüzlerce muarriften iyidir.
در درون یک ذره نور عارفی ** به بود از صد معرف ای صفی