English    Türkçe    فارسی   

6
4403-4427

  • Ey temiz adam, gönlündeki bir zerre irfan nuru, yüzlerce muarriften iyidir.
  • در درون یک ذره نور عارفی  ** به بود از صد معرف ای صفی 
  • Kulağını muarrife vermek, perde ardında olmaya, vehme, zanna düşmeye delildir.
  • گوش را رهن معرف داشتن  ** آیت محجوبیست و حزر و ظن 
  • Kim can gözüyle görürse gözü, her şeyi apaçık görür. 4405
  • آنک او را چشم دل شد دیدبان  ** دید خواهد چشم او عین العیان 
  • Canı, halkın tevatürüyle kanaat etmez, inancı, gönül gözünden meydana gelir.
  • با تواتر نیست قانع جان او  ** بل ز چشم دل رسد ایقان او 
  • Hâsılı muarrif, o seçilmiş padişahın huzurunda onun ahvalini anlatmak için ağzını açtı.
  • پس معرف پیش شاه منتجب  ** در بیان حال او بگشود لب 
  • Dedi ki: Padişahım, bu, senin ihsanına avlanmış; dışarıya atılmaya lâyık değil. Padişahlıkta bulun.
  • گفت شاها صید احسان توست  ** پادشاهی کن که بی بیرون شوست 
  • Elini, bu devletin terkisine atmış. Onun sarhoş başını elinle okşa.
  • دست در فتراک این دولت زدست  ** بر سر سرمست او بر مال دست 
  • Padişah dedi ki: 8u delikanlı, ne mevki isterse, hangi ülkeyi dilerse vereceğim. 4410
  • گفت شه هر منصبی و ملکتی  ** که التماسش هست یابد این فتی 
  • Terkettiği malın, mülkün yirmi katını, fazlasıyla ona bağışlayacağım.
  • بیست چندان ملک کو شد زان بری  ** بخشمش اینجا و ما خود بر سری 
  • Muarrif dedi ki: Senin padişahlığın, onun gönlüne aşk tohumunu ekeli senin sevginden başka bir havaya kapılmasına imkân mı var?
  • گفت تا شاهیت در وی عشق کاشت  ** جز هوای تو هوایی کی گذاشت 
  • Senin kulluğun, onu öyle bir hale getirmiştir ki padişahlık bile artık gönlüne soğuk gelmede.
  • بندگی تش چنان درخورد شد  ** که شهی اندر دل او سرد شد 
  • Padişahlığı da oynamış, yutulmuştur, şehzadeliği de. Senin ardına düşmüş, bir garip olmuştur.
  • شاهی و شه‌زادگی در باختست  ** از پی تو در غریبی ساختست 
  • O, âdeta bir sofidir, vecde gelmiş, hırkasını atmıştır. Artık bir daha hırkasını alır mı hiç? 4415
  • صوفیست انداخت خرقه وجد در  ** کی رود او بر سر خرقه دگر 
  • Verdiği hırkayı almak, pişman olmak, ben aldanmışım;
  • میل سوی خرقه‌ی داده و ندم  ** آنچنان باشد که من مغبون شدم 
  • Arkadaş, o hırkayı tekrar bana ver. Ulaştığım vecit, bu hırkaya değmez demektir.
  • باز ده آن خرقه این سو ای قرین  ** که نمی‌ارزید آن یعنی بدین 
  • Bu fikir, âşıktan pek uzaktır. Âşık, böyle bir düşünceye düşmez. Eğer ona böyle bir düşünce gelirse toprak başına!
  • دور از عاشق که این فکر آیدش  ** ور بیاید خاک بر سر بایدش 
  • Aşk, diri olan, duygusu ve aklı bulunan yüzlerce beden hırkasına değer.
  • عشق ارزد صد چو خرقه کالبد  ** که حیاتی دارد و حس و خرد 
  • Hele şu sonu olmayan dünya mülkünün hırkası nedir ki? Ancak beş kuruşçuk eden sarhoşluğu bile bir baş ağrısıdır. 4420
  • خاصه خرقه‌ی ملک دنیا کابترست  ** پنج دانگ مستیش درد سرست 
  • Dünya mülkü, bedene tapanlara helâldir. Bizse zevali olmayan aşk saltanatına kuluz.
  • ملک دنیا تن‌پرستان را حلال  ** ما غلام ملک عشق بی‌زوال 
  • Padişahım, bu delikanlı aşk valisidir. Onu azletme. Kendi aşkından başka bir şeyle oyalama onu.
  • عامل عشقست معزولش مکن  ** جز به عشق خویش مشغولش مکن 
  • Senin yüzünü göstermeyen mevki, âdi bir mevkidir. Makamdır ama hakikatte azledilmenin ta kendisidir o.
  • منصبی کانم ز ریت محجبست  ** عین معزولیست و نامش منصبست 
  • Şimdiye kadar buraya gelmemesindeki, geç kalmasındaki sebep, istidadının olmaması ve bedeninin arık bulunmasıydı.
  • موجب تاخیر اینجا آمدن  ** فقد استعداد بود و ضعف فن 
  • Hazırlığın olmadan bir madene bile gitsen bir habbe alamazsın. 4425
  • بی ز استعداد در کانی روی  ** بر یکی حبه نگردی محتوی 
  • Hani erkekliği olmayan adamın kız alması gibi. Tutalım kız pek güzel, gümüş gibi bedeni var, ona ne fayda?
  • هم‌چو عنینی که بکری را خرد  ** گرچه سیمین‌بر بود کی بر خورد 
  • Zeytinyağı ve fitili konmamış kandil, ne çok bir aydınlık verir, ne az!
  • چون چراغی بی ز زیت و بی فتیل  ** نه کثیرستش ز شمع و نه قلیل