- Kulağını muarrife vermek, perde ardında olmaya, vehme, zanna düşmeye delildir.
- گوش را رهن معرف داشتن ** آیت محجوبیست و حزر و ظن
- Kim can gözüyle görürse gözü, her şeyi apaçık görür. 4405
- آنک او را چشم دل شد دیدبان ** دید خواهد چشم او عین العیان
- Canı, halkın tevatürüyle kanaat etmez, inancı, gönül gözünden meydana gelir.
- با تواتر نیست قانع جان او ** بل ز چشم دل رسد ایقان او
- Hâsılı muarrif, o seçilmiş padişahın huzurunda onun ahvalini anlatmak için ağzını açtı.
- پس معرف پیش شاه منتجب ** در بیان حال او بگشود لب
- Dedi ki: Padişahım, bu, senin ihsanına avlanmış; dışarıya atılmaya lâyık değil. Padişahlıkta bulun.
- گفت شاها صید احسان توست ** پادشاهی کن که بی بیرون شوست
- Elini, bu devletin terkisine atmış. Onun sarhoş başını elinle okşa.
- دست در فتراک این دولت زدست ** بر سر سرمست او بر مال دست
- Padişah dedi ki: 8u delikanlı, ne mevki isterse, hangi ülkeyi dilerse vereceğim. 4410
- گفت شه هر منصبی و ملکتی ** که التماسش هست یابد این فتی
- Terkettiği malın, mülkün yirmi katını, fazlasıyla ona bağışlayacağım.
- بیست چندان ملک کو شد زان بری ** بخشمش اینجا و ما خود بر سری
- Muarrif dedi ki: Senin padişahlığın, onun gönlüne aşk tohumunu ekeli senin sevginden başka bir havaya kapılmasına imkân mı var?
- گفت تا شاهیت در وی عشق کاشت ** جز هوای تو هوایی کی گذاشت
- Senin kulluğun, onu öyle bir hale getirmiştir ki padişahlık bile artık gönlüne soğuk gelmede.
- بندگی تش چنان درخورد شد ** که شهی اندر دل او سرد شد
- Padişahlığı da oynamış, yutulmuştur, şehzadeliği de. Senin ardına düşmüş, bir garip olmuştur.
- شاهی و شهزادگی در باختست ** از پی تو در غریبی ساختست
- O, âdeta bir sofidir, vecde gelmiş, hırkasını atmıştır. Artık bir daha hırkasını alır mı hiç? 4415
- صوفیست انداخت خرقه وجد در ** کی رود او بر سر خرقه دگر
- Verdiği hırkayı almak, pişman olmak, ben aldanmışım;
- میل سوی خرقهی داده و ندم ** آنچنان باشد که من مغبون شدم
- Arkadaş, o hırkayı tekrar bana ver. Ulaştığım vecit, bu hırkaya değmez demektir.
- باز ده آن خرقه این سو ای قرین ** که نمیارزید آن یعنی بدین
- Bu fikir, âşıktan pek uzaktır. Âşık, böyle bir düşünceye düşmez. Eğer ona böyle bir düşünce gelirse toprak başına!
- دور از عاشق که این فکر آیدش ** ور بیاید خاک بر سر بایدش
- Aşk, diri olan, duygusu ve aklı bulunan yüzlerce beden hırkasına değer.
- عشق ارزد صد چو خرقه کالبد ** که حیاتی دارد و حس و خرد
- Hele şu sonu olmayan dünya mülkünün hırkası nedir ki? Ancak beş kuruşçuk eden sarhoşluğu bile bir baş ağrısıdır. 4420
- خاصه خرقهی ملک دنیا کابترست ** پنج دانگ مستیش درد سرست
- Dünya mülkü, bedene tapanlara helâldir. Bizse zevali olmayan aşk saltanatına kuluz.
- ملک دنیا تنپرستان را حلال ** ما غلام ملک عشق بیزوال
- Padişahım, bu delikanlı aşk valisidir. Onu azletme. Kendi aşkından başka bir şeyle oyalama onu.
- عامل عشقست معزولش مکن ** جز به عشق خویش مشغولش مکن
- Senin yüzünü göstermeyen mevki, âdi bir mevkidir. Makamdır ama hakikatte azledilmenin ta kendisidir o.
- منصبی کانم ز ریت محجبست ** عین معزولیست و نامش منصبست
- Şimdiye kadar buraya gelmemesindeki, geç kalmasındaki sebep, istidadının olmaması ve bedeninin arık bulunmasıydı.
- موجب تاخیر اینجا آمدن ** فقد استعداد بود و ضعف فن
- Hazırlığın olmadan bir madene bile gitsen bir habbe alamazsın. 4425
- بی ز استعداد در کانی روی ** بر یکی حبه نگردی محتوی
- Hani erkekliği olmayan adamın kız alması gibi. Tutalım kız pek güzel, gümüş gibi bedeni var, ona ne fayda?
- همچو عنینی که بکری را خرد ** گرچه سیمینبر بود کی بر خورد
- Zeytinyağı ve fitili konmamış kandil, ne çok bir aydınlık verir, ne az!
- چون چراغی بی ز زیت و بی فتیل ** نه کثیرستش ز شمع و نه قلیل
- Burnu koku almıyan biri, gül bahçesine girse o güzel kokulardan bir neşe almaz ki.
- در گلستان اندر آید اخشمی ** کی شود مغزش ز ریحان خرمی