- Verdiği hırkayı almak, pişman olmak, ben aldanmışım;
- میل سوی خرقهی داده و ندم ** آنچنان باشد که من مغبون شدم
- Arkadaş, o hırkayı tekrar bana ver. Ulaştığım vecit, bu hırkaya değmez demektir.
- باز ده آن خرقه این سو ای قرین ** که نمیارزید آن یعنی بدین
- Bu fikir, âşıktan pek uzaktır. Âşık, böyle bir düşünceye düşmez. Eğer ona böyle bir düşünce gelirse toprak başına!
- دور از عاشق که این فکر آیدش ** ور بیاید خاک بر سر بایدش
- Aşk, diri olan, duygusu ve aklı bulunan yüzlerce beden hırkasına değer.
- عشق ارزد صد چو خرقه کالبد ** که حیاتی دارد و حس و خرد
- Hele şu sonu olmayan dünya mülkünün hırkası nedir ki? Ancak beş kuruşçuk eden sarhoşluğu bile bir baş ağrısıdır. 4420
- خاصه خرقهی ملک دنیا کابترست ** پنج دانگ مستیش درد سرست
- Dünya mülkü, bedene tapanlara helâldir. Bizse zevali olmayan aşk saltanatına kuluz.
- ملک دنیا تنپرستان را حلال ** ما غلام ملک عشق بیزوال
- Padişahım, bu delikanlı aşk valisidir. Onu azletme. Kendi aşkından başka bir şeyle oyalama onu.
- عامل عشقست معزولش مکن ** جز به عشق خویش مشغولش مکن
- Senin yüzünü göstermeyen mevki, âdi bir mevkidir. Makamdır ama hakikatte azledilmenin ta kendisidir o.
- منصبی کانم ز ریت محجبست ** عین معزولیست و نامش منصبست
- Şimdiye kadar buraya gelmemesindeki, geç kalmasındaki sebep, istidadının olmaması ve bedeninin arık bulunmasıydı.
- موجب تاخیر اینجا آمدن ** فقد استعداد بود و ضعف فن
- Hazırlığın olmadan bir madene bile gitsen bir habbe alamazsın. 4425
- بی ز استعداد در کانی روی ** بر یکی حبه نگردی محتوی
- Hani erkekliği olmayan adamın kız alması gibi. Tutalım kız pek güzel, gümüş gibi bedeni var, ona ne fayda?
- همچو عنینی که بکری را خرد ** گرچه سیمینبر بود کی بر خورد
- Zeytinyağı ve fitili konmamış kandil, ne çok bir aydınlık verir, ne az!
- چون چراغی بی ز زیت و بی فتیل ** نه کثیرستش ز شمع و نه قلیل
- Burnu koku almıyan biri, gül bahçesine girse o güzel kokulardan bir neşe almaz ki.
- در گلستان اندر آید اخشمی ** کی شود مغزش ز ریحان خرمی
- Bu iş, bir namussuzun önündeki güzele, bir sağırın yanında çalınan cenk ve barbet sesine benzer.
- همچو خوبی دلبری مهمان غر ** بانگ چنگ و بربطی در پیش کر
- Karada yaşayan kuş, denize dalsa helak olmadan başka eline ne geçer? 4430
- همچو مرغ خاک که آید در بحار ** زان چه یابد جز هلاک و جز خسار
- Buğdayı olmaksızın değirmene gidenin ancak saçı, sakalı ağarır, başka bir şey elde edemez.
- همچو بیگندم شده در آسیا ** جز سپیدی ریش و مو نبود عطا
- Felek değirmeni, buğdayı olmayanların saçını, sakalını ağartır, kendilerini zayıflatır.
- آسیای چرخ بر بیگندمان ** موسپیدی بخشد و ضعف میان
- Fakat biz, bu değirmene buğdayımızla geldik. Bu değirmen, bize mal mülk bağışlar, iş güç verir.
- لیک با باگندمان این آسیا ** ملکبخش آمد دهد کار و کیا
- Önce cennete girmeye istidat gerek ki cennetten bir dirlik elde edesin.
- اول استعداد جنت بایدت ** تا ز جنت زندگانی زایدت
- Yeni doğmuş çocuk, şaraptan, kebaptan, köşklerden, kubbelerden ne anlar? 4435
- طفل نو را از شراب و از کباب ** چه حلاوت وز قصور و از قباب
- Bu örneğin sonu gelmez, sözü kısa kes. Yürü, istidat elde etmeye çalış.
- حد ندارد این مثل کم جو سخن ** تو برو تحصیل استعداد کن
- İşte bu delikanlı da istidat sahibi olmak için şimdiye kadar oturdu. İştiyakı hadden aştı, fakat istidat sahibi olamadı.
- بهر استعداد تا اکنون نشست ** شوق از حد رفت و آن نامد به دست
- İstidat da padişahtan elde edilir. Can olmadıkça bedende istidat mı olur dedi.
- گفت استعداد هم از شه رسد ** بی ز جان کی مستعد گردد جسد
- Padişahın lûtufları, onun gamını dürdü. Kendisi avlandı hâsılı, belki padişahı da avlar.
- لطفهای شه غمش را در نوشت ** شد که صید شه کند او صید گشت
- Aşikâr olarak senin gibi avlanan avı tutamadan av olur, bağlanır, bağlara giriftar olur gider. 4440
- هر که در اشکار چون تو صید شد ** صید را ناکرده قید او قید شد