English    Türkçe    فارسی   

6
4483-4507

  • Töhmet atılacak, şüphe uyandıracak bir şu sandıktan başka neyim var ki?
  • من چه دارم غیر آن صندوق که آن  ** هست مایه‌ی تهمت و پایه‌ی گمان 
  • Halk da içinde altınım var sanıyor, hakkımda böyle şüphelere düşüyor.
  • خلق پندارند زر دارم درون  ** داد واگیرند از من زین ظنون 
  • Sandık, görünüşte pek güzel ama içinde ne kumaş var, ne altın, ne gümüş... Bomboş! 4485
  • صورت صندوق بس زیباست لیک  ** از عروض و سیم و ز خالیست نیک 
  • Hani güzel ve vekarlı riyakârın bedeni gibi. O sepette ancak yılan vardır, başka bir şey bulamazsın.
  • چون تن زراق خوب و با وقار  ** اندر آن سله نیابی غیر مار 
  • Yarın şu sandığı alıp götüreyim de çarşı ortasında yakayım.
  • من برم صندوق را فردا به کو  ** پس بسوزم در میان چارسو 
  • Mümin de görsün, kâfir de, çıfıt da.. Bu sandıkta lanetten başka bir şey yok!
  • تا ببیند مومن و گبر و جهود  ** که درین صندوق جز لعنت نبود 
  • Kadın, adam dedi, vazgeç bundan. Cuha, Vallahi vazgeçmem, yapacağım diye yeminler etti.
  • گفت زن هی در گذر ای مرد ازین  ** خورد سوگندان که نکنم جز چنین 
  • Sabah çağı yel gibi koştu, hamal getirdi, hemencecik sandığı hamalın sırtına yükledi. 4490
  • از پگه حمال آورد او چو باد  ** زود آن صندوق بر پشتش نهاد 
  • Kadı, eziyetler içinde sandıkta "Hamal, hamal" diye sesleniyordu.
  • اندر آن صندوق قاضی از نکال  ** بانگ می‌زد که ای حمال و ای حمال 
  • Hamal sağına, soluna baktı. Bu ses nereden geliyor ki dedi.
  • کرد آن حمال راست و چپ نظر  ** کز چه سو در می‌رسد بانک و خبر 
  • Acaba beni çağıran hatif mi? Yoksa gizlice peri mi çağırıyor beni?
  • هاتفست این داعی من ای عجب  ** یا پری‌ام می‌کند پنهان طلب 
  • O ses üst üste gelmeye başlayınca kendisine geldi, bu hatif değil dedi.
  • چون پیاپی گشت آن آواز و بیش  ** گفت هاتف نیست باز آمد به خویش 
  • Nihayet anladı ki o ses sandıktan gelmede, sandıkta da birisi gizli. 4495
  • عاقبت دانست کان بانگ و فغان  ** بد ز صندوق و کسی در وی نهان 
  • Sevgilinin derdiyle bir âşık, dışardayken sandığa gizlenmiş.
  • عاشقی کو در غم معشوق رفت  ** گر چه بیرونست در صندوق رفت 
  • Ömrünü, dertlere uğramış da sandıkta geçirmiş. Çünkü âlemde yalnız bir sandık görmüş.
  • عمر در صندوق برد از اندهان  ** جز که صندوقی نبیند از جهان 
  • Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.
  • آن سری که نیست فوق آسمان  ** از هوس او را در آن صندوق دان 
  • Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.
  • چون ز صندوق بدن بیرون رود  ** او ز گوری سوی گوری می‌شود 
  • Bu sözün sonu yoktur. Kadı, ey hamal dedi, ey sandık götüren! 4500
  • این سخن پایان ندارد قاضیش  ** گفت ای حمال و ای صندوق‌کش 
  • Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
  • از من آگه کن درون محکمه  ** نایبم را زودتر با این همه 
  • Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
  • تا خرد این را به زر زین بی‌خرد  ** هم‌چنین بسته به خانه‌ی ما برد 
  • Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
  • ای خدا بگمار قومی روحمند  ** تا ز صندوق بدنمان وا خرند 
  • Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
  • خلق را از بند صندوق فسون  ** کی خرد جز انبیا و مرسلون 
  • Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir. 4505
  • از هزاران یک کسی خوش‌منظرست  ** که بداند کو به صندوق اندرست 
  • O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
  • او جهان را دیده باشد پیش از آن  ** تا بدان ضد این ضدش گردد عیان 
  • Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
  • زین سبب که علم ضاله‌ی مومنست  ** عارف ضاله‌ی خودست و موقنست