- Sabah çağı yel gibi koştu, hamal getirdi, hemencecik sandığı hamalın sırtına yükledi. 4490
- از پگه حمال آورد او چو باد ** زود آن صندوق بر پشتش نهاد
- Kadı, eziyetler içinde sandıkta "Hamal, hamal" diye sesleniyordu.
- اندر آن صندوق قاضی از نکال ** بانگ میزد که ای حمال و ای حمال
- Hamal sağına, soluna baktı. Bu ses nereden geliyor ki dedi.
- کرد آن حمال راست و چپ نظر ** کز چه سو در میرسد بانک و خبر
- Acaba beni çağıran hatif mi? Yoksa gizlice peri mi çağırıyor beni?
- هاتفست این داعی من ای عجب ** یا پریام میکند پنهان طلب
- O ses üst üste gelmeye başlayınca kendisine geldi, bu hatif değil dedi.
- چون پیاپی گشت آن آواز و بیش ** گفت هاتف نیست باز آمد به خویش
- Nihayet anladı ki o ses sandıktan gelmede, sandıkta da birisi gizli. 4495
- عاقبت دانست کان بانگ و فغان ** بد ز صندوق و کسی در وی نهان
- Sevgilinin derdiyle bir âşık, dışardayken sandığa gizlenmiş.
- عاشقی کو در غم معشوق رفت ** گر چه بیرونست در صندوق رفت
- Ömrünü, dertlere uğramış da sandıkta geçirmiş. Çünkü âlemde yalnız bir sandık görmüş.
- عمر در صندوق برد از اندهان ** جز که صندوقی نبیند از جهان
- Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.
- آن سری که نیست فوق آسمان ** از هوس او را در آن صندوق دان
- Beden sandığından çıksa bile körlüğünden bir körün yanına gider ancak.
- چون ز صندوق بدن بیرون رود ** او ز گوری سوی گوری میشود
- Bu sözün sonu yoktur. Kadı, ey hamal dedi, ey sandık götüren! 4500
- این سخن پایان ندارد قاضیش ** گفت ای حمال و ای صندوقکش
- Mahkemeye gir, halimi anlat. Naibime çabuk halimi tamamiyle bildir.
- از من آگه کن درون محکمه ** نایبم را زودتر با این همه
- Gelsin, şu akılsız heriften bu sandığı alsın, açmadan öylece eve götürsün.
- تا خرد این را به زر زین بیخرد ** همچنین بسته به خانهی ما برد
- Yarabbi, ruh sahibi bir kavim gönder de bizi de beden sandığından satın alsın.
- ای خدا بگمار قومی روحمند ** تا ز صندوق بدنمان وا خرند
- Halkı, afsun sandığından peygamberlerden başka kim satın alabilir?
- خلق را از بند صندوق فسون ** کی خرد جز انبیا و مرسلون
- Sandık içinde olduğunu gönül gözü açık olan binde bir kişi bilebilir. 4505
- از هزاران یک کسی خوشمنظرست ** که بداند کو به صندوق اندرست
- O, önce âlemi görmüştür de o zıtla bu zıt, kendisine ayan olmuştur.
- او جهان را دیده باشد پیش از آن ** تا بدان ضد این ضدش گردد عیان
- Bilgi, müminin kayıp malıdır. Bu sebeple mümin, kendi yitiğini bilir, anlar.
- زین سبب که علم ضالهی مومنست ** عارف ضالهی خودست و موقنست
- Asla iyi gün görmemiş olan, bu devletsizlikten sıkılır, çırpınır mı hiç?
- آنک هرگز روز نیکو خود ندید ** او درین ادبار کی خواهد طپید
- Yahut daha çocukken tutsaklığa düşen, yahut da daha önce anasından kul olarak doğan kişinin canı,
- یا به طفلی در اسیری اوفتاد ** یا خود از اول ز مادر بنده زاد
- Hürlük zevkini görmemiştir. Onun meydanı, suretler sandığıdır. 4510
- ذوق آزادی ندیده جان او ** هست صندوق صور میدان او
- Aklı, daima suretlerde mahpustur, kafesten kafese gezer durur.
- دایما محبوس عقلش در صور ** از قفس اندر قفس دارد گذر
- Kafesten yukarılara çıkmaya bir delik yoktur. Yerden yere boyuna kafeslerde gezer.
- منفذش نه از قفس سوی علا ** در قفسها میرود از جا به جا
- Kur'an da "Gücünüz yeterse çıkın bakalım" denmiştir. Bu söz, Tanrı' dan insanlara da hitaptır, cinlere de.
- در نبی ان استطعتم فانفذوا ** این سخن با جن و انس آمد ز هو
- Tanrı, "Tanrı kudreti ve gökten gelen vahiy olmadıkça size bu göklerden yücelere çıkacak bir delik yoktur" demiştir.
- گفت منفذ نیست از گردونتان ** جز به سلطان و به وحی آسمان