- Kokusuz yaban ağacına ödağacı rengini verirler. Taş ve toprak parçasını bize hoş gösterirler, bizi hasetçi yaparlar.
- چندلی را رنگ عودی میدهند ** بر کلوخیمان حسودی میدهند
- Noksan sıfatlardan temizdir o Tanrı ki toprağa bir renk verir, çocuk gibi bizi ona kaptırır, birbirimize düşürür.
- پاک آنک خاک را رنگی دهد ** همچو کودکمان بر آن جنگی دهد
- Eteğimizi çocuklar gibi toprakla doldururuz. Bizim gözümüzle o toprak, madenden çıkmış altın görünür.
- دامنی پر خاک ما چون طفلکان ** در نظرمان خاک همچون زر کان
- Çocuğun, yetişmiş erlere karşı bir mecali yoktur. Tanrı çocuğu erkeklerle bir araya koymaz, bir derecede tutmaz ki. 4735
- طفل را با بالغان نبود مجال ** طفل را حق کی نشاند با رجال
- Meyva, eski olsa bile ham buludukça, olmadıkça ona koruk derler.
- میوه گر کهنه شود تا هست خام ** پخته نبود غوره گویندش به نام
- O ham ve ekşi meyva, yüz yıllık bile olsa fikri çevik ve keskin kişiye nazaran yine çocuktur, yine koruktur.
- گر شود صدساله آن خام ترش ** طفل و غورهست او بر هر تیزهش
- Saçı, sakalı ağarsa bile yine korku ve ümit çocukluğundan kurtulmamıştır.
- گرچه باشد مو و ریش او سپید ** هم در آن طفلی خوفست و امید
- Der ki: Acaba olgunlaşır mıyım, yoksa böyle olgunlaşmadan ham mı kalırım? Acaba Tanrı' nın keremi, beni kızdırır, olgun bir hale getirir mi?
- که رسم یا نارسیده ماندهام ** ای عجب با من کند کرم آن کرم
- Yoksa böyle kabiliyetsiz bir halde, bu uzaklık âleminde mi kalırım? Yahut da Tanrı bu koruğu üzüm haline getirir mi? 4740
- با چنین ناقابلی و دوریی ** بخشد این غورهی مرا انگوریی
- Hiçbir yandan ümidim yok. Yalnız o kerem sahibi "Meyus olmayın" der.
- نیستم اومیدوار از هیچ سو ** وان کرم میگویدم لا تیاسوا
- Hakanımız, bize daima toy vermede, "Ümidinizi kesmeyin" diye kulağımızı çekmededir.
- دایما خاقان ما کردست طو ** گوشمان را میکشد لا تقنطوا
- Gerçi biz ümitsizlik yüzünden çukurdayız. Fakat o çağırdı mı elimizi, kolumuzu sallaya sallaya gideriz.
- گرچه ما زین ناامیدی در گویم ** چون صلا زد دست اندازان رویم
- Ruhumuza huzur verecek olan otlağa koşarken tez, edepli ve terbiyeli atlar gibi yürürüz.
- دست اندازیم چون اسپان سیس ** در دویدن سوی مرعای انیس
- Oraya adım atarız ama orada yürünmez, adım atılmaz ki. Orada kadeh düzeriz ama orada kadeh yoktur. 4745
- گام اندازیم و آنجا گام نی ** جام پردازیم و آنجا جام نی
- Çünkü orada bütün eşya can âlemine mahsustur. Hepsi de mâna âleminde, mâna içinde mânadır.
- زانک آنجا جمله اشیا جانیست ** معنی اندر معنی اندر معنیست
- Suret gölgedir, mâna güneş. Gölgesiz ışık, yıkık yerlerdedir.
- هست صورت سایه معنی آفتاب ** نور بیسایه بود اندر خراب
- Çünkü orada tuğla üstünde tuğla kalmaz. Ayın ışığına çirkin bir gölge yoktur.
- چونک آنجا خشت بر خشتی نماند ** نور مه را سایهی زشتی نماند
- Tuğla ve kerpiç, altından bile olsa sökülüp çıkarılmalıdır. Çünkü onun yerine aydınlık ve vahiy gelir.
- خشت اگر زرین بود بر کندنیست ** چون بهای خشت وحی و روشنیست
- Dağ, bu gölgeyi gidermek için paramparça olur. Fakat dağın paramparça olması bile bu nur için ehemmiyetsiz bir şeydir. 4750
- کوه بهر دفع سایه مندکست ** پاره گشتن بهر این نور اندکست
- Hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrı nuru, dağın dışına vurunca o nur, içine de vursun diye parçalandı.
- بر برون که چو زد نور صمد ** پاره شد تا در درونش هم زند
- Aç adamın eline bir somun girdi mi hevesinden gözünü de açar, ağzını da.
- گرسنه چون بر کفش زد قرص نان ** وا شکافد از هوس چشم و دهان
- Bu hal, yüz binlerce defa paramparça olmaya değer. Ey yeryüzü, gökyüzüne karşı durma, kalk aradan!
- صد هزاران پاره گشتن ارزد این ** از میان چرخ برخیز ای زمین
- Kalk da göğün nuru, gölgeleri yaksın. Ey gündüzün düşmanı, gece, senin gölgenden meydana gelmede.
- تا که نور چرخ گردد سایهسوز ** شب ز سایهی تست ای یاغی روز
- Bu yeryüzü, çocukların beşiğine benzer. Fakat erişmiş erler için daracık bir yerdir. 4755
- این زمین چون گاهوارهی طفلکان ** بالغان را تنگ میدارد مکان
- Tanrı, çocuklar için yeryüzüne beşik dedi. Beşik içindeki çocuklara da süt saçtı.
- بهر طفلان حق زمین را مهد خواند ** شیر در گهواره بر طفلان فشاند