English    Türkçe    فارسی   

6
4737-4761

  • O ham ve ekşi meyva, yüz yıllık bile olsa fikri çevik ve keskin kişiye nazaran yine çocuktur, yine koruktur.
  • گر شود صدساله آن خام ترش  ** طفل و غوره‌ست او بر هر تیزهش 
  • Saçı, sakalı ağarsa bile yine korku ve ümit çocukluğundan kurtulmamıştır.
  • گرچه باشد مو و ریش او سپید  ** هم در آن طفلی خوفست و امید 
  • Der ki: Acaba olgunlaşır mıyım, yoksa böyle olgunlaşmadan ham mı kalırım? Acaba Tanrı' nın keremi, beni kızdırır, olgun bir hale getirir mi?
  • که رسم یا نارسیده مانده‌ام  ** ای عجب با من کند کرم آن کرم 
  • Yoksa böyle kabiliyetsiz bir halde, bu uzaklık âleminde mi kalırım? Yahut da Tanrı bu koruğu üzüm haline getirir mi? 4740
  • با چنین ناقابلی و دوریی  ** بخشد این غوره‌ی مرا انگوریی 
  • Hiçbir yandan ümidim yok. Yalnız o kerem sahibi "Meyus olmayın" der.
  • نیستم اومیدوار از هیچ سو  ** وان کرم می‌گویدم لا تیاسوا 
  • Hakanımız, bize daima toy vermede, "Ümidinizi kesmeyin" diye kulağımızı çekmededir.
  • دایما خاقان ما کردست طو  ** گوشمان را می‌کشد لا تقنطوا 
  • Gerçi biz ümitsizlik yüzünden çukurdayız. Fakat o çağırdı mı elimizi, kolumuzu sallaya sallaya gideriz.
  • گرچه ما زین ناامیدی در گویم  ** چون صلا زد دست اندازان رویم 
  • Ruhumuza huzur verecek olan otlağa koşarken tez, edepli ve terbiyeli atlar gibi yürürüz.
  • دست اندازیم چون اسپان سیس  ** در دویدن سوی مرعای انیس 
  • Oraya adım atarız ama orada yürünmez, adım atılmaz ki. Orada kadeh düzeriz ama orada kadeh yoktur. 4745
  • گام اندازیم و آن‌جا گام نی  ** جام پردازیم و آن‌جا جام نی 
  • Çünkü orada bütün eşya can âlemine mahsustur. Hepsi de mâna âleminde, mâna içinde mânadır.
  • زانک آن‌جا جمله اشیا جانیست  ** معنی اندر معنی اندر معنیست 
  • Suret gölgedir, mâna güneş. Gölgesiz ışık, yıkık yerlerdedir.
  • هست صورت سایه معنی آفتاب  ** نور بی‌سایه بود اندر خراب 
  • Çünkü orada tuğla üstünde tuğla kalmaz. Ayın ışığına çirkin bir gölge yoktur.
  • چونک آنجا خشت بر خشتی نماند  ** نور مه را سایه‌ی زشتی نماند 
  • Tuğla ve kerpiç, altından bile olsa sökülüp çıkarılmalıdır. Çünkü onun yerine aydınlık ve vahiy gelir.
  • خشت اگر زرین بود بر کندنیست  ** چون بهای خشت وحی و روشنیست 
  • Dağ, bu gölgeyi gidermek için paramparça olur. Fakat dağın paramparça olması bile bu nur için ehemmiyetsiz bir şeydir. 4750
  • کوه بهر دفع سایه مندکست  ** پاره گشتن بهر این نور اندکست 
  • Hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrı nuru, dağın dışına vurunca o nur, içine de vursun diye parçalandı.
  • بر برون که چو زد نور صمد  ** پاره شد تا در درونش هم زند 
  • Aç adamın eline bir somun girdi mi hevesinden gözünü de açar, ağzını da.
  • گرسنه چون بر کفش زد قرص نان  ** وا شکافد از هوس چشم و دهان 
  • Bu hal, yüz binlerce defa paramparça olmaya değer. Ey yeryüzü, gökyüzüne karşı durma, kalk aradan!
  • صد هزاران پاره گشتن ارزد این  ** از میان چرخ برخیز ای زمین 
  • Kalk da göğün nuru, gölgeleri yaksın. Ey gündüzün düşmanı, gece, senin gölgenden meydana gelmede.
  • تا که نور چرخ گردد سایه‌سوز  ** شب ز سایه‌ی تست ای یاغی روز 
  • Bu yeryüzü, çocukların beşiğine benzer. Fakat erişmiş erler için daracık bir yerdir. 4755
  • این زمین چون گاهواره‌ی طفلکان  ** بالغان را تنگ می‌دارد مکان 
  • Tanrı, çocuklar için yeryüzüne beşik dedi. Beşik içindeki çocuklara da süt saçtı.
  • بهر طفلان حق زمین را مهد خواند  ** شیر در گهواره بر طفلان فشاند 
  • Bu beşikler yüzünden ev daraldı, Padişahım. Bu çocukları çabuk ergenlik çağına eriştir.
  • خانه تنگ آمد ازین گهواره‌ها  ** طفلکان را زود بالغ کن شها 
  • Ey beşik, evi daraltma da ergenler, yayılabilsinler.
  • ای گواره خانه را ضیق مدار  ** تا تواند کرد بالغ انتشار 
  • Padişahın himmetiyle şehzadenin gönlünde bir keşif ve istiğna peydahlandı. Bu yüzden de vesveselenip şükür etmeden çekindi, serkeşliğe başladı. Padişah, ilham ve sır yoluyla bunu anladı. Canı sıkıldı. Ruhu, suretinin haberi olmaksızın şehzadeye bir zahim vurdu.
  • وسوسه‌ای کی پادشاه‌زاده را پیدا شد از سبب استغنایی و کشفی کی از شاه دل او را حاصل شده بود و قصد ناشکری و سرکشی می‌کرد شاه را از راه الهام و سر شاه را خبر شد دلش درد کرد روح او را زخمی زد چنانک صورت شاه را خبر نبود الی آخره 
  • Şehzadenin canına, padişahın ruhundan alım satım olmaksızın bir feyiz geldi.
  • چون مسلم گشت بی‌بیع و شری  ** از درون شاه در جانش جری 
  • Aya benzeyen canı, ay nasıl güneşten nur alıyorsa padişahın nurîyle nurlanmakta, onun canından gıdalanmaktaydı. 4760
  • قوت می‌خوردی ز نور جان شاه  ** ماه جانش هم‌چو از خورشید ماه 
  • Anbean sarhoş ruhuna, o misli, menendi olmayan padişahın ruhundan can gıdası gelmedeydi.
  • راتبه‌ی جانی ز شاه بی‌ندید  ** دم به دم در جان مستش می‌رسید