- Aya benzeyen canı, ay nasıl güneşten nur alıyorsa padişahın nurîyle nurlanmakta, onun canından gıdalanmaktaydı. 4760
- قوت میخوردی ز نور جان شاه ** ماه جانش همچو از خورشید ماه
- Anbean sarhoş ruhuna, o misli, menendi olmayan padişahın ruhundan can gıdası gelmedeydi.
- راتبهی جانی ز شاه بیندید ** دم به دم در جان مستش میرسید
- Fakat hıristiyanların, müşriklerin yedikleri gıda değil, meleklerin yedikleri gıda.
- آن نه که ترسا و مشرک میخورند ** زان غذایی که ملایک میخورند
- Bu yüzden şehzadenin gönlünde bir istiğna belirdi, bu istiğnadan da bir azgınlık peydahlandı.
- اندرون خویش استغنا بدید ** گشت طغیانی ز استغنا پدید
- Dedi ki: Ben de padişah ve şehzade değil miyim? Nasıl oldu da yularımı bu padişaha verdim?
- که نه من هم شاه و هم شهزادهام ** چون عنان خود بدین شه دادهام
- Bana parıldayıp duran bir ay doğdu artık.. Neden toza, toprağa tâbi olayım? 4765
- چون مرا ماهی بر آمد با لمع ** من چرا باشم غباری را تبع
- Su, arkımda akmada, naz vakti. Kimseye niyazım yok, artık neden başkasının nazını çekeyim?
- آب در جوی منست و وقت ناز ** ناز غیر از چه کشم من بینیاز
- Başımın ağrısı kalmadı. Neden başımı bağlıyayım? Yüzümün sarardığı, gözümün yaşardığı çağ geçti.
- سر چرا بندم چو درد سر نماند ** وقت روی زرد و چشم تر نماند
- Yüzüm ay gibi parladı, dudaklarım şekere döndü. Artık yeni ve başka bir dükkân açmam gerek.
- چون شکرلب گشتهام عارض قمر ** باز باید کرد دکان دگر
- Bu benlikle nefsi gelişti, vesveseler doğmaya başladı. Yüz binlerce abes şeyler gevelemeye başladı.
- زین منی چون نفس زاییدن گرفت ** صد هزاران ژاژ خاییدن گرفت
- O makamdan hırs ve hasedin bulunduğu yere kadar yüzlerce çöl, yüzlerce ova vardır. Fakat kem göz, ta oraya gelip çatmadaydı. 4770
- صد بیابان زان سوی حرص و حسد ** تا بدانجا چشم بد هم میرسد
- Her suyun dönüp gittiği yer olan padişahın denizi, nasıl olur da selde, ırmakta bulunanı bilmez?
- بحر شه که مرجع هر آب اوست ** چون نداند آنچ اندر سیل و جوست
- Onun el dokunmamış fikrinde doğmuş olan küfran yüzünden padişahın gönlü dertlendi.
- شاه را دل درد کرد از فکر او ** ناسپاسی عطای بکر او
- Dedi ki: Ey edepsiz aşağılık adam! Şaşılacak şey, benim yaptığım iyiliklere karşı lâyığım bu muydu?
- گفت آخر ای خس واهیادب ** این سزای داد من بود ای عجب
- Ben sana bunca nefis hazineler verdim. Aşağılık huyunla sen, bana neler yaptın?
- من چه کردم با تو زین گنج نفیس ** تو چه کردی با من از خوی خسیس
- Ben senin kucağına öyle bir ay verdim ki kıyamet gününe kadar gurubu yoktur. 4775
- من ترا ماهی نهادم در کنار ** که غروبش نیست تا روز شمار
- Sen o parlak nura karşılık benim yüzüme toz toprak serptin, diken hatırdın ha.
- در جزای آن عطای نور پاک ** تو زدی در دیدهی من خار و خاک
- Ben göğe çıkman için sana merdiven kurdum. Sen benimle savaşmak için oka, yaya sarıldın.
- من ترا بر چرخ گشته نردبان ** تو شده در حرب من تیر و کمان
- Padişahta bir gayret derdidir peydahlandı. Padişahın derdinin aksi, ona vurdu.
- درد غیرت آمد اندر شه پدید ** عکس درد شاه اندر وی رسید
- Dargınlığı yüzünden devlet kuşu çırpınmaya başladı. O rahat bucağında oturan şehzadenin perdesini yırttı.
- مرغ دولت در عتابش بر طپید ** پردهی آن گوشه گشته بر درید
- O güzelim şehzade, yaptığı kötülüğün eserini derhal içinde duydu. 4780
- چون درون خود بدید آن خوشپسر ** از سیهکاری خود گرد و اثر
- O lütuf ve nimet vazifesi azaldı. Neşe yurdu gamla doldu.
- از وظیفهی لطف و نعمت کم شده ** خانهی شادی او پر غم شده
- O şaraptan meydana gelen sarhoşluğu geçti, kendine geldi. O suç yüzünden başı, sarhoşluktao meydana gelen sersemliğe yurt kesildi.
- با خود آمد او ز مستی عقار ** زان گنه گشته سرش خانهی خمار
- Buğday yedi, cennet elbiselerinden soyundu. Cennet, ona bir çöl oldu.
- خورده گندم حله زو بیرون شده ** خلد بر وی بادیه و هامون شده
- O şerbetin, kendisini hastalandırdığını, o benlik zehirinin kendisine iyiden iyiye tesir ettiğini anladı.
- دید کان شربت ورا بیمار کرد ** زهر آن ما و منیها کار کرد