English    Türkçe    فارسی   

6
4839-4863

  • Yüzlerce inayetlerde bulundum, yüzlerce alâkalar yarattım, bu suretle benim lûtfumu vasıtasız olarak görsün dedim.
  • صد عنایت کردم و صد رابطه  ** تا ببیند لطف من بی‌واسطه 
  • Görsün de sebep yüzünden savaşlara, çekişmelere düşmesin; her yardımı, ancak benden beklesin. 4840
  • تا نباشد از سبب در کش‌مکش  ** تا بود هر استعانت از منش 
  • Bana karşı hiçbir özrü olmasın, her kötü dosttan şikâyetlenmesin dedim.
  • ورنه تا خود هیچ عذری نبودش  ** شکوتی نبود ز هر یار بدش 
  • Bu yüzlerce alâkayla beslenmeyi, yetişmeyi gördü. Onu vasıtasız olarak nasıl besledim, anladı, bildi.
  • این حضانه دید با صد رابطه  ** که بپروردم ورا بی‌واسطه 
  • Ey ulu Tanrı'nın kulu, buna karşılık şükrane olarak Nemrut oldu, Halil'i yakmaya kalkıştı.
  • شکر او آن بود ای بنده‌ی جلیل  ** که شد او نمرود و سوزنده‌ی خلیل 
  • Nitekim bu şehzade de padişaha şükran olarak ululandı, mevkiinin daha yücelmesini istedi.
  • هم‌چنان کین شاه‌زاده شکر شاه  ** کرد استکبار و استکثار جاه 
  • Ben neden başkasına tâbi olayım? Benim de bir ülkem var, ben de yeni bir ikbale sahibim dedi. 4845
  • که چرا من تابع غیری شوم  ** چونک صاحب ملک و اقبال نوم 
  • Evvelce anlattığımız gibi, padişahtan görmüş olduğu lütuf lan, ululandığı için gönlünde örtüldü gitti.
  • لطف‌های شه که ذکر آن گذشت  ** از تجبر بر دلش پوشیده گشت 
  • Nemrut da bunun gibi bilgisizlik ve körlük yüzünden o lûtufları ayağının altına aldı.
  • هم‌چنان نمرود آن الطاف را  ** زیر پا بنهاد از جهل و عمی 
  • Şimdi kâfir odu, yol kesmekte. Ululanmada, Tanrılık dâvasına kalkışmada.
  • این زمان کافر شد و ره می‌زند  ** کبر و دعوی خدایی می‌کند 
  • Üç gerges kuşuna uymuş, yüce göklere çıkmaya, benimle savaşıp vuruşmaya girişti.
  • رفته سوی آسمان با جلال  ** با سه کرکس تا کند با من قتال 
  • İbrahim'i bulup öldürmek için yüz binlerce suçsuz çocuğu öldürttü. 4850
  • صد هزاران طفل بی‌تلویم را  ** کشته تا یابد وی ابراهیم را 
  • Çünkü müneccim, yıl talihine bakmış, seninle savaşacak bir düşman doğacak.
  • که منجم گفته کاندر حکم سال  ** زاد خواهد دشمنی بهر قتال 
  • Kendine gel, o düşmanı defetmek için ihtiyatlı davran demişti. O yalan yanlış, kim olursa olsun her doğanı öldürüyordu.
  • هین بکن در دفع آن خصم احتیاط  ** هر که می‌زایید می‌کشت از خباط 
  • Onun gördüğü, vahyi getirecek çocuğu yetiştirdi. Başkalarının kanları, boynunda kaldı.
  • کوری او رست طفل وحی کش  ** ماند خون‌های دگر در گردنش 
  • Acaba o saltanatı babadan mı bulmuştu da gururu, kendisini soy sop karanlıklarına daldırdı?
  • از پدر یابید آن ملک ای عجب  ** تا غرورش داد ظلمات نسب 
  • Başkalarına ana, baba perde kesilir. Fakat o, yeninde, yakasında bulunan mücevherleri bizden buldu. 4855
  • دیگران را گر ام و اب شد حجاب  ** او ز ما یابید گوهرها به جیب 
  • Şüphe yok ki kötü bir arkadaş olan nafis, yırtıcı bir kurttur. Sen ona bak, ne diye her arkadaşa bahane bulup duruyorsun?
  • گرگ درنده‌ست نفس بد یقین  ** چه بهانه می‌نهی بر هر قرین 
  • Sapıklık âleminde her kele bir külah vardır. Çirkin kâfir ve işi gücü pislikten ibaret nefis diyorum ya.
  • در ضلالت هست صد کل را کله  ** نفس زشت کفرناک پر سفه 
  • Ey yoksul, bunun için diyorum işte. Köpeğin boynundan tasmayı çözme.
  • زین سبب می‌گویم این بنده‌ی فقیر  ** سلسله از گردن سگ برمگیر 
  • Bu köpek, terbiye edilse bile yine köpektir. "Ne mutlu nefsini aşağılayana" hükmüne uy, o, kötü damarlıdır.
  • گر معلم گشت این سگ هم سگست  ** باش ذلت نفسه کو بدرگست 
  • Taif sahtiyanı gibi bir Süheyl yıldızının etrafında döner dolaşırsan farzı yerine getirmiş olursun, 4860
  • فرض می‌آری به جا گر طایفی  ** بر سهیلی چون ادیم طایفی 
  • Nihayet Süheyl yıldızı, onu deri şerrinden kurtarır. Bu suretle de sevgilinin ayağına giydiği çediğe dönersin.
  • تا سهیلت وا خرد از شر پوست  ** تا شوی چون موزه‌ای هم‌پای دوست 
  • Bütün Kur'an, nefsin kötülüklerini anlatmadadır. Mushafa bak da, gör, fakat sende o göz nerde?
  • جمله قرآن شرح خبث نفس‌هاست  ** بنگر اندر مصحف آن چشمت کجاست 
  • Vesile bulup da peygamberle savaşmada kılı kırka yaran aşağılık kişileri anlatıp durmadadır.
  • ذکر نفس عادیان کالت بیافت  ** در قتال انبیا مو می‌شکافت