- Dağ, sana karşı ağırdır, cansızdır, fakat Davut’un önünde usta bir çalgıcı, bir okuyucudur.
- پیش تو که بس گرانست و جماد ** مطربست او پیش داود اوستاد
- Senin önünde o kırık taşlar susarlar. Fakat Ahmed’in önünde fasih bir hale gelir, hamdü senada bulunurlar.
- پیش تو آن سنگریزه ساکتست ** پیش احمد او فصیح و قانتست
- Senin önünde mescidin sütunu ölüdür, fakat Ahmed’e karşı gönlünü aldırmış bir âşıktır.
- پیش تو استون مسجد مردهایست ** پیش احمد عاشقی دل بردهایست
- Cihanın bütün cüzüleri halkın önünde ölüdür, Allah’ya karşı bilgi sahibi ve muti. 860
- جمله اجزای جهان پیش عوام ** مرده و پیش خدا دانا و رام
- Bu evde bu konakta kimse yok, neden bu davulu çalıyorsun, dedin.
- آنچ گفتی کاندرین خانه و سرا ** نیست کس چون میزنی این طبل را
- Bu halk, Allah için paralar verir, yüzlerce hayrın temelini atar, mescitler yaparlar.
- بهر حق این خلق زرها میدهند ** صد اساس خیر و مسجد مینهند
- Sarhoş âşıklar gibi uzun bir yol olan Hacca giderler, seve seve canları ile, malları ile oynarlar.
- مال و تن در راه حج دوردست ** خوش همیبازند چون عشاق مست
- Hiç o evde kimse yok derler mi? Ev sahibi, ev içinde gizlenen cana benzer.
- هیچ میگویند کان خانه تهیست ** بلک صاحبخانه جان مختبیست
- Allah nuru ile ışıklanan, sevgilinin konağını dolu görür. 865
- پر همیبیند سرای دوست را ** آنک از نور الهستش ضیا
- Nice dolu ve kalabalık konaklar vardır ki işin sonunu görenler, onları boş görürler.
- بس سرای پر ز جمع و انبهی ** پیش چشم عاقبتبینان تهی
- Kimi dilersen Kâbe’de ara da derhal önünde beliriversin.
- هر که را خواهی تو در کعبه بجو ** تا بروید در زمان او پیش رو
- Ziynetli ve yüce olan bir suret, nasıl olur da Allah yurdu olmaz, boş olur?
- صورتی کو فاخر و عالی بود ** او ز بیت الله کی خالی بود
- Ona kapı kapanmaz, o geldi mi derhal açılır. Fakat başkaları, aşkla değil, ihtiyaçlardan gelirler.
- او بود حاضر منزه از رتاج ** باقی مردم برای احتیاج
- Hacca gidenler, neden bu ses duymadan “Lebbeyk” deyip duruyoruz derler mi? 870
- هیچ میگویند کین لبیکها ** بیندایی میکنیم آخر چرا
- Hakikatte onlara şu “Lebbeyk” demeyi nasip ediş, her lâhza tek Allah’dan gelen bir sestir.
- بلک توفیقی که لبیک آورد ** هست هر لحظه ندایی از احد
- Ben de koku aldım, biliyorum bu köşk, bu konak, can meclisinin kurulduğu yerdir toprağı da kimyadır.
- من ببو دانم که این قصر و سرا ** بزم جان افتاد و خاکش کیمیا
- Hafif ve tiz nağmelerle bakırımı ebediyen onun kimyasına vurup duracağım.
- مس خود را بر طریق زیر و بم ** تا ابد بر کیمیااش میزنم
- Nihayet bu sahur davulum, denizleri coşturacak, inciler saçacak, ihsanlarda bulunacak.
- تا بجوشد زین چنین ضرب سحور ** در درافشانی و بخشایش به حور
- Halk, savaş safında Allah için canları ile oynar. 875
- خلق در صف قتال و کارزار ** جان همیبازند بهر کردگار
- Birisi Eyüp gibi belâlara düşer, öbürü Yakup gibi sabreder.
- آن یکی اندر بلا ایوبوار ** وان دگر در صابری یعقوبوار
- Yüz binlerce susuz ve muhtaç kişi, Allah için tamaha düşer, çalışır durur.
- صد هزاران خلق تشنه و مستمند ** بهر حق از طمع جهدی میکنند
- Ben de suçları yargılayan, örten Allah için bu kapıdan sahur davulu çalıyorum, benim de ümidim onda.
- من هم از بهر خداوند غفور ** میزنم بر در به اومیدش سحور
- Parasını almak için müşterimi istiyorsun? Gönül, Allah’dan daha iyi müşteri nerede var?
- مشتری خواهی که از وی زر بری ** به ز حق کی باشد ای دل مشتری
- Malından pis dağarcığı alır, sana kendinden ışıklanan bir gönül nuru verir. 880
- میخرد از مالت انبانی نجس ** میدهد نور ضمیری مقتبس
- Hakikatte yok olan şu buz kesmiş bedeni alır, vehmimize sığmaz bir saltanat ihsan eder.
- میستاند این یخ جسم فنا ** میدهد ملکی برون از وهم ما