- Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi. 890
- میزد اندر آفتابش او به خار ** او احد میگفت بهر افتخار
- Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.
- تا که صدیق آن طرف بر میگذشت ** آن احد گفتن به گوش او برفت
- Gözü doldu, gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir âşina kokusu aldı.
- چشم او پر آب شد دل پر عنا ** زان احد مییافت بوی آشنا
- Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut.
- بعد از آن خلوت بدیدش پند داد ** کز جهودان خفیه میدار اعتقاد
- Allah, gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilâl, tövbe ettim dedi.
- عالم السرست پنهان دار کام ** گفت کردم توبه پیشت ای همام
- Ertesi gün Sıddıyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu. 895
- روز دیگر از پگه صدیق تفت ** آن طرف از بهر کاری میبرفت
- Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
- باز احد بشنید و ضرب زخم خار ** برفروزید از دلش سوز و شرار
- Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi.
- باز پندش داد باز او توبه کرد ** عشق آمد توبهی او را بخورد
- Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi.
- توبه کردن زین نمط بسیار شد ** عاقبت از توبه او بیزار شد
- İnanışını açığa vurdu, bedenini belâya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman!
- فاش کرد اسپرد تن را در بلا ** کای محمد ای عدو توبهها
- Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar? 900
- ای تن من وی رگ من پر ز تو ** توبه را گنجا کجا باشد درو
- Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedî hayattan nasıl olur da tövbe edebilirim?
- توبه را زین پس ز دل بیرون کنم ** از حیات خلد توبه چون کنم
- Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığiyle şeker gibi tatlılaştım.
- عشق قهارست و من مقهور عشق ** چون شکر شیرین شدم از شور عشق
- Ey kasırga, senin önünde bir yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
- برگ کاهم پیش تو ای تند باد ** من چه دانم که کجا خواهم فتاد
- Hilâl’sem de koşuşup duruyorum Bilâl’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.
- گر هلالم گر بلالم میدوم ** مقتدی آفتابت میشوم
- Ayın bedir oluş yahut zayıflayıp eriyerek hilâl haline gelişle ne işi var? O, güneşin ardına düşmüş gölge gibi koşar durur. 905
- ماه را با زفتی و زاری چه کار ** در پی خورشید پوید سایهوار
- Kaza ve kadere karşı bir kararda durmaya kalkışan kendi sakalına güler.
- با قضا هر کو قراری میدهد ** ریشخند سبلت خود میکند
- Hem bir saman çöpü olup rüzgârın önüne düşmek, hem de bir yerde durmaya kalkışmak. Hem kıyamet, hem de sonra işe güce girişmeye kalkmak!
- کاهبرگی پیش باد آنگه قرار ** رستخیزی وانگهانی عزمکار
- Ben aşkın elinde dağarcıktaki kedi gibiyim. Bir an yukarı çıkmadayım, bir an aşağı düşmede.
- گربه در انبانم اندر دست عشق ** یکدمی بالا و یکدم پست عشق
- O, beni başının üstünde döndürüp durmada. Ne aşağıda kararım var, ne yukarıda.
- او همیگرداندم بر گرد سر ** نه به زیر آرام دارم نه زبر
- Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır. 910
- عاشقان در سیل تند افتادهاند ** بر قضای عشق دل بنهادهاند
- Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner dururlar.
- همچو سنگ آسیا اندر مدار ** روز و شب گردان و نالان بیقرار
- Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye ırmak arayanlara bir şahit olmuştur.
- گردشش بر جوی جویان شاهدست ** تا نگوید کس که آن جو راکدست
- Arktaki suyu görmüyorsan gel de değirmen taşının dönüşünü gör der.
- گر نمیبینی تو جو را در کمین ** گردش دولاب گردونی ببین
- Feleğin, o dönüp durmadan usandığı, bir karara bağlandığı yok. Sen de ey gönül, yıldız gibi ol, durup dinlenmeyi dileme.
- چون قراری نیست گردون را ازو ** ای دل اختروار آرامی مجو