- Gâh kutlulukla, vuslatta, gönülleri hoş. Gâh kutsuzlukla, ayrılıkta kendilerinden geçmişlerdir.
- گاه در سعد و وصال و دلخوشی ** گاه در نحس فراق و بیهشی
- Felekteki ay, böyle dönüp durdukça bazen kapkaranlıktır bir zamanda apaydınlık.
- ماه گردون چون درین گردیدنست ** گاه تاریک و زمانی روشنست
- Gâh balla süt gibi bahar ve yaz olur, gâh, bir ölüm yerine benzeyen kış, zemheri gelir çatar, karlar yağar. 925
- گه بهار و صیف همچون شهد و شیر ** گه سیاستگاه برف و زمهریر
- Külli olan şeyler bile onun önünde top gibi yuvarlanıp durur, çevgânına tâbi olur, secde eder.
- چونک کلیات پیش او چو گوست ** سخره و سجده کن چوگان اوست
- Sen ey gönül, bu yüz binlerce varlık içinden bir cüzüsün, nasıl olur da onun hükmüne karşı kararsız bir hale gelmezsin?
- تو که یک جزوی دلا زین صدهزار ** چون نباشی پیش حکمش بیقرار
- Beyin emrindeki ata dön, at gâh ahırda mahpustur, gâh gezer dolaşır.
- چون ستوری باش در حکم امیر ** گه در آخر حبس گاهی در مسیر
- Seni de bir mıha bağladı mı sabret, çözdü mü yürü sıçra.
- چونک بر میخت ببندد بسته باش ** چونک بگشاید برو بر جسته باش
- Güneş gökyüzünde eğri büğrü gitti mi yüzü kararır, Allah onu bir tutulmaya uğratır. 930
- آفتاب اندر فلک کژ میجهد ** در سیهروزی خسوفش میدهد
- Sen de aklını başına devşir de tutulma yerine düşmemeye savaş, bu suretle de tencere gibi yüzü kara bir hale gelme.
- کز ذنب پرهیز کن هین هوشدار ** تا نگردی تو سیهرو دیگوار
- Buluta da öyle yürüme, böyle yürü diye ateşten kırbaç vururlar.
- ابر را هم تازیانهی آتشین ** میزنندش کانچنان رو نه چنین
- Filân ovaya yağmur yağdır, buraya değil, kulağını aç diye kulağını bururlar.
- بر فلان وادی ببار این سو مبار ** گوشمالش میدهد که گوش دار
- Senin aklın, güneşten artık değildir ya. Nehyedilen fikirde kakılıp kalma.
- عقل تو از آفتابی بیش نیست ** اندر آن فکری که نهی آمد مهایست
- Ey akıl, sen de dizginini eğriltme de tutulup nursuz bir hale gelmeyesin. 935
- کژ منه ای عقل تو هم گام خویش ** تا نیاید آن خسوف رو به پیش
- Güneşin suçu az oldu mu az tutulur, yarısını tutulmuş görürsün, yarısını nurlu.
- چون گنه کمتر بود نیم آفتاب ** منکسف بینی و نیمی نورتاب
- Allah, bu suretle seni suçun ne kadarsa o kadar tutarım. Suça verilen ceza suç miktarıncadır.
- که به قدر جرم میگیرم ترا ** این بود تقریر در داد و جزا
- İster iyi olsun ister kötü... İster âşikar olsun, ister gizli... Biz her şeyi duyarız, her şeyi görürüz der.
- خواه نیک و خواه بد فاش و ستیر ** بر همه اشیا سمیعیم و بصیر
- Babacığım, bundan geç, nevruz oldu, halk, Allah lütfuna ulaştı, herkesin ağzına tat geldi.
- زین گذر کن ای پدر نوروز شد ** خلق از خلاق خوش پدفوز شد
- Yine ırmağımıza can suyu geldi. Yine padişahımız köyümüze kondu. 940
- باز آمد آب جان در جوی ما ** باز آمد شاه ما در کوی ما
- Baht, salınıp gezmede, eteğini sürmede, tövbeyi bozma zamanı geldi diye naralar atmadadır.
- میخرامد بخت و دامن میکشد ** نوبت توبه شکستن میزند
- Yine sel geldi, tövbeyi silip süpürdü. Bekçi uykuya daldı, fırsat vakti gelip çattı.
- توبه را بار دگر سیلاب برد ** فرصت آمد پاسبان را خواب برد
- Her mahmur, şarap içti, sarhoş oldu. Bu gece varımızı, yoğumuzu rehine koyacağız.
- هر خماری مست گشت و باده خورد ** رخت را امشب گرو خواهیم کرد
- O canlara canlar katan lâl şarapla, lâl içinde lâl olduk, lâl içinde lâl kesildik.
- زان شراب لعل جان جانفزا ** لعل اندر لعل اندر لعل ما
- Yine meclis şenlendi, gönülleri parlattı. Kalk, kem göz değmesin diye mangala çörekotu at. 945
- باز خرم گشت مجلس دلفروز ** خیز دفع چشم بد اسپند سوز
- Güzel sarhoşların naralarını duyuyorum. Canım, ta sonuna kadar böyle olmayalım işte.
- نعرهی مستان خوش میآیدم ** تا ابد جانا چنین میبایدم
- İşte bir Hilâl bir Bilâl’e dost oldu. Diken yarası, ona gül ve gülnar kesildi.
- نک هلالی با بلالی یار شد ** زخم خار او را گل و گلزار شد