- Vehme, sevdaya kapılıp dönmede, dolaşmada, bu cennete virane adını takmadasın.
- وهم و سودایی دریشان میتنی ** نام این فردوس ویران میکنی
- Kötü huylu herif, bu delilik, bu saçma fikirler, kafadan çıkıncaya kadar kafana vuracağız senin.
- بر سرت چندان زنیم ای بد صفات ** که بگویی ترک شید و ترهات
- Bu sözlerle onu doğuya karşı çarmıha geriyorlar, elbiselerini soyup çıplak vücudunu diken dallarıyla dövüyorlar. 965
- پیش مشرق چارمیخش میکنند ** تن برهنه شاخ خارش میزنند
- Bedeninden yüzlerce kan ırmağı fışkırmada. Öyle olduğu halde “Ahad” diyerek baş koymada.
- از تنش صد جای خون بر میجهد ** او احد میگوید و سر مینهد
- Dinini gizle, melûn kâfirlerden sırrını sakla diye öğütler verdim.
- پندها دادم که پنهان دار دین ** سر بپوشان از جهودان لعین
- Fakat o âşık, kıyamete ulaşmış... Ona tövbe kapısı kapanmış.
- عاشق است او را قیامت آمدست ** تا در توبه برو بسته شدست
- Hem âşıklık, hem tövbe, hem de sabretme imkânı. Bu, pek imkânsız bir şeydir canım efendim.
- عاشقی و توبه یا امکان صبر ** این محالی باشد ای جان بس سطبر
- Tövbe bir kurtçağızdır, aşksa bir ejderhaya benzer. Tövbe, halkın sıfatıdır, aşksa Allah sıfatı. 970
- توبه کردم و عشق همچون اژدها ** توبه وصف خلق و آن وصف خدا
- Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’nın vasıflarındandır.Ondan başkasına âşık olma, geçici bir hevestir.
- عشق ز اوصاف خدای بینیاز ** عاشقی بر غیر او باشد مجاز
- Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır.
- زانک آن حسن زراندود آمدست ** ظاهرش نور اندرون دود آمدست
- Nur gitti de duman meydana çıktı mı mecazi aşk, derhal soğur, donar.
- چون رود نور و شود پیدا دخان ** بفسرد عشق مجازی آن زمان
- O güzellik aslına gider, beden kokmuş rüsvay, kötü bir halde kalır.
- وا رود آن حسن سوی اصل خود ** جسم ماند گنده و رسوا و بد
- Ayın nuru da aya döndü mü duvardaki aksi gider, o duvar simsiyah kesilir. 975
- نور مه راجع شود هم سوی ماه ** وا رود عکسش ز دیوار سیاه
- O nakış, o boya gitti mi su ve toprak kalır. Ay olmayınca o duvar şeytan gibi bir hale düşer.
- پس بماند آب و گل بی آن نگار ** گردد آن دیوار بی مه دیووار
- Kalp altının yüzünden altını gidince, o altın, kendi madenine dönünce,
- قلب را که زر ز روی او بجست ** بازگشت آن زر بکان خود نشست
- Kepaze bakır, duman gibi kala kalır. Bu yüzden de ona âşık olanın yüzü kararır.
- پس مس رسوا بماند دود وش ** زو سیهروتر بماند عاشقش
- Gözlülerse altın madenine âşık olurlar. Aşkları, her gün biraz daha artar.
- عشق بینایان بود بر کان زر ** لاجرم هر روز باشد بیشتر
- Çünkü altın madenine altınlıkta ortak yoktur. Merhaba ey şüphesiz, hilesiz altın madeni! 980
- زانک کان را در زری نبود شریک ** مرحبا ای کان زر لاشک فیک
- Kim kalp bir akçayı altın madenine ortak ederse asıl altın, mekânsızlık madenine gitti mi,
- هر که قلبی را کند انباز کان ** وا رود زر تا بکان لامکان
- Âşık da ıstırabından ölür, mâşuk da. İkisi de âdeta suyu çekilmiş girdaptaki balığa döner.
- عاشق و معشوق مرده ز اضطراب ** مانده ماهی رفته زان گرداب آب
- Allah’ya ait olan aşk, yücelik güneşidir. Halk da gölge gibi onun nurunun emrindedir.
- عشق ربانیست خورشید کمال ** امر نور اوست خلقان چون ظلال
- Mustafa, bu vakayı duyunca hoş bir surette ferahladı, neşelendi Ebubekir’de bu hali görünce söz söylemeye iştahlandı.
- مصطفی زین قصه چون خوش برشکفت ** رغبت افزون گشت او را هم بگفت
- Mustafa gibi bir dinleyici duyunca her kılı, ayrı bir dil oldu. 985
- مستمع چون یافت همچون مصطفی ** هر سر مویش زبانی شد جدا
- Mustafa dedi ki: Peki, ne çaresi var şimdi? Ebubekir ben ona müşteriyim dedi...
- مصطفی گفتش که اکنون چاره چیست ** گفت این بنده مر او را مشتریست
- Efendisi ne isterse zarara ziyana bakmadan alacağım.
- هر بها که گوید او را میخرم ** در زیان و حیف ظاهر ننگرم