- Düşman büyü yaparak karı ile kocayı birbirine çirkin gösterir, nihayet aralarına ayrılık düşer.
- زشت گرداند به جادویی عدو ** تا طلاق افتد میان جفت و شو
- Onların gözlerini büyüyle kapattılar da böyle değerli bir inciyi aşağılık kişiye sattılar.
- دیدههاشان را به سحر میدوختند ** تا چنین جوهر به خس بفروختند
- 1000.Bu inci, iki âlemden de üstündür. Gel de hemen şu eşek gibi bir şeyden anlamayan çocuktan satın al. 1000
- این گهر از هر دو عالم برترست ** هین بخر زین طفل جاهل کو خرست
- Eşeğe göre katır boncuğu ile inci birdir. O eşek ,zaten inciyle denizin vücudunda şüphe eder.
- پیش خر خرمهره و گوهر یکیست ** آن اشک را در در و دریا شکیست
- O denizi de inkâr eder, incilerini de. Hiç hayvan, inciyi süsü püsü arar mı?
- منکر بحرست و گوهرهای او ** کی بود حیوان در و پیرایهجو
- Allah, lâl ve inci aramaz. Allah, onun kafasına böyle bir şey koymamıştır.
- در سر حیوان خدا ننهاده است ** کو بود در بند لعل و درپرست
- Hiç eşeklerde küpe gördün mü? Eşeğin kulağı da yeşilliktedir aklı da.
- مر خران را هیچ دیدی گوشوار ** گوش و هوش خر بود در سبزهزار
- Vettini suresindeki “İnsanı en güzel şekilde yarattık” âyetini oku. Ey dost ,en değerli inci candır. 1005
- احسن التقویم در والتین بخوان ** که گرامی گوهرست ای دوست جان
- En güzel şekli olan insan şekli, arştan da üstündür, düşünceye de sığmaz.
- احسن التقویم از عرش او فزون ** احسن التقویم از فکرت برون
- Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem ben de yanarım, duyan da yanar.
- گر بگویم قیمت این ممتنع ** من بسوزم هم بسوزد مستمع
- Burada artık sus dudağını yum, eşeğini bu tarafa sürme. Sıddıyk da o eşeklerin yanına gitti.
- لب ببند اینجا و خر این سو مران ** رفت این صدیق سوی آن خران
- Kapının halkasını dövdü. Kapı açılınca o kâfirin evine âdeta kendinden geçmiş bir halde girdi.
- حلقه در زد چو در را بر گشود ** رفت بیخود در سرای آن جهود
- Kendinden geçmiş sarhoş ve ateşli bir halde oturdu. Ağzından bir hayli acı sözler çıktı. 1010
- بیخود و سرمست و پر آتش نشست ** از دهانش بس کلام تلخ جست
- Dedi ki: Bu Allah dostunu nasıl dövüyorsun? Ey apaçık düşman bu ne haset?
- کین ولی الله را چون میزنی ** این چه حقدست ای عدو روشنی
- Kendi dininde doğru isen doğru sözlü bir adama zulmetmeye gönlün nasıl razı oluyor?
- گر ترا صدقیست اندر دین خود ** ظلم بر صادق دلت چون میدهد
- Ey kâfirlik dininde karı olan, nasıl oluyor da bir şehzadeye karşı böyle bir zanda bulunuyorsun?
- ای تو در دین جهودی مادهای ** کین گمان داری تو بر شهزادهای
- Ey ebedî lânete uğramış, ey merdut adam, daima adamı eğri büğrü gösteren aynaya bakma.
- در همه ز آیینهی کژساز خود ** منگر ای مردود نفرین ابد
- O anda Sıddıyk’ın ağzından çıkan sözleri söylesem elini ayağını kaybedersin. 1015
- آنچ آن دم از لب صدیق جست ** گر بگویم گم کنی تو پای و دست
- O hikmet kaynakları cihetsizlik makamından coşmada, dudağından Fırat gibi kaynayıp akmada idi.
- آن ینابیع الحکم همچون فرات ** از دهان او دوان از بیجهات
- Herhangi bir taştan su kaynar, akar. Bu su, taşın ne yanından gelir, ne ortasından.
- همچو از سنگی که آبی شد روان ** نه ز پهلو مایه دارد نه از میان
- Allah o taşı kendisine bir siper yapmıştır. O gök renkli suyu, o taştan akıtıp durmadadır.
- اسپر خود کرده حق آن سنگ را ** بر گشاده آب مینارنگ را
- Nitekim senin göz kaynağından da nur, hiç eksilmeden akıp durmadadır.
- همچنانک از چشمهی چشم تو نور ** او روان کردست بیبخل و فتور
- O nur, ne yağdan meydana gelir, ne deriden. Dost, yaratılışta, o gözü, nura bir vesile yapmıştır. 1020
- نه ز پیه آن مایه دارد نه ز پوست ** رویپوشی کرد در ایجاد دوست
- Kulak boşluğunda da çekici bir yel vardır. Söyleyenin yalan olsun doğru olsun sözlerini duyar anlar.
- در خلای گوش باد جاذبش ** مدرک صدق کلام و کاذبش
- O küçücük kemikteki yel nasıl bir yeldir ki söz söyleyenin harfini, sesini alıyor?
- آن چه بادست اندر آن خرد استخوان ** کو پذیرد حرف و صوت قصهخوان