English    Türkçe    فارسی   

1
1087-1136

  • Onun âlemi kendi görüşüne göre olur. Gözü, bu kadardır, denizi de ona göre!
  • Bâtıl tevilci, sinek gibidir. Vehmi eşek sidiği, tevil ve tasavvuru saman çöpüdür.
  • Eğer sinek kendi reyiyle saplandığı tevilden geçse, baht o sineği hümâ yapar.
  • Bu ibret gözüne sahip olan sinek olmaz; ruhu, surete lâyık olmayacak derecede yüksek bir zat olur, 1090
  • Tavşanın geç gelmesinden aslanın incinmesi
  • Aslanla pençeleşen o tavşan gibi. Onun ruhu, nasıl olur da küçücük cüssesine lâyık olur?
  • Aslan, hiddetle: “Düşman, aldatıcı sözlerle gözümü kapattı.
  • Cebrîlerin hileleri beni bağladı, tahta kılıçları vücudumu yordu.
  • Bundan sonra ben artık o gürültüyü dinlemem. Onlar hep şeytanların, gulyabanilerin sesleri!
  • Ey gönül; durma, onları parçala, derilerini yüz. Zaten onlar deriden başka bir şey değildir!” diyordu. 1095
  • Deriden maksat nedir? Renk renk lâflar… Su üstündeki, durmalarına imkân olmayan menevişler gibi.
  • Bu söz deri gibidir, mana onun içi; bu söz, ceset gibidir, mana, can.
  • Kötü iç’in ayıbını deri örter; iyi iç’i de gayret dolayısıyla Gayb âlemi.
  • Kalemin rüzgârdan, kâğıdın sudan olursa ne yazarsan derhal yok olur.
  • Manasız söz, su üstüne yazılan yazıdır. Ondan vefa umarsan iki elini ısırarak dönersin (pişman olur). 1100
  • Rüzgâr, insandaki heva ve arzudur. Heva ve hevesten geçersen Tanrı’nın haberi karlı, ondan haber alırsın.
  • Tanrı’nın haberleri çok hoştu; çünkü baştan sona kadar ebedîdir.
  • Peygamberlerin ululuğundan ve hutbelerinden gayrı padişahların hutbeleri, ululukları, adları, sanları değişir, baki kalmaz.
  • Çünkü padişahların kuvvetleri hevadandır. Peygamberlerin icazetnameleri ise ululuk sahibi Tanrı’dandır.
  • Paralara padişahların adlarını kazırlar; Ahmed’in adını ise kıyamete kadar hâk kederler. 1105
  • Ahmed’in adı, bütün Peygamberlerin adıdır. Yüz, elimizde olunca doksan da bizde demektir.
  • Yine tavşanın hilesi ve gitmede gecikmesi
  • Tavşan aslana gitmede epeyce gecikti. Yapacağı hileyi kendisince kararlaştırdı.
  • Bir hayli geciktikten sonra aslanın kulağına bir iki sır söylemek üzere yola düştü.
  • Akıl diyarında nice âlimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar engindir!
  • Bizim şu şeklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kâseler gibi yüzer. 1110
  • İçi dolu olmadıkça kap, suyun yüzündedir. Dolunca denize batar.
  • Akıl gizlidir, ortada bir âlem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından yahut ıslaklığından ibarettir.
  • Suret, o denize ulaşmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin, deniz; sureti, o vesile yüzünden daha uzağa atar.
  • Gönül kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe.
  • Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur! 1115
  • O yiğit, atını kaybolmuş sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla koşturmuştur!
  • O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar, sorar:
  • “Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi, şu uyluğunun altındaki mahlûk ne?
  • Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel!
  • Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir. 1120
  • Kırmızı, yeşil ve sarı… Bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün?
  • Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nurunu görmene engel oldu.
  • Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın.
  • Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir.
  • Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür. İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür. 1125
  • Gözünün nurunun nuru da gönüldür. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir.
  • Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Tanrı nurudur.
  • Gece nur olmadığı için renkleri görmedin. O halde nûrun zıddiyle münkeşif oldu ki. (T.M. 1126)
  • Evvelâ nûr, sonra renk görülür, bunu da zıddı bulunan zulmetle anlarsın. (T.M. 1127)
  • Tanrı; bu zıddiyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı. 1130
  • Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakk’ın zıddı olmadığından gizlidir.
  • Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt olduğu için meydana çıkar.
  • Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır, gösterir.
  • Varlık âleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.
  • Hulâsa gözlerimiz onu idrak edemez; o bizi görür, idrak eder. Sen bunu, Mûsâ ile Tûr kıssasında gör! 1135
  • Suretle manayı; aslanla orman yahut ses ve sözle düşünce gibi bil!