English    Türkçe    فارسی   

1
1113-1162

  • Suret, o denize ulaşmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin, deniz; sureti, o vesile yüzünden daha uzağa atar.
  • Gönül kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe.
  • Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur! 1115
  • O yiğit, atını kaybolmuş sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla koşturmuştur!
  • O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar, sorar:
  • “Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi, şu uyluğunun altındaki mahlûk ne?
  • Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel!
  • Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir. 1120
  • Kırmızı, yeşil ve sarı… Bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün?
  • Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nurunu görmene engel oldu.
  • Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın.
  • Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir.
  • Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür. İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür. 1125
  • Gözünün nurunun nuru da gönüldür. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir.
  • Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Tanrı nurudur.
  • Gece nur olmadığı için renkleri görmedin. O halde nûrun zıddiyle münkeşif oldu ki. (T.M. 1126)
  • Evvelâ nûr, sonra renk görülür, bunu da zıddı bulunan zulmetle anlarsın. (T.M. 1127)
  • Tanrı; bu zıddiyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı. 1130
  • Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakk’ın zıddı olmadığından gizlidir.
  • Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt olduğu için meydana çıkar.
  • Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır, gösterir.
  • Varlık âleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.
  • Hulâsa gözlerimiz onu idrak edemez; o bizi görür, idrak eder. Sen bunu, Mûsâ ile Tûr kıssasında gör! 1135
  • Suretle manayı; aslanla orman yahut ses ve sözle düşünce gibi bil!
  • Bu söz, bu ses; düşünceden meydana geldi. Fakat düşünce denizi nerede? Onu bilmezsin.
  • Ama lâtif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacağını anlarsın.
  • Bilgiden düşünce dalgası zuhura gelince mana, söz ve sesten bir suret düzdü.
  • Sözden bir şekil doğdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti. 1140
  • Suret sûretsizlikten çıktı, yine sûretsizliğe döndü. Zira biz yine Tanrı’ya döneceğiz.
  • Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa “dünya bir andan ibarettir” buyurdu.
  • Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Tanrı’ya gelir.
  • Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz, dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz.
  • Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat cesette bir daimîlik gösterir. 1145
  • Elinde hızlı hızlı oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ateş hattı gibi görünürse ömür de pek çabuk akıp geçtiğinden daimî bir şekilde görünür.
  • Ateşli çöpü sallasan ateş gözüne upuzun görünür.
  • Bu ömür uzunluğunu da Tanrı’nın tez tez halk etmesindendir. Tanrı’nın yeniden yeniye ve süratle halk etmesi, ömrü öyle uzun e daimî gösterir.
  • Bu sırrı bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir âlim bile olsa (kendiliğinden bilemez, ona de ki: işte Husâmeddin buracıktadır. O yüce bir kitaptır ondan öğren)
  • Tavşanın aslan huzuruna gelmesi, aslanın ona kızması
  • Aslanın kızgınlığı arttı, titizlendi. Baktı ki tavşan, uzaktan geliyor. 1150
  • Korkusuz ve çalımlı bir tavırla hiddetli, titiz, kızgın, suratı asık bir halde koşmakta.
  • Çünkü müteessir ve zebun bir halde gelişten suçluluk anlaşılır. Ama cesurluk her türlü şüpheyi giderir.
  • Aslanın hizasına yaklaşıp ilerleyince aslan bağırdı: “Bire adam evlâdı olmayan!
  • Ben ki filleri parça parça etmişim; ben ki erkek aslanların kulağını burmuşum;
  • Bir tavşan parçası kim oluyor ki böyle benim emrimi ayakaltına atsın! 1155
  • Tavşan uykusunu ve gafletini bırak; ey eşek, bu aslanın kükreyişini dinle!”
  • Tavşanın mazeretini söylemesi ve aslana yaltaklanması
  • Tavşan dedi ki: “Eğer efendimiz affederlerse aman dileyeceğim, mazeretim var.”
  • Aslan “Ey ahmaklardan arta kalan, bu ne biçim özür? Padişahlar huzuruna bu zaman mı gelinir?
  • Sen vakitsiz öten horozsun başını kesmeli. Ahmağın mazereti dinlenmez.
  • Ahmağın özrü kabahatinden beter olur. Cahilin özrü her ilmin zehridir. 1160
  • Ey tavşan! Senin özründe bilgi yok. Ben tavşan değilim ki kulağıma sokasın” dedi.
  • Tavşan “Padişahım, adam olmayanı da adam sırasına koy; zulüm görenin mazeretine kulak ver!