English    Türkçe    فارسی   

1
1128-1177

  • Gece nur olmadığı için renkleri görmedin. O halde nûrun zıddiyle münkeşif oldu ki. (T.M. 1126)
  • شب نبد نوری ندیدی رنگها ** پس به ضد نور پیدا شد ترا
  • Evvelâ nûr, sonra renk görülür, bunu da zıddı bulunan zulmetle anlarsın. (T.M. 1127)
  • دیدن نور است آن گه دید رنگ ** وین به ضد نور دانی بی‌‌درنگ‌‌
  • Tanrı; bu zıddiyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı. 1130
  • رنج و غم را حق پی آن آفرید ** تا بدین ضد خوش دلی آید پدید
  • Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakk’ın zıddı olmadığından gizlidir.
  • پس نهانیها به ضد پیدا شود ** چون که حق را نیست ضد پنهان بود
  • Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt olduğu için meydana çıkar.
  • که نظر بر نور بود آن گه به رنگ ** ضد به ضد پیدا بود چون روم و زنگ‌‌
  • Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır, gösterir.
  • پس به ضد نور دانستی تو نور ** ضد ضد را می‌‌نماید در صدور
  • Varlık âleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.
  • نور حق را نیست ضدی در وجود ** تا به ضد او را توان پیدا نمود
  • Hulâsa gözlerimiz onu idrak edemez; o bizi görür, idrak eder. Sen bunu, Mûsâ ile Tûr kıssasında gör! 1135
  • لاجرم أبصارنا لا تدرکه ** و هو یدرک بین تو از موسی و که‌‌
  • Suretle manayı; aslanla orman yahut ses ve sözle düşünce gibi bil!
  • صورت از معنی چو شیر از بیشه دان ** یا چو آواز و سخن ز اندیشه دان‌‌
  • Bu söz, bu ses; düşünceden meydana geldi. Fakat düşünce denizi nerede? Onu bilmezsin.
  • این سخن و آواز از اندیشه خاست ** تو ندانی بحر اندیشه کجاست‌‌
  • Ama lâtif bir söz dalgası görünce onun denizinin de kadri yüce bir deniz olacağını anlarsın.
  • لیک چون موج سخن دیدی لطیف ** بحر آن دانی که باشد هم شریف‌‌
  • Bilgiden düşünce dalgası zuhura gelince mana, söz ve sesten bir suret düzdü.
  • چون ز دانش موج اندیشه بتاخت ** از سخن و آواز او صورت بساخت‌‌
  • Sözden bir şekil doğdu, yine öldü. Dalga kendini yine denize iletti. 1140
  • از سخن صورت بزاد و باز مرد ** موج خود را باز اندر بحر برد
  • Suret sûretsizlikten çıktı, yine sûretsizliğe döndü. Zira biz yine Tanrı’ya döneceğiz.
  • صورت از بی‌‌صورتی آمد برون ** باز شد که إنا إليه راجعون‌‌
  • Şu halde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa “dünya bir andan ibarettir” buyurdu.
  • پس ترا هر لحظه مرگ و رجعتی است ** مصطفی فرمود دنیا ساعتی است‌‌
  • Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Tanrı’ya gelir.
  • فکر ما تیری است از هو در هوا ** در هوا کی پاید آید تا خدا
  • Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz, dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz.
  • هر نفس نو می‌‌شود دنیا و ما ** بی‌‌خبر از نو شدن اندر بقا
  • Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat cesette bir daimîlik gösterir. 1145
  • عمر همچون جوی نو نو می‌‌رسد ** مستمری می‌‌نماید در جسد
  • Elinde hızlı hızlı oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ateş hattı gibi görünürse ömür de pek çabuk akıp geçtiğinden daimî bir şekilde görünür.
  • آن ز تیری مستمر شکل آمده ست ** چون شرر کش تیز جنبانی به دست‌‌
  • Ateşli çöpü sallasan ateş gözüne upuzun görünür.
  • شاخ آتش را بجنبانی به ساز ** در نظر آتش نماید بس دراز
  • Bu ömür uzunluğunu da Tanrı’nın tez tez halk etmesindendir. Tanrı’nın yeniden yeniye ve süratle halk etmesi, ömrü öyle uzun e daimî gösterir.
  • این درازی مدت از تیزی صنع ** می‌‌نماید سرعت انگیزی صنع‌‌
  • Bu sırrı bilmek isteyen, pek büyük ve derin bir âlim bile olsa (kendiliğinden bilemez, ona de ki: işte Husâmeddin buracıktadır. O yüce bir kitaptır ondan öğren)
  • طالب این سر اگر علامه‌‌ای است ** نک حسام الدین که سامی نامه‌‌ای است‌‌
  • Tavşanın aslan huzuruna gelmesi, aslanın ona kızması
  • رسیدن خرگوش به شیر و خشم شیر بر وی‌‌
  • Aslanın kızgınlığı arttı, titizlendi. Baktı ki tavşan, uzaktan geliyor. 1150
  • شیر اندر آتش و در خشم و شور ** دید کان خرگوش می‌‌آید ز دور
  • Korkusuz ve çalımlı bir tavırla hiddetli, titiz, kızgın, suratı asık bir halde koşmakta.
  • می‌‌دود بی‌‌دهشت و گستاخ او ** خشمگین و تند و تیز و ترش رو
  • Çünkü müteessir ve zebun bir halde gelişten suçluluk anlaşılır. Ama cesurluk her türlü şüpheyi giderir.
  • کز شکسته آمدن تهمت بود ** وز دلیری دفع هر ریبت بود
  • Aslanın hizasına yaklaşıp ilerleyince aslan bağırdı: “Bire adam evlâdı olmayan!
  • چون رسید او پیشتر نزدیک صف ** بانگ بر زد شیرهای ای ناخلف‌‌
  • Ben ki filleri parça parça etmişim; ben ki erkek aslanların kulağını burmuşum;
  • من که گاوان را ز هم بدریده‌‌ام ** من که گوش پیل نر مالیده‌‌ام‌‌
  • Bir tavşan parçası kim oluyor ki böyle benim emrimi ayakaltına atsın! 1155
  • نیم خرگوشی که باشد که چنین ** امر ما را افکند او بر زمین‌‌
  • Tavşan uykusunu ve gafletini bırak; ey eşek, bu aslanın kükreyişini dinle!”
  • ترک خواب غفلت خرگوش کن ** غره‌‌ی این شیر ای خر گوش کن‌‌
  • Tavşanın mazeretini söylemesi ve aslana yaltaklanması
  • عذر گفتن خرگوش‌‌
  • Tavşan dedi ki: “Eğer efendimiz affederlerse aman dileyeceğim, mazeretim var.”
  • گفت خرگوش الامان عذریم هست ** گر دهد عفو خداوندیت دست‌‌
  • Aslan “Ey ahmaklardan arta kalan, bu ne biçim özür? Padişahlar huzuruna bu zaman mı gelinir?
  • گفت چه عذر ای قصور ابلهان ** این زمان آیند در پیش شهان‌‌
  • Sen vakitsiz öten horozsun başını kesmeli. Ahmağın mazereti dinlenmez.
  • مرغ بی‌‌وقتی سرت باید برید ** عذر احمق را نمی شاید شنید
  • Ahmağın özrü kabahatinden beter olur. Cahilin özrü her ilmin zehridir. 1160
  • عذر احمق بدتر از جرمش بود ** عذر نادان زهر هر دانش بود
  • Ey tavşan! Senin özründe bilgi yok. Ben tavşan değilim ki kulağıma sokasın” dedi.
  • عذرت ای خرگوش از دانش تهی ** من چه خرگوشم که در گوشم نهی‌‌
  • Tavşan “Padişahım, adam olmayanı da adam sırasına koy; zulüm görenin mazeretine kulak ver!
  • گفت ای شه ناکسی را کس شمار ** عذر استم دیده‌‌ای را گوش دار
  • Hele mevkiinin sadakası olarak yolunu şaşıranı kendi yolundan sürme!
  • خاص از بهر زکات جاه خود ** گمرهی را تو مران از راه خود
  • Bütün ırmaklara su veren deniz bile her çöpü başının üstünde taşır.
  • بحر کاو آبی به هر جو می‌‌دهد ** هر خسی را بر سر و رو می‌‌نهد
  • Deniz, bu kereminden dolayı eksilmez; ihsanı yüzünden aşağılaşmaz” dedi. 1165
  • کم نخواهد گشت دریا زین کرم ** از کرم دریا نگردد بیش و کم‌‌
  • Aslan dedi ki: “Ben yerinde ve lâyık olana kerem ve ihsanda bulunurum; herkesin elbisesini boyuna göre biçerim.”
  • گفت دارم من کرم بر جای او ** جامه‌‌ی هر کس برم بالای او
  • Tavşan “Dinle, eğer lûtfa lâyık değilsem kahır ejderhasının önüne baş koydum, ne yaparsan yap!
  • گفت بشنو گر نباشم جای لطف ** سر نهادم پیش اژدرهای عنف‌‌
  • Ben kuşluk vakti yola düştüm, arkadaşımla padişahıma geliyordum.
  • من به وقت چاشت در راه آمدم ** با رفیق خود سوی شاه آمدم‌‌
  • Arkadaşlarımla, senin için başka bir tavşanı da bana yoldaş etmiştiler.
  • با من از بهر تو خرگوشی دگر ** جفت و همره کرده بودند آن نفر
  • Bir erkek aslan, kulunuzun kanına kastetti. Yolda, bu iki yoldaşa da sataştı. 1170
  • شیری اندر راه قصد بنده کرد ** قصد هر دو همره آینده کرد
  • Ben ona “Biz padişahlar padişahının kuluyuz, o kapının iki küçük kapı yoldaşıyız” dedim.
  • گفتمش ما بنده‌‌ی شاهنشه‌‌ایم ** خواجه‌‌تاشان که آن درگه‌‌ایم‌‌
  • Dedi ki: “Utan be! Padişahlar padişahı dediğin kim oluyor? Benim huzurumda öyle her adam olamayanın adını anma!
  • گفت شاهنشه که باشد شرم دار ** پیش من تو یاد هر ناکس میار
  • Eğer huzurumdan iki adım ileri atarsan seni de, padişahını da paramparça ederim.”
  • هم ترا و هم شهت را بر درم ** گر تو با یارت بگردید از درم‌‌
  • “Beni bırak, bir kerecik daha padişahımın yüzünü görüp seni haber vereyim” dedim.
  • گفتمش بگذار تا بار دگر ** روی شه بینم برم از تو خبر
  • Dedi ki: “Yoldaşını huzurumda rehin bırak; yoksa sen benim kanunumca kurbansın.” 1175
  • گفت همره را گرو نه پیش من ** ور نه قربانی تو اندر کیش من‌‌
  • Ona çok yalvardık, hiç fayda etmedi. Yoldaşımı alıp beni yalnız bıraktı.
  • لابه کردیمش بسی سودی نکرد ** یار من بستد مرا بگذاشت فرد
  • Arkadaşım hem şişmanlık ve letafetçe, hem de güzellik ve irilik bakımından benim üç mislimdi.
  • یارم از زفتی دو چندان بد که من ** هم به لطف و هم به خوبی هم به تن‌‌