- Onun da cezasını vereyim, onun gibi yüz tanesinin de. Fakat bu sözün yalansa seni cezalandırırım.”
- تا سزای او و صد چون او دهم ** ور دروغ است این سزای تو دهم
- Tavşan; onu, kurduğu dolaba düşürmek için kılavuz gibi öne düştü.
- اندر آمد چون قلاووزی به پیش ** تا برد او را به سوی دام خویش
- Nişan koyduğu bir kuyuya doğru yola çıktılar. Aslana derin bir kuyuyu tuzak yapmıştı.
- سوی چاهی کاو نشانش کرده بود ** چاه مغ را دام جانش کرده بود
- Her ikisi de kuyunun bulunduğu yere yaklaştılar. İşte sana hilebaz, saman altından su yürüten bir tavşan! 1185
- میشدند این هر دو تا نزدیک چاه ** اینت خرگوشی چو آبی زیر کاه
- Su bir saman çöpünü ovaya götürür ama bir dağı nasıl sürükler acaba?
- آب کاهی را به هامون میبرد ** آب کوهی را عجب چون میبرد
- Onun hile tuzağı aslana kemenetti. Ne tuhaf tavşan ki bir aslanı avlıyor!
- دام مکر او کمند شیر بود ** طرفه خرگوشی که شیری میربود
- Bir Mûsâ, Firavun’u askeriyle, başındaki kalabalıkla Nil nehrinde öldürür;
- موسیی فرعون را با رود نیل ** میکشد با لشکر و جمع ثقیل
- Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervasızca başın beynini yarar.
- پشهای نمرود را با نیم پر ** میشکافد بیمحابا درز سر
- Düşman sözü dinleyenin hali budur. Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör! 1190
- حال آن کاو قول دشمن را شنود ** بین جزای آن که شد یار حسود
- Hâmân’ı dinleyen Firavunun, Şeytan’ı dinleyen Nemrûd’un hali budur.
- حال فرعونی که هامان را شنود ** حال نمرودی که شیطان را شنود
- Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil!
- دشمن ار چه دوستانه گویدت ** دام دان گر چه ز دانه گویدت
- Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lütufta bulunursa onu kahır bil!
- گر ترا قندی دهد آن زهر دان ** گر به تن لطفی کند آن قهر دان
- Kaza gelince kabuktan başka bir şey göremez, düşmanları dostlardan ayıramazsın.
- چون قضا آید نبینی غیر پوست ** دشمنان را باز نشناسی ز دوست
- Böyle olunca yalvarmaya başla, ağlayıp inlemeye, tesbihe, oruca devam et! 1195
- چون چنین شد ابتهال آغاز کن ** ناله و تسبیح و روزه ساز کن
- “Rabbim, sen gaipleri bilirsin. Günahtan dolayı bizden intikam alma” diye yalvar, yakar!
- ناله میکن کای تو علام الغیوب ** زیر سنگ مکر بد ما را مکوب
- “Ey aslanları yaratan! Eğer biz bir köpeklik etmişsek bu pusudan bizim üstümüze aslanı saldırma!
- گر سگی کردیم ای شیر آفرین ** شیر را مگمار بر ما زین کمین
- Güzel suya ateş şeklini, ateşe de su letafini verme!” diye niyaz et!
- آب خوش را صورت آتش مده ** اندر آتش صورت آبی منه
- Yarabbi, sen kahır şarabıyla insanı sarhoş edersen yok olan şeylere varlık suretini verir, onları var gibi gösterirsin.
- از شراب قهر چون مستی دهی ** نیستها را صورت هستی دهی
- Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görecek derecede gözün bağlanması, görmemesidir. 1200
- چیست مستی بند چشم از دید چشم ** تا نماید سنگ گوهر پشم یشم
- Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacı göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir!
- چیست مستی حسها مبدل شدن ** چوب گز اندر نظر صندل شدن
- Kaza gelince aydın gözlerin bile bağlanacağını bildiren Süleyman hikâyesi
- قصهی هدهد و سلیمان در بیان آن که چون قضا آید چشمهای روشن بسته شود
- Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna geldiler.
- چون سلیمان را سراپرده زدند ** جمله مرغانش به خدمت آمدند
- Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, başla bir bir koştular.
- هم زبان و محرم خود یافتند ** پیش او یک یک به جان بشتافتند
- Bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle konuşmasından daha fasih bir surette Süleyman’la konuşmaya başlamışlardı.
- جمله مرغان ترک کرده جیک جیک ** با سلیمان گشته افصح من اخیک
- Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer. 1205
- هم زبانی خویشی و پیوندی است ** مرد با نامحرمان چون بندی است
- Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler.
- ای بسا هندو و ترک هم زبان ** ای بسا دو ترک چون بیگانگان
- Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir.
- پس زبان محرمی خود دیگر است ** هم دلی از هم زبانی بهتر است
- Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.
- غیر نطق و غیر ایما و سجل ** صد هزاران ترجمان خیزد ز دل
- Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işlerine ait şeyleri.
- جمله مرغان هر یکی اسرار خود ** از هنر وز دانش و از کار خود
- Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için öğünüyorlardı. 1210
- با سلیمان یک به یک وامینمود ** از برای عرضه خود را میستود
- Bu öğünmek kibirden, varlıktan dolayı değildi. Her kuş, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye öğünüyordu.
- از تکبر نی و از هستی خویش ** بهر آن تا ره دهد او را به پیش
- Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arz eder.
- چون بباید بردهای را خواجهای ** عرضه دارد از هنر دیباجهای
- Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sağır, çolak ve topal gösterir.
- چون که دارد از خریداریش ننگ ** خود کند بیمار و کر و شل و لنگ
- Hüthüdün hünerini arz etme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini bildirme nöbeti erişti.
- نوبت هدهد رسید و پیشهاش ** و آن بیان صنعت و اندیشهاش
- Dedi ki: “Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arz edeyim. Kısa söylemek daha iyidir.” 1215
- گفت ای شه یک هنر کان کهتر است ** باز گویم گفت کوته بهتر است
- Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir?” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtuğum zaman,
- گفت بر گو تا کدام است آن هنر ** گفت من آن گه که باشم اوج بر
- Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.
- بنگرم از اوج با چشم یقین ** من ببینم آب در قعر زمین
- O su nerededir, derinliği ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, taştan mı? Hepsini görür, bilirim.
- تا کجایست و چه عمق استش چه رنگ ** از چه میجوشد ز خاکی یا ز سنگ
- Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tayin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi.
- ای سلیمان بهر لشکرگاه را ** در سفر میدار این آگاه را
- Süleyman da “Ey iyi yoldaş! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadaş ol; bu suretle su bulur, seferde yoldaşlara saka olursun” dedi. 1220
- پس سلیمان گفت ای نیکو رفیق ** در بیابانهای بیآب عمیق
- Karganın, Hüthüt’ün dâvasını kınaması
- طعنهی زاغ در دعوی هدهد
- Karga, bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi.
- زاغ چون بشنود آمد از حسد ** با سلیمان گفت کاو کژ گفت و بد
- Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa.
- از ادب نبود به پیش شه مقال ** خاصه خود لاف دروغین و محال
- Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı nasıl görmezdi?
- گر مر او را این نظر بودی مدام ** چون ندیدی زیر مشتی خاک دام
- Nasıl olur da tuzağa tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi?” dedi.
- چون گرفتار آمدی در دام او ** چون قفس اندر شدی ناکام او
- Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle bulunman lâyık mı, akla sığar mı? 1225
- پس سلیمان گفت ای هدهد رواست ** کز تو در اول قدح این درد خاست
- Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhoş gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun?”
- چون نمایی مستی ای خورده تو دوغ ** پیش من لافی زنی آن گه دروغ
- Hüthüt’ün karganın kınamasına cevap vermesi
- جواب گفتن هدهد طعنهی زاغ را
- Hüthüt dedi ki: “Padişahım, Allah aşkına bu çıplak yoksul hakkında düşmanın söylediği sözü dinleme!
- گفت ای شه بر من عور گدای ** قول دشمن مشنو از بهر خدای
- Eğer ettiğim dâva yalansa işte başımı koydum, boyumu vur! Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı olsa yine kâfirdir.
- گر به بطلان است دعوی کردنم ** من نهادم سر ببر این گردنم
- Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı olsa yine kâfirdir.
- زاغ کاو حکم قضا را منکر است ** گر هزاران عقل دارد کافر است
- Sende “kâfirler” sözünden bir “kef” harfi, küfür sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi şehvet yerisin, pis pis kokarsın. 1230
- در تو تا کافی بود از کافران ** جای گند و شهوتی چون کاف ران
- Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm.
- من ببینم دام را اندر هوا ** گر نپوشد چشم عقلم را قضا