English    Türkçe    فارسی   

1
1183-1232

  • Tavşan; onu, kurduğu dolaba düşürmek için kılavuz gibi öne düştü.
  • اندر آمد چون قلاووزی به پیش ** تا برد او را به سوی دام خویش‌‌
  • Nişan koyduğu bir kuyuya doğru yola çıktılar. Aslana derin bir kuyuyu tuzak yapmıştı.
  • سوی چاهی کاو نشانش کرده بود ** چاه مغ را دام جانش کرده بود
  • Her ikisi de kuyunun bulunduğu yere yaklaştılar. İşte sana hilebaz, saman altından su yürüten bir tavşan! 1185
  • می‌‌شدند این هر دو تا نزدیک چاه ** اینت خرگوشی چو آبی زیر کاه‌‌
  • Su bir saman çöpünü ovaya götürür ama bir dağı nasıl sürükler acaba?
  • آب کاهی را به هامون می‌‌برد ** آب کوهی را عجب چون می‌‌برد
  • Onun hile tuzağı aslana kemenetti. Ne tuhaf tavşan ki bir aslanı avlıyor!
  • دام مکر او کمند شیر بود ** طرفه خرگوشی که شیری می‌‌ربود
  • Bir Mûsâ, Firavun’u askeriyle, başındaki kalabalıkla Nil nehrinde öldürür;
  • موسیی فرعون را با رود نیل ** می‌‌کشد با لشکر و جمع ثقیل‌‌
  • Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervasızca başın beynini yarar.
  • پشه‌‌ای نمرود را با نیم پر ** می‌‌شکافد بی‌‌محابا درز سر
  • Düşman sözü dinleyenin hali budur. Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör! 1190
  • حال آن کاو قول دشمن را شنود ** بین جزای آن که شد یار حسود
  • Hâmân’ı dinleyen Firavunun, Şeytan’ı dinleyen Nemrûd’un hali budur.
  • حال فرعونی که هامان را شنود ** حال نمرودی که شیطان را شنود
  • Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil!
  • دشمن ار چه دوستانه گویدت ** دام دان گر چه ز دانه گویدت‌‌
  • Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lütufta bulunursa onu kahır bil!
  • گر ترا قندی دهد آن زهر دان ** گر به تن لطفی کند آن قهر دان‌‌
  • Kaza gelince kabuktan başka bir şey göremez, düşmanları dostlardan ayıramazsın.
  • چون قضا آید نبینی غیر پوست ** دشمنان را باز نشناسی ز دوست‌‌
  • Böyle olunca yalvarmaya başla, ağlayıp inlemeye, tesbihe, oruca devam et! 1195
  • چون چنین شد ابتهال آغاز کن ** ناله و تسبیح و روزه ساز کن‌‌
  • “Rabbim, sen gaipleri bilirsin. Günahtan dolayı bizden intikam alma” diye yalvar, yakar!
  • ناله می‌‌کن کای تو علام الغیوب ** زیر سنگ مکر بد ما را مکوب‌‌
  • “Ey aslanları yaratan! Eğer biz bir köpeklik etmişsek bu pusudan bizim üstümüze aslanı saldırma!
  • گر سگی کردیم ای شیر آفرین ** شیر را مگمار بر ما زین کمین‌‌
  • Güzel suya ateş şeklini, ateşe de su letafini verme!” diye niyaz et!
  • آب خوش را صورت آتش مده ** اندر آتش صورت آبی منه‌‌
  • Yarabbi, sen kahır şarabıyla insanı sarhoş edersen yok olan şeylere varlık suretini verir, onları var gibi gösterirsin.
  • از شراب قهر چون مستی دهی ** نیستها را صورت هستی دهی‌‌
  • Sarhoşluk nedir? Taşı gevher, yünü yeşim taşı görecek derecede gözün bağlanması, görmemesidir. 1200
  • چیست مستی بند چشم از دید چشم ** تا نماید سنگ گوهر پشم یشم‌‌
  • Sarhoşluk nedir? Ilgın ağacı göze sandal ağacı görünecek kadar duyguların değişmesidir!
  • چیست مستی حسها مبدل شدن ** چوب گز اندر نظر صندل شدن‌‌
  • Kaza gelince aydın gözlerin bile bağlanacağını bildiren Süleyman hikâyesi
  • قصه‌‌ی هدهد و سلیمان در بیان آن که چون قضا آید چشمهای روشن بسته شود
  • Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna geldiler.
  • چون سلیمان را سراپرده زدند ** جمله مرغانش به خدمت آمدند
  • Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, başla bir bir koştular.
  • هم زبان و محرم خود یافتند ** پیش او یک یک به جان بشتافتند
  • Bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle konuşmasından daha fasih bir surette Süleyman’la konuşmaya başlamışlardı.
  • جمله مرغان ترک کرده جیک جیک ** با سلیمان گشته افصح من اخیک‌‌
  • Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer. 1205
  • هم زبانی خویشی و پیوندی است ** مرد با نامحرمان چون بندی است‌‌
  • Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler.
  • ای بسا هندو و ترک هم زبان ** ای بسا دو ترک چون بیگانگان‌‌
  • Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir.
  • پس زبان محرمی خود دیگر است ** هم دلی از هم زبانی بهتر است‌‌
  • Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.
  • غیر نطق و غیر ایما و سجل ** صد هزاران ترجمان خیزد ز دل‌‌
  • Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işlerine ait şeyleri.
  • جمله مرغان هر یکی اسرار خود ** از هنر وز دانش و از کار خود
  • Süleyman’a birer birer apaçık söylüyorlar, kendilerini bildirmek ve tanıtmak için öğünüyorlardı. 1210
  • با سلیمان یک به یک وامی‌‌نمود ** از برای عرضه خود را می‌‌ستود
  • Bu öğünmek kibirden, varlıktan dolayı değildi. Her kuş, onun huzuruna varsın, yakınlarından olsun diye öğünüyordu.
  • از تکبر نی و از هستی خویش ** بهر آن تا ره دهد او را به پیش‌‌
  • Bir kul, bir efendiye kul olmak dilerse hünerinden bir miktarını ona arz eder.
  • چون بباید برده‌‌ای را خواجه‌‌ای ** عرضه دارد از هنر دیباجه‌‌ای‌‌
  • Fakat o efendi tarafından satın alınmayı istemezse kendisini hasta, sağır, çolak ve topal gösterir.
  • چون که دارد از خریداریش ننگ ** خود کند بیمار و کر و شل و لنگ‌‌
  • Hüthüdün hünerini arz etme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini bildirme nöbeti erişti.
  • نوبت هدهد رسید و پیشه‌‌اش ** و آن بیان صنعت و اندیشه‌‌اش‌‌
  • Dedi ki: “Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arz edeyim. Kısa söylemek daha iyidir.” 1215
  • گفت ای شه یک هنر کان کهتر است ** باز گویم گفت کوته بهتر است‌‌
  • Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir?” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtuğum zaman,
  • گفت بر گو تا کدام است آن هنر ** گفت من آن گه که باشم اوج بر
  • Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.
  • بنگرم از اوج با چشم یقین ** من ببینم آب در قعر زمین‌‌
  • O su nerededir, derinliği ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, taştan mı? Hepsini görür, bilirim.
  • تا کجایست و چه عمق استش چه رنگ ** از چه می‌‌جوشد ز خاکی یا ز سنگ‌‌
  • Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tayin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi.
  • ای سلیمان بهر لشکرگاه را ** در سفر می‌‌دار این آگاه را
  • Süleyman da “Ey iyi yoldaş! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadaş ol; bu suretle su bulur, seferde yoldaşlara saka olursun” dedi. 1220
  • پس سلیمان گفت ای نیکو رفیق ** در بیابانهای بی‌‌آب عمیق‌‌
  • Karganın, Hüthüt’ün dâvasını kınaması
  • طعنه‌‌ی زاغ در دعوی هدهد
  • Karga, bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi.
  • زاغ چون بشنود آمد از حسد ** با سلیمان گفت کاو کژ گفت و بد
  • Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa.
  • از ادب نبود به پیش شه مقال ** خاصه خود لاف دروغین و محال‌‌
  • Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı nasıl görmezdi?
  • گر مر او را این نظر بودی مدام ** چون ندیدی زیر مشتی خاک دام‌‌
  • Nasıl olur da tuzağa tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi?” dedi.
  • چون گرفتار آمدی در دام او ** چون قفس اندر شدی ناکام او
  • Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle bulunman lâyık mı, akla sığar mı? 1225
  • پس سلیمان گفت ای هدهد رواست ** کز تو در اول قدح این درد خاست‌‌
  • Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhoş gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun?”
  • چون نمایی مستی ای خورده تو دوغ ** پیش من لافی زنی آن گه دروغ‌‌
  • Hüthüt’ün karganın kınamasına cevap vermesi
  • جواب گفتن هدهد طعنه‌‌ی زاغ را
  • Hüthüt dedi ki: “Padişahım, Allah aşkına bu çıplak yoksul hakkında düşmanın söylediği sözü dinleme!
  • گفت ای شه بر من عور گدای ** قول دشمن مشنو از بهر خدای‌‌
  • Eğer ettiğim dâva yalansa işte başımı koydum, boyumu vur! Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı olsa yine kâfirdir.
  • گر به بطلان است دعوی کردنم ** من نهادم سر ببر این گردنم‌‌
  • Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı olsa yine kâfirdir.
  • زاغ کاو حکم قضا را منکر است ** گر هزاران عقل دارد کافر است‌‌
  • Sende “kâfirler” sözünden bir “kef” harfi, küfür sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi şehvet yerisin, pis pis kokarsın. 1230
  • در تو تا کافی بود از کافران ** جای گند و شهوتی چون کاف ران‌‌
  • Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm.
  • من ببینم دام را اندر هوا ** گر نپوشد چشم عقلم را قضا
  • Fakat kaza gelince bilgi, uykuya dalar, ay kararır, gün tutulur.
  • چون قضا آید شود دانش به خواب ** مه سیه گردد بگیرد آفتاب‌‌