English    Türkçe    فارسی   

1
1214-1263

  • Hüthüdün hünerini arz etme sırası geldi; sanatını ve düşüncelerini bildirme nöbeti erişti.
  • نوبت هدهد رسید و پیشه‌‌اش ** و آن بیان صنعت و اندیشه‌‌اش‌‌
  • Dedi ki: “Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arz edeyim. Kısa söylemek daha iyidir.” 1215
  • گفت ای شه یک هنر کان کهتر است ** باز گویم گفت کوته بهتر است‌‌
  • Süleyman “Söyle bakalım, o hangi hünerdir?” dedi. Hüthüt, “Gayet yükseklerde uçtuğum zaman,
  • گفت بر گو تا کدام است آن هنر ** گفت من آن گه که باشم اوج بر
  • Havadan bakınca yerin tâ dibindeki suyu görürüm.
  • بنگرم از اوج با چشم یقین ** من ببینم آب در قعر زمین‌‌
  • O su nerededir, derinliği ne kadardır, rengi nedir, topraktan mı kaynıyor, taştan mı? Hepsini görür, bilirim.
  • تا کجایست و چه عمق استش چه رنگ ** از چه می‌‌جوشد ز خاکی یا ز سنگ‌‌
  • Ey Süleyman! Ordu kurulacak yeri tayin etmek üzere beni sefere beraber götür” dedi.
  • ای سلیمان بهر لشکرگاه را ** در سفر می‌‌دار این آگاه را
  • Süleyman da “Ey iyi yoldaş! Susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize arkadaş ol; bu suretle su bulur, seferde yoldaşlara saka olursun” dedi. 1220
  • پس سلیمان گفت ای نیکو رفیق ** در بیابانهای بی‌‌آب عمیق‌‌
  • Karganın, Hüthüt’ün dâvasını kınaması
  • طعنه‌‌ی زاغ در دعوی هدهد
  • Karga, bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleyman’a “Hüthüt aykırı ve kötü söyledi.
  • زاغ چون بشنود آمد از حسد ** با سلیمان گفت کاو کژ گفت و بد
  • Padişah huzurunda söz söylemek, edebe aykırıdır. Hele yalan ve olmayacak söz olursa.
  • از ادب نبود به پیش شه مقال ** خاصه خود لاف دروغین و محال‌‌
  • Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı nasıl görmezdi?
  • گر مر او را این نظر بودی مدام ** چون ندیدی زیر مشتی خاک دام‌‌
  • Nasıl olur da tuzağa tutulurdu, nasıl olur da ümitsiz bir halde kafese girerdi?” dedi.
  • چون گرفتار آمدی در دام او ** چون قفس اندر شدی ناکام او
  • Bunun üzerine Süleyman dedi ki: “Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle bulunman lâyık mı, akla sığar mı? 1225
  • پس سلیمان گفت ای هدهد رواست ** کز تو در اول قدح این درد خاست‌‌
  • Ayran içen! Kendini nasıl oluyor da sarhoş gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun?”
  • چون نمایی مستی ای خورده تو دوغ ** پیش من لافی زنی آن گه دروغ‌‌
  • Hüthüt’ün karganın kınamasına cevap vermesi
  • جواب گفتن هدهد طعنه‌‌ی زاغ را
  • Hüthüt dedi ki: “Padişahım, Allah aşkına bu çıplak yoksul hakkında düşmanın söylediği sözü dinleme!
  • گفت ای شه بر من عور گدای ** قول دشمن مشنو از بهر خدای‌‌
  • Eğer ettiğim dâva yalansa işte başımı koydum, boyumu vur! Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı olsa yine kâfirdir.
  • گر به بطلان است دعوی کردنم ** من نهادم سر ببر این گردنم‌‌
  • Kaza hükmünü inkâr eden karga, binlerce aklı olsa yine kâfirdir.
  • زاغ کاو حکم قضا را منکر است ** گر هزاران عقل دارد کافر است‌‌
  • Sende “kâfirler” sözünden bir “kef” harfi, küfür sıfatlarından bir sıfat bulunsa kadının ferci gibi şehvet yerisin, pis pis kokarsın. 1230
  • در تو تا کافی بود از کافران ** جای گند و شهوتی چون کاف ران‌‌
  • Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm.
  • من ببینم دام را اندر هوا ** گر نپوشد چشم عقلم را قضا
  • Fakat kaza gelince bilgi, uykuya dalar, ay kararır, gün tutulur.
  • چون قضا آید شود دانش به خواب ** مه سیه گردد بگیرد آفتاب‌‌
  • Kazanın bu çeşit hilesi nadir midir ki? Kaza ve kaderi inkâr edenin inkârı bile, bil ki kaza ve kaderdendir.”
  • از قضا این تعبیه کی نادر است ** از قضا دان کاو قضا را منکر است‌‌
  • Âdem Aleyhisselâm’ın hikâyesi, açıkça emre uyup tevili terk etmede gözünü kaza ve kaderin bağlaması
  • قصه‌‌ی آدم علیه السلام و بستن قضا نظر او را از مراعات صریح نهی و ترک تاویل‌‌
  • “Allemelesmâ” ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim bulunan insanlar atası,
  • بو البشر کاو علم الاسما بگ است ** صد هزاران علمش اندر هر رگ است‌‌
  • Her şeyin adını, nasılsa öylece bilmiş sonunda ne olacaksa sonuna kadar da agâh olmuştu. 1235
  • اسم هر چیزی چنان کان چیز هست ** تا به پایان جان او را داد دست‌‌
  • O, eşyaya ne lâkap verdiyse değişmemiştir; çevik dediği tembel çıkmamıştır.
  • هر لقب کاو داد آن مبدل نشد ** آن که چستش خواند او کاهل نشد
  • Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kâfir olacak adam da ona belli oldu.
  • هر که آخر مومن است اول بدید ** هر که آخر کافر او را شد پدید
  • Her şeyin adını, bilenden işit; “Allemelesmâ” remzinin sırrını duy!
  • اسم هر چیزی تو از دانا شنو ** سر رمز علم الاسما شنو
  • Bize göre her şeyin adı, görünüşüne tâbidir; nasıl görünüyorsa biz, ona öyle deriz. Fakat Tanrı’ya göre içyüzüne, hakikatine tâbidir.
  • اسم هر چیزی بر ما ظاهرش ** اسم هر چیزی بر خالق سرش‌‌
  • Mûsâ’ya göre sopasının adı asâ; Yaratan yanında ejderha idi. 1240
  • نزد موسی نام چوبش بد عصا ** نزد خالق بود نامش اژدها
  • Bu âlemde Ömer’in adı puta tapındı; hâlbuki tâ “Elest” te onun ismi mümindi.
  • بد عمر را نام اینجا بت پرست ** لیک مومن بود نامش در الست‌‌
  • Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu benlikle zahir olan suretti.
  • آن که بد نزدیک ما نامش منی ** پیش حق این نقش بد که با منی‌‌
  • Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Tanrı’nın ilminde mevcuttu.
  • صورتی بود این منی اندر عدم ** پیش حق موجود نه بیش و نه کم‌‌
  • Hâsılı Tanrı indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur.
  • حاصل آن آمد حقیقت نام ما ** پیش حضرت کان بود انجام ما
  • Tanrı, insana akıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç ada göre değil! 1245
  • مرد را بر عاقبت نامی نهد ** نه بر آن کاو عاریت نامی نهد
  • Âdem’in gözü Tanrı’nın pâk nuru ile gördüğünden adların hakikati ve içyüzü ona ayan oldu.
  • چشم آدم چون به نور پاک دید ** جان و سر نامها گشتش پدید
  • Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye vardılar.
  • چون ملک انوار حق در وی بیافت ** در سجود افتاد و در خدمت شتافت‌‌
  • Adını andığım şu Âdem’i kıyamete kadar övsem, vasıflarını saysam yine övmekten âcizim!
  • مدح این آدم که نامش می‌‌برم ** قاصرم گر تا قیامت بشمرم‌‌
  • Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düştü.
  • این همه دانست و چون آمد قضا ** دانش یک نهی شد بر وی خطا
  • Acaba bu nehiy, haram olduğundan mıdır, yoksa korkutmak için mi? 1250
  • کای عجب نهی از پی تحریم بود ** یا به تاویلی بد و توهیم بود
  • Gönlünce tevili üstün tutunca kendisi hayretteyken tabiatı, buğdaya doğru koştu.
  • در دلش تاویل چون ترجیح یافت ** طبع در حیرت سوی گندم شتافت‌‌
  • Bahçıvanın ayağına diken batınca hırsız fırsat buldu, esvabını çalıp kaçtı.
  • باغبان را خار چون در پای رفت ** دزد فرصت یافت، کالا برد تفت‌‌
  • Âdem hayretten kurtulup tekrar yola gelince gördü ki hırsız eşyayı iş yerinden götürmüş!
  • چون ز حیرت رست باز آمد به راه ** دید برده دزد رخت از کارگاه‌‌
  • “ Rabbena İnnâ zalemnâ” deyip âh etmeye başladı. Yani “karanlık bastı, yol kayboldu” dedi.
  • ربنا إنا ظلمنا گفت و آه ** یعنی آمد ظلمت و گم گشت راه‌‌
  • Bu kaza, güneşi örten bir buluttur. Aslan ve ejderha bile ondan feryat ve figan etmektedir. 1255
  • پس قضا ابری بود خورشید پوش ** شیر و اژدرها شود زو همچو موش‌‌
  • “Kaza ve kader zuhur edince bir tuzağı bile görmüyorsam bo yolda cahil olan yalnız ben değilim ya!”
  • من اگر دامی نبینم گاه حکم ** من نه تنها جاهلم در راه حکم‌‌
  • Zorlamayı bırakıp feryad ü figana koyulan kişi me kutlu kişidir; o, iyi bir işe sarılmıştır.
  • ای خنک آن کاو نکو کاری گرفت ** زور را بگذاشت او زاری گرفت‌‌
  • Eğer kaza, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur;
  • گر قضا پوشد سیه همچون شبت ** هم قضا دستت بگیرد عاقبت‌‌
  • Yüz kere canına kastederse yine sana can veren derdine derman olan kazadır.
  • گر قضا صد بار قصد جان کند ** هم قضا جانت دهد درمان کند
  • Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar. 1260
  • این قضا صد بار اگر راهت زند ** بر فراز چرخ خرگاهت زند
  • Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil!
  • از کرم دان این که می‌‌ترساندت ** تا به ملک ایمنی بنشاندت‌‌
  • Bu sözün sonu gelmez, söz de uzadı. Sen tavşanla aslan hikâyesini dinle!
  • این سخن پایان ندارد گشت دیر ** گوش کن تو قصه‌‌ی خرگوش و شیر
  • Kuyuya yaklaşınca aslanın yanında, tavşanın geri çekilmesi
  • پای واپس کشیدن خرگوش از شیر چون نزدیک چاه رسید
  • Kuyu yanına gelince aslan, tavşanın geri kaldığını gördü.
  • چون که نزد چاه آمد شیر دید ** کز ره آن خرگوش ماند و پا کشید