English    Türkçe    فارسی   

1
1263-1312

  • Kuyu yanına gelince aslan, tavşanın geri kaldığını gördü.
  • چون که نزد چاه آمد شیر دید ** کز ره آن خرگوش ماند و پا کشید
  • Dedi ki: “Niçin ayağını geri çektin. Ayağını geri çekme, ileri gel!”
  • گفت پا واپس کشیدی تو چرا ** پای را واپس مکش پیش اندر آ
  • Tavşan “Ayağım nerede? Elim ayağım kesildi. Canım tir tir titriyor, yüreğim yerinden oynadı. 1265
  • گفت کو پایم که دست و پای رفت ** جان من لرزید و دل از جای رفت‌‌
  • Yüzümün rengini görmüyor musun? Altın sarısı gibi. Rengim, ne halde olduğumu bildiriyor.
  • رنگ رویم را نمی‌‌بینی چو زر ** ز اندرون خود می‌‌دهد رنگم خبر
  • Tanrı yüze “bildirici” demiştir. Onun için ariflerin gözü, yüze dalmış, kalmıştır.
  • حق چو سیما را معرف خوانده است ** چشم عارف سوی سیما مانده است‌‌
  • Renk ve koku, çan gibi haber verir; atın kişnemesi, atın mevcudiyetini bildirir.
  • رنگ و بو غماز آمد چون جرس ** از فرس آگه کند بانگ فرس‌‌
  • Eşeğin sesini, kapının sesinden fark edesin diye her şeyin sesi, o şeyi haber verir.
  • بانگ هر چیزی رساند زو خبر ** تا بدانی بانگ خر از بانگ در
  • Peygamber insanları ayırt etmek hususunda “insan, sözünde gizlidir” dedi. 1270
  • گفت پیغمبر به تمییز کسان ** مرء مخفی لدی طی اللسان‌‌
  • Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır. Bana acı, sevgi kalbinde tut!
  • رنگ رو از حال دل دارد نشان ** رحمتم کن مهر من در دل نشان‌‌
  • Kırmızı yüz, sahibinin refah ve saadetine delâlet eder, sarı yüz, sahibinin meşakkat ve belâ içinde olduğunu bildirir.
  • رنگ روی سرخ دارد بانگ شکر ** بانگ روی زرد باشد صبر و نکر
  • Elimi, ayağımı alana, yüzümün rengini uçurana, kuvvetimi giderene, çehremi bozana uğradım.
  • در من آمد آن که دست و پا برد ** رنگ رو و قوت و سیما برد
  • Önüne geleni kırma, ağaçları kökünden, dibinden söküp çıkarana sataştım.
  • آن که در هر چه در آید بشکند ** هر درخت از بیخ و بن او بر کند
  • Adamları, hayvanları, cemadat ve nebatatı mat edene rastladım. 1275
  • در من آمد آن که از وی گشت مات ** آدمی و جانور جامد نبات‌‌
  • Bunlar cüziyattır, külliyatın da onun yüzünden renkleri sararmış, kokuları bozulmuştur.
  • این خود اجزایند کلیات از او ** زرد کرده رنگ و فاسد کرده بو
  • Cihan; gâh sabredip gâh şükrettikçe bağlar, bahçeler, gâh giyinir, gâh çırçıplak kalır;
  • تا جهان گه صابر است و گه شکور ** بوستان گه حله پوشد گاه عور
  • Güneş, ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş aşağı batar;
  • آفتابی کاو بر آید نارگون ** ساعتی دیگر شود او سر نگون‌‌
  • Göklerde parıldayan yıldızlar; zaman zaman ihtiraka uğrarlar;
  • اختران تافته بر چار طاق ** لحظه لحظه مبتلای احتراق‌‌
  • Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince ağrıya tutulup hilâl olur; 1280
  • ماه کاو افزود ز اختر در جمال ** شد ز رنج دق او همچون خیال‌‌
  • Çok sakin ve edepli olan bu yeri de sarsıntı sıtmaya düşürür;
  • این زمین با سکون با ادب ** اندر آرد زلزله‌‌ش در لرز تب‌‌
  • Nice dağlar, bu ansızın gelen felâketten dolayı yeryüzüne kumlar gibi dağılıvermişlerdir!
  • ای بسا که زین بلای مرده‌‌ریگ ** گشته است اندر جهان او خرد و ریگ‌‌
  • Ruhla eş olan hava bile kaza baş gösterince veba kesilir, ufunetlenir:
  • این هوا با روح آمد مقترن ** چون قضا آید وبا گشت و عفن‌‌
  • Ruhun kız kardeşi olan lâtif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir;
  • آب خوش کاو روح را همشیره شد ** در غدیری زرد و تلخ و تیره شد
  • Azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir! 1285
  • آتشی کاو باد دارد در بروت ** هم یکی بادی بر او خواند یموت‌‌
  • Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla, aklının değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil!
  • حال دریا ز اضطراب و جوش او ** فهم کن تبدیلهای هوش او
  • Tanrı rızasını arayıp duran başı dönmüş feleğin hali de oğullarının hali gibidir:
  • چرخ سر گردان که اندر جستجوست ** حال او چون حال فرزندان اوست‌‌
  • Gâh en altta, gâh ortada, gâh en tepede. Onda da bölük bölük kutlu ve yomsuz zamanlar var!
  • گه حضیض و گه میانه گاه اوج ** اندر او از سعد و نحسی فوج فوج‌‌
  • Ey külliyat ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et!
  • از خود ای جزوی ز کلها مختلط ** فهم می‌‌کن حالت هر منبسط
  • Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca onların cüzülerinin yüzü nasıl sararmaz? 1290
  • چون که کلیات را رنج است و درد ** جزو ایشان چون نباشد روی زرد
  • Hele birbirlerine zıt olan şeylerden; su, toprak, ateş ve yelden meydana gelmiş cüzü…
  • خاصه جزوی کاو ز اضداد است جمع ** ز آب و خاک و آتش و باد است جمع‌‌
  • Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey, bu koyunun kurda gönül vermesidir!
  • این عجب نبود که میش از گرگ جست ** این عجب کاین میش دل در گرگ بست‌‌
  • Sağlık, zıtların sulhüdür; aralarında savaşın başlamasını da ölüm bil!
  • زندگانی آشتی ضدهاست ** مرگ آن کاندر میانشان جنگ خاست‌‌
  • Tanrı’nın lûtfu, bu aslanla yaban eşeğine, bu iki zıdda, vefakârlık hususunda bir ülfet vermiştir.
  • لطف حق این شیر را و گور را ** الف داده ست این دو ضد دور را
  • Dünya hasta ve mahpus olunca, hastanın fâni olmasına şaşılır mı?” 1295
  • چون جهان رنجور و زندانی بود ** چه عجب رنجور اگر فانی بود
  • Tavşan aslana bu çeşit nasihatler verip “Ben bu sebepler yüzünden geriledim” dedi.
  • خواند بر شیر او از این رو پندها ** گفت من پس مانده‌‌ام زین بندها
  • Tavşanın ayağını geri çekmesindeki sebebi, aslanın ciddiyetle sorması
  • پرسیدن شیر از سبب پای واپس کشیدن خرگوش‌‌
  • Aslan dedi ki: “Sen bu sebepleri bırak da şu geriye çekilmenin sebebini söyle, benim maksadım o.”
  • شیر گفتش تو ز اسباب مرض ** این سبب گو خاص کاین استم غرض‌‌
  • Tavşan, “O aslan, bu kuyuda oturuyor; bu kalenin içinde bütün afetlerden emin!” dedi.
  • گفت آن شیر اندر این چه ساکن است ** اندر این قلعه ز آفات ایمن است‌‌
  • Aklı olan kimse oturmak için kuyu dibini seçmiştir. Çünkü gönül sefaları halvetler.
  • قعر چه بگزید هر کی عاقل است ** ز آن که در خلوت صفاهای دل است‌‌
  • Kuyunun karanlığı, halkın verdiği karanlıklardan daha iyidir. Halkın ayağını tutan, halkla karışıp görüşen; başını kurtaramamış, selâmete erişememiştir. 1300
  • ظلمت چه به که ظلمتهای خلق ** سر نبرد آن کس که گیرد پای خلق‌‌
  • Aslan “İleri yürü. Benim açacağım yara, onu kahreder, bir bak, o aslan orada mı? “ dedi.
  • گفت پیش آ زخمم او را قاهر است ** تو ببین کان شیر در چه حاضر است‌‌
  • Tavşan “Ben o ateşten bir kere yanmışım. Sen beni kucağına alırsan,
  • گفت من سوزیده‌‌ام ز آن آتشی ** تو مگر اندر بر خویشم کشی‌‌
  • Ey kerem madeni, ancak o vakit yardımınla gözümü açar, kuyuya bakabilirim” dedi.
  • تا بپشت تو من ای کان کرم ** چشم بگشایم به چه در بنگرم‌‌
  • Aslanın kuyuya bakıp kendinin ve tavşanın aksini görmesi
  • نظر کردن شیر در چاه و دیدن عکس خود را و آن خرگوش را
  • Aslan onu kucağına aldı. O da aslanın himayesinde kuyuya kadar vardı.
  • چون که شیر اندر بر خویشش کشید ** در پناه شیر تا چه می‌‌دوید
  • Kuyunun içine, suya bakınca aslanın ve onun aksi, sı içinde parıldadı. 1305
  • چون که در چه بنگریدند اندر آب ** اندر آب از شیر و او در تافت تاب‌‌
  • Aslan su içinde parıldayan aksini gördü. Suda bir aslan şekliyle kucağında şişman bir tavşan şekli gördü.
  • شیر عکس خویش دید از آب تفت ** شکل شیری در برش خرگوش زفت‌‌
  • Su içinde düşmanını görünce, tavşanı bırakıp kuyu içine sıçradı.
  • چون که خصم خویش را در آب دید ** مر و را بگذاشت و اندر چه جهید
  • Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü. Çünkü yaptığı zulüm, kendi başına geldi.
  • در فتاد اندر چهی کاو کنده بود ** ز آن که ظلمش در سرش آینده بود
  • Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur; bütün âlimler böyle dediler:
  • چاه مظلم گشت ظلم ظالمان ** این چنین گفتند جمله عالمان‌‌
  • Daha ziyade zalim olanın kuyusu, daha korkunçtur. Adalet “daha kötüye, daha kötü ceza verilir” buyurmuştur. 1310
  • هر که ظالمتر چهش با هول‌‌تر ** عدل فرموده ست بدتر را بتر
  • Ey zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.
  • ای که تو از ظلم چاهی می‌‌کنی ** دان که بهر خویش دامی می‌‌کنی‌‌
  • İpekböceği gibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bari kararlıca kaz!
  • گرد خود چون کرم پیله بر متن ** بهر خود چه می‌‌کنی اندازه کن‌‌