English    Türkçe    فارسی   

1
1343-1392

  • Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca ağacın tâ üstüne çıkarlar.
  • برگها چون شاخ را بشکافتند ** تا به بالای درخت اشتافتند
  • Her meyve ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Tanrı’nın şükrünü terennüm eder;
  • با زبان شطاه شکر خدا ** می‌‌سراید هر بر و برگی جدا
  • Bizim aslımızı, ihsan sahibi Tanrı yetiştirdi, nihayet ağaç kalınlaştı, doğrulup yükseldi de. 1345
  • که بپرورد اصل ما را ذو العطا ** تا درخت استغلظ آمد و استوی‌‌
  • Su ve çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde.
  • جانهای بسته اندر آب و گل ** چون رهند از آب و گلها شاد دل‌‌
  • Tanrı aşkının havasında raks ederler; ayın on dördü gibi noksansız ve tam bir hale gelirler.
  • در هوای عشق حق رقصان شوند ** همچو قرص بدر بی‌‌نقصان شوند
  • Tenleri oynayıp durur, ya canları ne haldedir? Sorma! Tamamıyla can olanlara gelince: onları hiç sorma (anlatmağa imkân yok!)
  • جسمشان در رقص و جانها خود مپرس ** و آن که گرد جان از آنها خود مپرس‌‌
  • Tavşan, aslanı zindana soktu. Aslan için ne ayıp şey; bir tavşancıktan geri kaldı!
  • شیر را خرگوش در زندان نشاند ** ننگ شیری کاو ز خرگوشی بماند
  • Böyle bir ayba sahip olduğu halde şaşılacak şey şurasıdır ki bir de kendisine Fahreddin lâkabını takmalarını ister! 1350
  • در چنان ننگی و آن گه این عجب ** فخر دین خواهد که گویندش لقب‌‌
  • Ey kişi! Sen, bu dünya kuyusunun dibinde mahpus kalan bir aslansın. Tavşan gibi olan nefsin, seni nasıl kahretti?
  • ای تو شیری در تک این چاه فرد ** نفس چون خرگوش خونت ریخت و خورد
  • Senin tavşan nefsin sahrada yiyip içmekte, zevk ve sefa etmekte. Sen ise şu dedikodu, bahis ve münakaşa kuyusunun dibindesin!
  • نفس خرگوشت به صحرا در چرا ** تو به قعر این چه چون و چرا
  • O aslan avcısı tavşan, av hayvanlarının bulunduğu yere koşup “birbirinizi muştulayın. Size müjdeci geldi.
  • سوی نخجیران دوید آن شیر گیر ** کابشروا یا قوم إذ جاء البشیر
  • Müjde, ey zevk u sefaya dalmış olanlar! Müjde ki o cehennem köpeği, geldiği cehenneme gitti.
  • مژده مژده ای گروه عیش‌‌ساز ** کان سگ دوزخ به دوزخ رفت باز
  • Müjde! Tanrı o can düşmanının dişlerini söktü! 1355
  • مژده مژده کان عدوی جانها ** کند قهر خالقش دندانها
  • Pençesiyle nice başlar ezen düşmanı, ölüm süpürgesi çerçöp gibi süpürdü, gitti” dedi.
  • آن که از پنجه بسی سرها بکوفت ** همچو خس جاروب مرگش هم بروفت‌‌
  • Av hayvanlarının tavşanın etrafına toplanıp onu övmeleri
  • جمع شدن نخجیران گرد خرگوش و ثنا گفتن او را
  • O zaman, bütün hayvanlar, sevinçli bir halde gülüp oynayarak, onun yüzünü öptüler,
  • جمع گشتند آن زمان جمله وحوش ** شاد و خندان از طرب در ذوق و جوش‌‌
  • Etrafına halka oldular. O, çırağ gibi ortalarındaydı. Bütün sahradakiler, ona secde ettiler.
  • حلقه کردند او چو شمعی در میان ** سجده آوردند و گفتندش که هان‌‌
  • “Sen gökten inen bir melek misin, yoksa peri misin? Hayır, ne meleksin, ne peri! Sen, erkek aslanların Azrâilisin
  • تو فرشته‌‌ی آسمانی یا پری ** نی تو عزراییل شیران نری‌‌
  • Ne olursan ol; canımız sana kurban olsun! Ona galip geldin, elin, kolun sağ olsun! 1360
  • هر چه هستی جان ما قربان تست ** دست بردی دست و بازویت درست‌‌
  • Tanrı bu suyu, senin arkından akıttı; eline, koluna aferin!
  • راند حق این آب را در جوی تو ** آفرین بر دست و بر بازوی تو
  • Bir daha söyle! Onu hile ile nasıl inandırdın; o zalimi, düzenle nasıl kahrettin?
  • باز گو تا چون سگالیدی به مکر ** آن عوان را چون بمالیدی به مکر
  • Bir daha söyle ki hikâyen dertlere derman, canlara merhem olsun!
  • باز گو تا قصه درمانها شود ** باز گو تا مرهم جانها شود
  • Bir daha söyle ki o sitemkârın zulmünden canlarımızda yüz binlerce yaralar var” dediler.
  • باز گو کز ظلم آن استم نما ** صد هزاران زخم دارد جان ما
  • Tavşan dedi ki: “Ey ulular! Tanrı yardım etti, yoksa dünyada bir tavşan kim oluyor ki? 1365
  • گفت تایید خدا بود ای مهان ** ور نه خرگوشی که باشد در جهان‌‌
  • Koluma kuvvet, kalbime nur verdi; kalp nuru da elime ayağıma kudret verdi.
  • قوتم بخشید و دل را نور داد ** نور دل مر دست و پا را زور داد
  • Üstünlükler, Hak’tan gelir, hallerin değişmesi de ondandır.
  • از بر حق می‌‌رسد تفضیلها ** باز هم از حق رسد تبدیلها
  • Allah, bu teyit ve takviyesini zaman zaman, nevbet be-nevbet zan ehline de, basiret ehline de gösterir. (T.M. 1367)
  • حق به دور و نوبت این تایید را ** می‌‌نماید اهل ظن و دید را
  • Tavşanın av hayvanlarına “buna sevinmeyin” diye nasihat etmesi
  • پند دادن خرگوش نخجیران را که بدین شاد مشوید
  • Ey ikbal nöbetine erişen! Kendine gel, sevinme! Sen nöbetle mukayyetsin, hürlük taslama!
  • هین به ملک نوبتی شادی مکن ** ای تو بسته‌‌ی نوبت آزادی مکن‌‌
  • Saltanatı nöbetten üstün olan, ikbali ebedî bulunan nöbet davulunu yedi yıldızdan üstün bir yerde çalarlar. 1370
  • آن که ملکش برتر از نوبت تنند ** برتر از هفت انجمش نوبت زنند
  • Nöbetten üstün olanlar, bâki padişahlardır; onlar daima ruhlara sâkidir.
  • برتر از نوبت ملوک باقی‌‌اند ** دور دایم روحها با ساقی‌‌اند
  • Bir iki gün su içmeyi terk edersen ağzını ebediyet şarabına daldırır, o hakikat şarabını içersin
  • ترک این شرب ار بگویی یک دو روز ** در کنی اندر شراب خلد پوز
  • “ Küçük muharebeden büyük muharebeye döndük “ sözünün tefsiri
  • تفسیر رجعنا من الجهاد الاصغر الی الجهاد الاکبر
  • Ey padişahlar! Dışarıdaki düşmanı öldürdük; içimizde ondan beter bir hasım var.
  • ای شهان کشتیم ما خصم برون ** ماند خصمی زو بتر در اندرون‌‌
  • Bunu öldürmek, aklın fikrin işi değil. İçerideki aslan; öyle tavşan maskarası olmaz.
  • کشتن این کار عقل و هوش نیست ** شیر باطن سخره‌‌ی خرگوش نیست‌‌
  • Cehennem, bu nefistir; cehennem, bir ejderhadır ki harareti denizlerle eksilmez. 1375
  • دوزخ است این نفس و دوزخ اژدهاست ** کاو به دریاها نگردد کم و کاست‌‌
  • Yedi denizi içer de yine kocakarıya benzeyen nefsin harareti ve coşkunluğu azalmaz.
  • هفت دریا را در آشامد هنوز ** کم نگردد سوزش آن خلق سوز
  • Taşlar, taş yürekli kâfirler; ağlayıp inleyerek mahcup bir halde cehenneme girerler.
  • سنگها و کافران سنگ دل ** اندر آیند اندر او زار و خجل‌‌
  • Hak’tan ona şu nida gelmedikçe bu kadar azaba da kanaat etmez:
  • هم نگردد ساکن از چندین غذا ** تا ز حق آید مر او را این ندا
  • “Doydun mu” denir. O, kurt ve sırtlan gibi “Hayır, doymadım” der. İşte sana ateş, işte sana hararet!
  • سیر گشتی سیر گوید نی هنوز ** اینت آتش اینت تابش اینت سوز
  • Bütün bir âlemi, bir lokma edip yutar da yine midesi “Daha fazla yok mu” diye bağırır. 1380
  • عالمی را لقمه کرد و در کشید ** معده‌‌اش نعره زنان هل من مزید
  • Nihayet Hak, onun üstüne Lâmekân âleminden ayağını koyar da işte o vakit derhal sakinleşir.
  • حق قدم بر وی نهد از لا مکان ** آن گه او ساکن شود از کن فکان‌‌
  • Bizim nefsimiz de cehennemin bir parçasıdır. Onun için cüzüler daima küllün tabiatındadır.
  • چون که جزو دوزخ است این نفس ما ** طبع کل دارد همیشه جزوها
  • Nefsi öldürecek ayak da ancak Hakk’ın ayağıdır. Zaten nefsin yayını Hak’tan gayrı kim çekebilir?
  • این قدم حق را بود کاو را کشد ** غیر حق خود کی کمان او کشد
  • Yaya ancak doğru ok koyarlar. Bu yayın ters ve eğri okları da vardır.
  • در کمان ننهند الا تیر راست ** این کمان را باژگون کژ تیرهاست‌‌
  • Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul! Çünkü her doğru okun, yaydan fırlayacağına şüphe yok. 1385
  • راست شو چون تیر و واره از کمان ** کز کمان هر راست بجهد بی‌‌گمان‌‌
  • Dış savaşından kurtulunca iç savaşına yüz tuttum.
  • چون که واگشتم ز پیکار برون ** روی آوردم به پیکار درون‌‌
  • Biz şimdi küçük muharebeden döndük; Peygamber’le beraber büyük muharebedeyiz.
  • قد رجعنا من جهاد الاصغریم ** با نبی اندر جهاد اکبریم‌‌
  • Tanrı’dan denizleri yaran bir kuvvet isterim ki bu Kaf dağını iğne ile yerinden koparıp atayım.
  • قوت از حق خواهم و توفیق و لاف ** تا به سوزن بر کنم این کوه قاف‌‌
  • Şunu bil ki safları bozup dağıtan aslanla savaşmak kolaydır, asıl aslan, nefsini mağlup edendir. “
  • سهل شیری دان که صفها بشکند ** شیر آن است آن که خود را بشکند
  • Rum Kayseri elçisinin, Emîrülmü’minin Ömer’e – Tanrı ondan razı olsun – gelip Ömer’in kerametini görmesi
  • آمدن رسول روم تا نزد عمر و دیدن او کرامات عمر را
  • Rum Kayseri’den, Medine’de Ömer’e uzak çölleri aşarak bir elçi geldi. 1390
  • تا عمر آمد ز قیصر یک رسول ** در مدینه از بیابان نغول‌‌
  • Medine halkına “Halifenin köşkü nerededir ki atımı, eşyamı oraya çekeyim” dedi.
  • گفت کو قصر خلیفه ای حشم ** تا من اسب و رخت را آن جا کشم‌‌
  • Halk, dedi ki: “Onun köşkü yok; Ömer’in köşkü, ancak aydın canıdır.
  • قوم گفتندش که او را قصر نیست ** مر عمر را قصر، جان روشنی است‌‌