English    Türkçe    فارسی   

1
1378-1427

  • Hak’tan ona şu nida gelmedikçe bu kadar azaba da kanaat etmez:
  • هم نگردد ساکن از چندین غذا ** تا ز حق آید مر او را این ندا
  • “Doydun mu” denir. O, kurt ve sırtlan gibi “Hayır, doymadım” der. İşte sana ateş, işte sana hararet!
  • سیر گشتی سیر گوید نی هنوز ** اینت آتش اینت تابش اینت سوز
  • Bütün bir âlemi, bir lokma edip yutar da yine midesi “Daha fazla yok mu” diye bağırır. 1380
  • عالمی را لقمه کرد و در کشید ** معده‌‌اش نعره زنان هل من مزید
  • Nihayet Hak, onun üstüne Lâmekân âleminden ayağını koyar da işte o vakit derhal sakinleşir.
  • حق قدم بر وی نهد از لا مکان ** آن گه او ساکن شود از کن فکان‌‌
  • Bizim nefsimiz de cehennemin bir parçasıdır. Onun için cüzüler daima küllün tabiatındadır.
  • چون که جزو دوزخ است این نفس ما ** طبع کل دارد همیشه جزوها
  • Nefsi öldürecek ayak da ancak Hakk’ın ayağıdır. Zaten nefsin yayını Hak’tan gayrı kim çekebilir?
  • این قدم حق را بود کاو را کشد ** غیر حق خود کی کمان او کشد
  • Yaya ancak doğru ok koyarlar. Bu yayın ters ve eğri okları da vardır.
  • در کمان ننهند الا تیر راست ** این کمان را باژگون کژ تیرهاست‌‌
  • Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul! Çünkü her doğru okun, yaydan fırlayacağına şüphe yok. 1385
  • راست شو چون تیر و واره از کمان ** کز کمان هر راست بجهد بی‌‌گمان‌‌
  • Dış savaşından kurtulunca iç savaşına yüz tuttum.
  • چون که واگشتم ز پیکار برون ** روی آوردم به پیکار درون‌‌
  • Biz şimdi küçük muharebeden döndük; Peygamber’le beraber büyük muharebedeyiz.
  • قد رجعنا من جهاد الاصغریم ** با نبی اندر جهاد اکبریم‌‌
  • Tanrı’dan denizleri yaran bir kuvvet isterim ki bu Kaf dağını iğne ile yerinden koparıp atayım.
  • قوت از حق خواهم و توفیق و لاف ** تا به سوزن بر کنم این کوه قاف‌‌
  • Şunu bil ki safları bozup dağıtan aslanla savaşmak kolaydır, asıl aslan, nefsini mağlup edendir. “
  • سهل شیری دان که صفها بشکند ** شیر آن است آن که خود را بشکند
  • Rum Kayseri elçisinin, Emîrülmü’minin Ömer’e – Tanrı ondan razı olsun – gelip Ömer’in kerametini görmesi
  • آمدن رسول روم تا نزد عمر و دیدن او کرامات عمر را
  • Rum Kayseri’den, Medine’de Ömer’e uzak çölleri aşarak bir elçi geldi. 1390
  • تا عمر آمد ز قیصر یک رسول ** در مدینه از بیابان نغول‌‌
  • Medine halkına “Halifenin köşkü nerededir ki atımı, eşyamı oraya çekeyim” dedi.
  • گفت کو قصر خلیفه ای حشم ** تا من اسب و رخت را آن جا کشم‌‌
  • Halk, dedi ki: “Onun köşkü yok; Ömer’in köşkü, ancak aydın canıdır.
  • قوم گفتندش که او را قصر نیست ** مر عمر را قصر، جان روشنی است‌‌
  • Gerçi emir diye adı sanı duyulmuşsa da onun, yoksullar gibi ancak bir kulübeciği var.
  • گر چه از میری و را آوازه‌‌ای است ** همچو درویشان مر او را کازه‌‌ای است‌‌
  • Kardeş, onun köşkünü nasıl görebilirsin? Gönül gözünde kıl bitmiş!
  • ای برادر چون ببینی قصر او ** چون که در چشم دلت رسته ست مو
  • Gönül gözünü kıldan ve hastalıktan arıt, sonra köşkünü görmeyi gözet. 1395
  • چشم دل از مو و علت پاک آر ** و آن گهان دیدار قصرش چشم دار
  • Kimin canı, heveslerden arınmışsa derhal tertemiz Tanrı tapusunu, Tanrı dergâhını görür.
  • هر که را هست از هوسها جان پاک ** زود بیند حضرت و ایوان پاک‌‌
  • Muhammed, bu ateşten, bu dumandan temizlendiğinden nereye yüz çevirse orada Allah cemalini gördü.
  • چون محمد پاک شد زین نار و دود ** هر کجا رو کرد وجه الله بود
  • Seni kötülüğe sevk eden vesveselere yoldaş oldukça “Semme vechullah”ı nasıl bilebilirsin?
  • چون رفیقی وسوسه‌‌ی بد خواه را ** کی بدانی ثم وجه الله را
  • Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül göğünde yüzlerce güneş görür.
  • هر که را باشد ز سینه فتح باب ** او ز هر شهری ببیند آفتاب‌‌
  • Yıldızların içinde ay nasıl görünürse başkaları arasında Tanrı da öyle görünür. 1400
  • حق پدید است از میان دیگران ** همچو ماه اندر میان اختران‌‌
  • Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et!
  • دو سر انگشت بر دو چشم نه ** هیچ بینی از جهان انصاف ده‌‌
  • Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom, nefsin parmağında.
  • گر نبینی این جهان معدوم نیست ** عیب جز ز انگشت نفس شوم نیست‌‌
  • Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör.
  • تو ز چشم انگشت را بردار هین ** و آن گهانی هر چه می‌‌خواهی ببین‌‌
  • Nuh’un ümmeti, Nuh’a “Nerede sevap?” dediler. Nuh “duymamak, görmemek için elbisenize büründüğünüz cihette.
  • نوح را گفتند امت کو ثواب ** گفت او ز آن سوی و استغشوا ثیاب‌‌
  • Elbiselerinize bürünüp yüzünüzü, başınızı sardınız; ondan dolayı gözünüz olduğu halde görmediniz” dedi. 1405
  • رو و سر در جامه‌‌ها پیچیده‌‌اید ** لا جرم با دیده و نادیده‌‌اید
  • İnsan gözden ibarettir. Geri kalanı bir deridir. Göz de, dostu gören göze derler.
  • آدمی دید است و باقی پوست است ** دید آن است آن که دید دوست است‌‌
  • İnsan, dostu görmeyince kör olsun, daha iyi. Böyle adam Süleyman bile olsa, karınca ondan yeğdir. "
  • چون که دید دوست نبود کور به ** دوست کاو باقی نباشد دور به‌‌
  • Bu yepyeni sözler, Rum elçisini semaa getirdi, Ömer’i görmek iştiyakı arttı.
  • چون رسول روم این الفاظ تر ** در سماع آورد شد مشتاق‌‌تر
  • Gözünü o padişahı aramaya dikti, eşyasını da kaybetti, atını da.
  • دیده را بر جستن عمر گماشت ** رخت را و اسب را ضایع گذاشت‌‌
  • O iş erinin ardına düşmüş, her tarafa koşmakta, delicesine onu aramaktaydı. 1410
  • هر طرف اندر پی آن مرد کار ** می‌‌شدی پرسان او دیوانه‌‌وار
  • “Dünyada böyle adam da olur mu ki cihandan can gibi gizlenmiş” diyordu.
  • کاین چنین مردی بود اندر جهان ** وز جهان مانند جان باشد نهان‌‌
  • Candan kul olmak için onu aradı. Şüphesiz, arayan bulur.
  • جست او را تاش چون بنده بود ** لا جرم جوینده یابنده بود
  • Bir bedevi karısı, onun yabancı olduğunu gördü; Ömer’i aradığını anlayıp “İşte şuracıkta, şu hurma ağacının altında;
  • دید اعرابی زنی او را دخیل ** گفت عمر نک به زیر آن نخیل‌‌
  • Hurma ağacının dibinde, halktan ayrılmış, yapayalnız, gölgelikte uyuyan Tanrı gölgesini gör” dedi.
  • زیر خرما بن ز خلقان او جدا ** زیر سایه خفته بین سایه‌‌ی خدا
  • Elçinin Emîrülmü’minin Ömer’i – Tanrı ondan razı olsun – bir ağaç altında uyur bulması
  • یافتن رسول روم عمر را خفته در زیر درخت‌‌
  • Elçi oraya gelip uzakta durdu. Ömer’i görünce titremeye başladı. 1415
  • آمد او آن جا و از دور ایستاد ** مر عمر را دید و در لرز اوفتاد
  • O uyuyandan elçiye bir heybet, gönlüne hoş bir hal geldi.
  • هیبتی ز آن خفته آمد بر رسول ** حالتی خوش کرد بر جانش نزول‌‌
  • Muhabbet ve heybet birbirinin zıttı iken gönlünde bu iki zıttın birleştiğini gördü.
  • مهر و هیبت هست ضد همدگر ** این دو ضد را دید جمع اندر جگر
  • Kendi kendine “Ben nice Padişahlar gördüm; büyük sultanların makbulü oldum.
  • گفت با خود من شهان را دیده‌‌ام ** پیش سلطانان مه و بگزیده‌‌ام‌‌
  • Onlardan korkmaz, ürkmezdim. Bu adamın heybeti aklımı başımdan aldı.
  • از شهانم هیبت و ترسی نبود ** هیبت این مرد هوشم را ربود
  • Aslanlar, kaplanlar bulunan ormanlara daldım, yüzümün rengi bile kaçmadı. 1420
  • رفته‌‌ام در بیشه‌‌ی شیر و پلنگ ** روی من ز یشان نگردانید رنگ‌‌
  • Birçok savaşlarda bulundum; savaş başlayınca
  • بس شده‌‌ستم در مصاف و کارزار ** همچو شیر آن دم که باشد کار زار
  • Bir hayli ağır yaralar aldım, düşmanları ağır bir surette yaraladım. Bütün bu ahvalde kalbim, diğerlerinden daha kuvvetli idi.
  • بس که خوردم بس زدم زخم گران ** دل قوی تر بوده‌‌ام از دیگران‌‌
  • Bu adam silâhsız, kuru yerde yatıyor; benim yedi âzam tir tir titremekte; bu ne?
  • بی‌‌سلاح این مرد خفته بر زمین ** من به هفت اندام لرزان چیست این‌‌
  • Bu heybet Hak’tan halktan değil; bu heybet, şu abalı adamdan gelmiyor” dedi.
  • هیبت حق است این از خلق نیست ** هیبت این مرد صاحب دلق نیست‌‌
  • Bir kişi Hak’tan korkup takva yolunu tuttu mu: cin olsun, insan olsun, onu kim görse korkar. 1425
  • هر که ترسید از حق و تقوی گزید ** ترسد از وی جن و انس و هر که دید
  • Bu düşünce içinde hürmetle ellerini bağladı. Bir müddet sonra Ömer, uykudan uyandı.
  • اندر این فکرت به حرمت دست بست ** بعد یک ساعت عمر از خواب جست‌‌
  • Ömer’in uykudan uyanması ve Kayser elçisinin ona selâm vermesi
  • سلام کردن رسول روم بر عمر
  • Elçi, Ömer’i tâzim etti, ona selâm verdi. Peygamber “önce selâm sonra söz” demiştir.
  • کرد خدمت مر عمر را و سلام ** گفت پیغمبر سلام آن گه کلام‌‌