English    Türkçe    فارسی   

1
1425-1474

  • Bir kişi Hak’tan korkup takva yolunu tuttu mu: cin olsun, insan olsun, onu kim görse korkar. 1425
  • Bu düşünce içinde hürmetle ellerini bağladı. Bir müddet sonra Ömer, uykudan uyandı.
  • Ömer’in uykudan uyanması ve Kayser elçisinin ona selâm vermesi
  • Elçi, Ömer’i tâzim etti, ona selâm verdi. Peygamber “önce selâm sonra söz” demiştir.
  • Ömer, selâmını alıp onu yanına çağırdı, onu teskin etti, karşısına oturdu.
  • Korkanı, emin ederler, gönlünü yatıştırırlar.
  • “Korkmayın” sözü, korkanlara sunulan hazır yemektir. Ve bu yemek tam onlara lâyıktır. 1430
  • Korkusu olmayana nasıl ”korkma” dersin? Niye ona ders veriyorsun? O, derse muhtaç değil ki!
  • Ömer, o yüreği oynayan kimseyi sevindirdi, yıkılmış gönlünü yaptı.
  • Ondan sonra en güzel bir yoldaş olan Tanrı’nın tertemiz sıfatlarına dair ince bahislere daldı;
  • Elçiye, makam nedir? Hâl neye derler? Anlasın, bilsin diye Tanrı’nın Abdallara gönderdiği lûtuf ve ihsanları nakletti.
  • Hâl güzel bir gelinin cilvesidir; makam ise o gelinle halvet olup vuslatına erişmektir. 1435
  • Gelinin cilvesini padişahta görür, başkaları da. Fakat onunla vuslat, ancak aziz padişaha mahsustur.
  • Gelin, havassa da cilve eder, avama da. Ama onunla halvete giren ancak padişahtır.
  • Sûfîler içinde hâl ehli çoktur, fakat aralarında makam sahibi nadirdir.
  • Ömer, elçiye can menzillerini söyledi, ruh seferlerini anlattı.
  • Zamandan dışarı olan, zamana sığmayan bir zamandan, azamete mensup kutsiyet makamından, 1440
  • Ruh simurgunun, bu âleme gelmeden önceki geniş uçuşlarından bahsetti.
  • Ruhun, o âlemde bir uçuşu, ufukları aşıyordu; iştiyak çekenlerin ümitlerinden de ileri gidiyordu, hırslarından da!
  • Ömer, o yabancı çehreli zatı tam dost buldu, canının Tanrı sırlarını dilediğini anladı.
  • Şeyh, kâmildi, talibin de tam bir isteği vardı. Yolcu çevikti, at da kapıdaydı.
  • O mürşid, onun irşad edilmeye kabiliyeti olduğunu gördü; tertemiz tohumu, temiz yere ekti. 1445
  • Rum Kayseri elçisinin Emîrülmü’minin Ömer’den suali
  • Elçi “ya Emirülmü’minin! Can yücelerden yere nasıl indi?
  • Hiçbir şeyle mukayyet olmayan can kuşu nasıl kafese girdi?” diye sordu. Ömer dedi ki: “Hak, ona afsunlar okudu, hikâyeler söyledi.
  • Tanrı; gözü kulağı olmayan yokluklara afsun okuyunca onlar, coşmaya başlarlar; varlık âlemine konarlar.
  • Yok olanlar, onun afsuniyle varlık diyarına takla atarak ve derhal gelirler.
  • Sonra var olana yine bir afsun okuyunca onu yokluğa derhal ve iki çifte atla sürer. 1450
  • Gülün kulağına bir şey söyledi, güldürdü. Taşın kulağına bir şey söyledi, akik ve maden haline getirdi.
  • Cisme bir ayet okudu, can oldu. Güneşe bir şey söyledi, parladı.
  • Sonra yine güneşin kulağına korkunç bir şey üfler, yüzüne yüzlerce perde iner.
  • O kelâm sahibi Tanrı, bulutun kulağına bir şey okur; gözünden misk gibi yaşlar akıtır.
  • Toprağın kulağına ne söyledi ki murakebeye vardı, dalgın bir halde kaldı! 1455
  • Tereddüt içinde kalan, hayretlere düşen kişinin kulağına da Hak, bir muamma söylemiştir.
  • Bu suretle onu iki şüphe arasında hapseder. “Ey yardımı istenen Tanrı! Şunu mu yapayım, bunu mu?” der.
  • İki şıktan birini üstün tutar, üstün tuttuğunu yaparsa o da yine Hak’tandır.
  • Can aklının tereddüt içinde bocalamasını istemezsen o pamuğu can kulağına tıkma,
  • Ki Tanrı’nın o muammalarını anlayasın, gizlice ve açıkça söylenen sözleri idrak edesin. 1460
  • Böyle yaparsan can kulağı vahiy yeri olur. Vahiy nedir? Zahiri duygudan gizli söz.
  • Can kulağı ile can gözü, zahirî duyguya yabancıdır; o duygu, bu duygudan bambaşkadır. Akıl ve duygu kulağı, bu hususta müflistir.
  • Cebir meselesi, aşkımı ihtiyarsız bir hale getirdi, sabrımı elden aldı. Âşık olmayansa cebri hapsetti, onu inkâr yahut takyit eyledi.
  • Hâlbuki bu, Hak’la beraberlik ve birliktir, cebir değil... Bu, ayın tecellisidir bulut değil.
  • Cebir bile olsa, herkesin bildiği cebir; yalnız kendi menfaatini gözeten Nefsi Emmarenin cebri değildir. 1465
  • Ey oğul! Tanrı, kimlerin gönül gözünü açtıysa bu cebri onlar anlar.
  • Gayb ve istikbal onlara apaçık görünmektedir. Maziyi anış onlarca değersiz bir şeydir.
  • Onların ihtiyarı da başka türlüdür, cebri de. Yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur.
  • Sedeften dışarıda küçük, büyük damlalar var, sedefin içinde ise küçük, büyük inciler.
  • Onlarda misk ahusunun göbeğindeki kabiliyet vardır. Dışarıdaki kan damlaları, bunların içlerinde misktir. 1470
  • Sen, dışarıdaki kan, göbeğin içinde nasıl misk olur? Deme!
  • Bu bakır, dışarıda adi ve bayağı bir şeyken iksirin içinde nasıl altın olmuş da deme!
  • İhtiyar ve cebir, sende bir hayalden ibarettir. Onlardaysa Tanrı azametinin nuru haline gelmiştir.
  • Ekmek, sofrada durduğu müddetçe cansızdır. Fakat insan vücudunda neşeli ruh kesilir.