Gülün kulağına bir şey söyledi, güldürdü. Taşın kulağına bir şey söyledi, akik ve maden haline getirdi.
گفت در گوش گل و خندانش کرد ** گفت با سنگ و عقیق کانش کرد
Cisme bir ayet okudu, can oldu. Güneşe bir şey söyledi, parladı.
گفت با جسم آیتی تا جان شد او ** گفت با خورشید تا رخشان شد او
Sonra yine güneşin kulağına korkunç bir şey üfler, yüzüne yüzlerce perde iner.
باز در گوشش دمد نکتهی مخوف ** در رخ خورشید افتد صد کسوف
O kelâm sahibi Tanrı, bulutun kulağına bir şey okur; gözünden misk gibi yaşlar akıtır.
تا به گوش ابر آن گویا چه خواند ** کاو چو مشک از دیدهی خود اشک راند
Toprağın kulağına ne söyledi ki murakebeye vardı, dalgın bir halde kaldı! 1455
تا به گوش خاک حق چه خوانده است ** کاو مراقب گشت و خامش مانده است
Tereddüt içinde kalan, hayretlere düşen kişinin kulağına da Hak, bir muamma söylemiştir.
در تردد هر که او آشفته است ** حق به گوش او معما گفته است
Bu suretle onu iki şüphe arasında hapseder. “Ey yardımı istenen Tanrı! Şunu mu yapayım, bunu mu?” der.
تا کند محبوسش اندر دو گمان ** آن کنم کاو گفت یا خود ضد آن
İki şıktan birini üstün tutar, üstün tuttuğunu yaparsa o da yine Hak’tandır.
هم ز حق ترجیح یابد یک طرف ** ز آن دو یک را بر گزیند ز آن کنف
Can aklının tereddüt içinde bocalamasını istemezsen o pamuğu can kulağına tıkma,
گر نخواهی در تردد هوش جان ** کم فشار این پنبه اندر گوش جان
Ki Tanrı’nın o muammalarını anlayasın, gizlice ve açıkça söylenen sözleri idrak edesin. 1460
تا کنی فهم آن معماهاش را ** تا کنی ادراک رمز و فاش را
Böyle yaparsan can kulağı vahiy yeri olur. Vahiy nedir? Zahiri duygudan gizli söz.
پس محل وحی گردد گوش جان ** وحی چه بود گفتنی از حس نهان
Can kulağı ile can gözü, zahirî duyguya yabancıdır; o duygu, bu duygudan bambaşkadır. Akıl ve duygu kulağı, bu hususta müflistir.
گوش جان و چشم جان جز این حس است ** گوش عقل و گوش ظن زین مفلس است
Cebir meselesi, aşkımı ihtiyarsız bir hale getirdi, sabrımı elden aldı. Âşık olmayansa cebri hapsetti, onu inkâr yahut takyit eyledi.
لفظ جبرم عشق را بیصبر کرد ** و آن که عاشق نیست حبس جبر کرد
Hâlbuki bu, Hak’la beraberlik ve birliktir, cebir değil... Bu, ayın tecellisidir bulut değil.
این معیت با حق است و جبر نیست ** این تجلی مه است این ابر نیست
Cebir bile olsa, herkesin bildiği cebir; yalnız kendi menfaatini gözeten Nefsi Emmarenin cebri değildir. 1465
ور بود این جبر جبر عامه نیست ** جبر آن امارهی خودکامه نیست
Ey oğul! Tanrı, kimlerin gönül gözünü açtıysa bu cebri onlar anlar.
جبر را ایشان شناسند ای پسر ** که خدا بگشادشان در دل بصر
Gayb ve istikbal onlara apaçık görünmektedir. Maziyi anış onlarca değersiz bir şeydir.
غیب و آینده بر ایشان گشت فاش ** ذکر ماضی پیش ایشان گشت لاش
Onların ihtiyarı da başka türlüdür, cebri de. Yağmur damlaları sedeflerin içinde inci olur.
اختیار و جبر ایشان دیگر است ** قطرهها اندر صدفها گوهر است
Sedeften dışarıda küçük, büyük damlalar var, sedefin içinde ise küçük, büyük inciler.
هست بیرون قطرهی خرد و بزرگ ** در صدف آن در خرد است و سترگ
Onlarda misk ahusunun göbeğindeki kabiliyet vardır. Dışarıdaki kan damlaları, bunların içlerinde misktir. 1470
طبع ناف آهو است آن قوم را ** از برون خون و درونشان مشکها
Sen, dışarıdaki kan, göbeğin içinde nasıl misk olur? Deme!
تو مگو کاین مایه بیرون خون بود ** چون رود در ناف مشکی چون شود
Bu bakır, dışarıda adi ve bayağı bir şeyken iksirin içinde nasıl altın olmuş da deme!
تو مگو کاین مس برون بد محتقر ** در دل اکسیر چون گیرد گهر
İhtiyar ve cebir, sende bir hayalden ibarettir. Onlardaysa Tanrı azametinin nuru haline gelmiştir.
اختیار و جبر در تو بد خیال ** چون در ایشان رفت شد نور جلال
Ekmek, sofrada durduğu müddetçe cansızdır. Fakat insan vücudunda neşeli ruh kesilir.
نان چو در سفره ست باشد آن جماد ** در تن مردم شود او روح شاد
Sofranın ortasında duran o ekmeğin can olması imkânsızdır. Fakat can, sel sebil suyu ile o olmayacak şeyi yapar, ekmeği ruh haline getirir. 1475
در دل سفره نگردد مستحیل ** مستحیلش جان کند از سلسبیل
Ey doğru okuyup doğru anlayan! Bu can kuvvetidir; bir düşün, o canlar canının kuvveti ne olabilir?
قوت جان است این ای راست خوان ** تا چه باشد قوت آن جان جان
İnsanın bir tek kolu, candan gelen kuvvetle dağı, denizle, madenlerle yarıp delmekte.
گوشت پارهی آدمی با عقل و جان ** میشکافد کوه را با بحر و کان
Dağ yaran (Ferhâd’ın) candan gelen kuvveti taş delmek, canlar canının kuvveti de kameri ikiye bölmektir.
زور جان کوه کن شق حجر ** زور جان جان در انشق القمر
Gönül, Tanrı sırları dağarcığını açarsa can, arşa doğru süratle koşar gider.
گر گشاید دل سر انبان راز ** جان به سوی عرش سازد ترک تاز
Âdem Aleyhisselâm’ın “ Rabbenâ zalemnâ “ diye hatayı kendisine isnadetmesi, İblîs’in “Bimâ agveyteni “ diyerek suçu Tanrı’ya yüklemesi
اضافت کردن آدم آن زلت را به خویشتن که ربنا ظلمناو اضافت کردن ابلیس گناه خود را به خدا که بما أغويتنی
Hakk’ın yaptıklarını da gör, bizim yaptıklarımızı da. Her ikisini de gör ve bizim yaptığımız işler olduğunu bil, zaten bu meydanda. 1480
کرد حق و کرد ما هر دو ببین ** کرد ما را هست دان پیداست این
Ortada halkın yaptığı işler yoksa, her şeyi Hak yapıyorsa, şu halde kimseye “bunu niye böyle yaptın” deme!
گر نباشد فعل خلق اندر میان ** پس مگو کس را چرا کردی چنان
Tanrı’nın yaratması, bizim yaptığımız işleri meydana getirmektedir. Bizim işlerimiz, Tanrı işinin eserleridir.
خلق حق افعال ما را موجد است ** فعل ما آثار خلق ایزد است
Söz söyleyen kimse, ya harfleri görür yahut manayı. Bir anda her ikisini birden nasıl görebilir?
ناطقی یا حرف بیند یا غرض ** کی شود یک دم محیط دو عرض
İnsan, konuşurken manayı düşünür, onu kastederse harflerden gafildir. Hiçbir göz, bir anda hem önünü, hem ardını göremez.
گر به معنی رفت شد غافل ز حرف ** پیش و پس یک دم نبیند هیچ طرف
Şunu iyice bil! Önünü gördüğün zaman ardını nasıl görebilirsin? 1485
آن زمان که پیش بینی آن زمان ** تو پس خود کی ببینی این بدان
Mademki can, harfi ve manayı bir anda ihata edemez, nasıl olur da hem işi yapar, hem o iş yapma kudretini yaratır?
چون محیط حرف و معنی نیست جان ** چون بود جان خالق این هر دوان
Ey oğul! Tanrı, her şeye muhittir. Bir işi yapması, o anda diğer bir işi yapmasına mâni olamaz.
حق محیط جمله آمد ای پسر ** وا ندارد کارش از کار دگر
Şeytan, “Bima ağveytenî ” dedi; o alçak ifrit, kendi fi’lini gizledi.
گفت شیطان که بما أغویتنی ** کرد فعل خود نهان دیو دنی
Âdem ise “Zalemna enfüsena” dedi; bizim gibi Hakk’ın fiilinden gafil değildi;
گفت آدم که ظلمنا نفسنا ** او ز فعل حق نبد غافل چو ما
Günah ettiği halde edebe riayet ederek Tanrı’ya isnat etmedi. Tanrı’nın halk ettiğini gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana nail oldu. 1490
در گنه او از ادب پنهانش کرد ** ز آن گنه بر خود زدن او بر بخورد
Âdem, tövbe ettikten sonra Tanrı, “Ey Âdem! O suçu, o mihnetleri, sen de ben yaratmadım mı?”
بعد توبه گفتش ای آدم نه من ** آفریدم در تو آن جرم و محن
O benim takdirim, benim kazam değil miydi; özür getirirken niye onu gizledin?” dedi.
نه که تقدیر و قضای من بد آن ** چون به وقت عذر کردی آن نهان
Âdem “Korktum, edebi terk etmedim” deyince Tanrı, “İşte ben de onun için seni kayırdım” dedi.
گفت ترسیدم ادب نگذاشتم ** گفت هم من پاس آنت داشتم
Hürmet eden, hürmet görür. Şeker getiren badem şekerlemesi yer.
هر که آرد حرمت او حرمت برد ** هر که آرد قند لوزینه خورد
Temiz şeyler, temizler içindir; sevgiliyi hoş tut hoşluk gör; incit, incin! 1495
طیبات از بهر که للطیبین ** یار را خوش کن برنجان و ببین
Ey gönül! Cebirle ihtiyarı birbirinden ayırt etmek için bir misal getir ki ikisini de anlayasın:
یک مثال ای دل پی فرقی بیار ** تا بدانی جبر را از اختیار
Titreme illetinden dolayı titreyen bir el, bir de senin titrettiğin el...
دست کان لرزان بود از ارتعاش ** و آن که دستی را تو لرزانی ز جاش
Her iki hareketi de bil ki Tanrı yaratmıştır; fakat bu hareketi onunla mukayeseye imkân yoktur.
هر دو جنبش آفریدهی حق شناس ** لیک نتوان کرد این با آن قیاس
İhtiyarınla el oynatmadan pişman olabilirsin; fakat titreme illetine müptelâ bir adamın pişman olduğunu ne vakit gördün?
ز آن پشیمانی که لرزانیدیاش ** مرتعش را کی پشیمان دیدیاش
Anlayışı kıt biriside şu cebir ve ihtiyar meselesine yol bulsun, bu işi anlasın diye söylediğimiz bu söz, aklî bir söz, aklî bir bahistir. Fakat zaten bu hilekâr akıl, akıl değildir ki. 1500
بحث عقل است این چه عقل آن حیلهگر ** تا ضعیفی ره برد آن جا مگر