English    Türkçe    فارسی   

1
149-198

  • Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği cevir ve meşakkati soruyordu.
  • Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor. 150
  • İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını dudağı ile ıslatır.
  • Ayağa batan dikeni bulmak, bu derece müşkül olursa, yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver!
  • Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?
  • Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar.
  • Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lâzım. 155
  • Eşek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar.
  • O diken çıkaran hekim, üstattı. Halayığın her tarafına elini koyup muayene ediyordu.
  • Halayıktan hikâye yoluyla dostların ahvalini sormaktaydı.
  • Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.
  • Hekim, kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekteydi. 160
  • Nabzı, kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istediği odur(diyordu).
  • Memleketindeki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı.
  • “Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?”dedi.
  • Kız bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi, nabzının atması başkalaşmadı.
  • Efendileri ve şehirleri birer birer saydı; o yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi. 165
  • Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.
  • Hekim şeker gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabiî haldeydi fazla atmıyordu.
  • Semerkand’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkand’lı bir kuyumcudan ayrılmıştı.
  • O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belânın aslına erişince:
  • “Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız, “Köprübaşında, Gatfer mahallesinde” dedi. 170
  • Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim;
  • Sevin, ilişik etme, emin ol ki yağmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacağım;
  • Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha şefkatliyim;
  • Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padişah senden bunu ne kadar sorup soruştursa yine sakla;
  • Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hâsıl olur; dedi. 175
  • Peygamber demiştir ki: “Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erişir.”
  • Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir.
  • Altın ve gümüş gizli olmasalardı... Madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi?
  • O hekimin vaatleri ve lütufları hastayı korkudan emin etti.
  • Hakiki olan vaatleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaatler ise insanı ıstıraba sokar. 180
  • Kerem ehlinin vaatleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi bulunmayanların vaatleri ise gönül azabıdır.
  • O velinin, halayığın hastalığını anlaması ve padişaha arz etmesi
  • Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna gitti, padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti.
  • Dedi ki: “Çare şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim.
  • Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat.”
  • Padişahın, kuyumcuyu getirmek üzere Semerkand’a elçiler yollaması
  • Padişah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, âdil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi. 185
  • O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak Semerkand’a kadar geldiler.
  • Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstat, ey marifette kâmil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır.
  • İşte filân padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kâmilsin.
  • Şimdicek şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”
  • Adam; çok malı, çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan ayrıldı. 190
  • Adam, neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti.
  • Arap atına binip sevinçle koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı!
  • Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden!
  • Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erişirsin” demekte!
  • O garip kişi yoldan gelince, hekim, onu padişahın huzuruna götürdü; 195
  • Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
  • Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
  • Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver