English    Türkçe    فارسی   

1
1607-1656

  • Mademki sen ne yüzgeçsin, ne de denizci... Aklına uyup kendini denize atma!
  • چون نه‌‌ای سباح و نه دریاییی ** در میفکن خویش از خود راییی‌‌
  • Yüzgeç ve denizci, denizden inci çıkarır, ziyanlardan bile bir hayli fayda elde eder.
  • او ز آتش ورد احمر آورد ** از زیانها سود بر سر آورد
  • Kâmil, toprağı tutsa altın olur; nâkıs, altını ele alsa toz toprak kesilir.
  • کاملی گر خاک گیرد زر شود ** ناقص ار زر برد خاکستر شود
  • O gerçek er, Tanrı’ya makbul olmuştur, bütün işlerde onun eli Tanrı elidir. 1610
  • چون قبول حق بود آن مرد راست ** دست او در کارها دست خداست‌‌
  • Nâkıs kimsenin eli ise Şeytan’ın, ifritin elidir. Çünkü Şeytan’ın teklif ve hile tuzağına tutulmuştur.
  • دست ناقص دست شیطان است و دیو ** ز آن که اندر دام تکلیف است و ریو
  • Kâmile göre bilgisizlik bile bilgi olur, nâkısın bildiği bilgi ise bilgisizlik kesilir.
  • جهل آید پیش او دانش شود ** جهل شد علمی که در ناقص رود
  • İlletli kimse, ne tutarsa illet olur. Kâmil kâfir bile olsa o küfür, din ve şeriat haline gelir.
  • هر چه گیرد علتی علت شود ** کفر گیرد کاملی ملت شود
  • Ey yayan olduğu halde süvari ile yarışa girişen! Sen bu müsabakada kazanmayacak, onu geçmeyeceksin, iyisi mi, dur!
  • ای مری کرده پیاده با سوار ** سر نخواهی برد اکنون پای دار
  • Sihirbazların “ Ne buyurursun, asâyı önce sen mi atarsın, yoksa biz mi atalım? “ diyerek Mûsa Aleyhisselâm’a hürmet edip onu ağırlamaları, Mûsâ’nın da “ Siz atın “ demesi
  • تعظیم ساحران مر موسی را علیه السلام که چه فرمایی اول تو اندازی عصا یا ما
  • Melûn Firavun’un zamanında sihirbazlar Mûsâ ile kin güderek mücadeleye giriştiler. 1615
  • ساحران در عهد فرعون لعین ** چون مری کردند با موسی به کین‌‌
  • Fakat onu büyük tuttular, öne geçirdiler, ağırladılar.
  • لیک موسی را مقدم داشتند ** ساحران او را مکرم داشتند
  • Zira ona “Ferman senin. İstiyorsan önce sen asânı at” dediler.
  • ز آن که گفتندش که فرمان آن تست ** گر تو می‌‌خواهی عصا بفکن نخست‌‌
  • Mûsâ “ Hayır, ey sihirbazlar, önce siz büyülerinizi meydana koyun” dedi.
  • گفت نی اول شما ای ساحران ** افکنید آن مکرها را در میان‌‌
  • Mûsâ’ya karşı gösterdikleri o kadarcık hürmet, din sahibi olmalarına sebep oldu; inat yüzünden de elleri ayakları kesildi.
  • این قدر تعظیم دینشان را خرید ** کز مری آن دست و پاهاشان برید
  • Sihirbazlar Mûsâ’nın hakkını anladıklarından evvelce işledikleri suça karşılık olarak ellerini, ayaklarını feda eylediler. 1620
  • ساحران چون حق او بشناختند ** دست و پا در جرم آن درباختند
  • Yemek yemek ve nükte söylemek, kâmile helâldir; mademki sen kâmil değilsin yeme ve sükût et!
  • لقمه و نکته ست کامل را حلال ** تو نه‌‌ای کامل مخور می‌‌باش لال‌‌
  • Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden değil, Tanrı, kulaklara “Ansitû” buyurdu.
  • چون تو گوشی او زبان نی جنس تو ** گوشها را حق بفرمود أنصتوا
  • Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde doğar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir.
  • کودک اول چون بزاید شیر نوش ** مدتی خامش بود او جمله گوش‌‌
  • Lâkırdı söylemeyi öğreninceye kadar bir zaman dudağını yumması, söz söylememesi gerekir.
  • مدتی می‌‌بایدش لب دوختن ** از سخن تا او سخن آموختن‌‌
  • Kulak vermezse “ti ,ti “ diye manasız sözler söyler; kendisini âlemin dilsizi yapar. 1625
  • ور نباشد گوش و تی‌‌تی می‌‌کند ** خویشتن را گنگ گیتی می‌‌کند
  • Anadan sağır doğan ise hiç dinlemediği için dilsiz olur; nasıl dile gelsin?
  • کر اصلی کش نبود آغاز گوش ** لال باشد کی کند در نطق جوش‌‌
  • Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerektir. Söze, kulak verme yolundan gir.
  • ز آن که اول سمع باید نطق را ** سوی منطق از ره سمع اندر آ
  • Evlere kapılardan girin; rızıkları, sebeplerine teşebbüs ederek arayın!
  • ادخلوا الأبیات من أبوابها ** و اطلبوا الأغراض فی أسبابها
  • Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Tanrı’nın sözüdür.
  • نطق کان موقوف راه سمع نیست ** جز که نطق خالق بی‌‌طمع نیست‌‌
  • Tanrı, yarattığını eşsiz, örneksiz yaratır; üstada tâbi değildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur. 1630
  • مبدع است او تابع استاد نی ** مسند جمله و را اسناد نی‌‌
  • Ondan başka bütün mahlûkat; hem sanatında, hem sözünde üstada tâbidir, örneğe muhtaçtır.
  • باقیان هم در حرف هم در مقال ** تابع استاد و محتاج مثال‌‌
  • Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve gözyaşı dök!
  • زین سخن گر نیستی بیگانه‌‌ای ** دلق و اشکی گیر در ویرانه‌‌ای‌‌
  • Çünkü Âdem, Tanrı itabından ağlamakla kurtuldu; tövbekârın nefesi ıslak gözyaşlarıdır.
  • ز آن که آدم ز آن عتاب از اشک رست ** اشک تر باشد دم توبه پرست‌‌
  • Âdem, yeryüzüne, ağlamak için, daima feryat etmek, inlemek ve mahzun olmak için gelmiştir.
  • بهر گریه آمد آدم بر زمین ** تا بود گریان و نالان و حزین‌‌
  • Âdem, Firdevs’ten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolaşarak en adi yere, tâ kapı dibine, özür dilemek için gitti. 1635
  • آدم از فردوس و از بالای هفت ** پای ماچان از برای عذر رفت‌‌
  • Eğer sen de Âdemoğluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü!
  • گر ز پشت آدمی وز صلب او ** در طلب می‌‌باش هم در طلب او
  • Gönül ateşiyle gözyaşından çerez düz. Bahçe, bulutla güneş yüzünden yetişmiş, yeşermiştir.
  • ز آتش دل و آب دیده نقل ساز ** بوستان از ابر و خورشید است باز
  • Sen gözyaşı zevkini ne bilirsin? Görmedikleri gibi ekmek âşığısın!
  • تو چه دانی قدر آب دیده‌‌گان ** عاشق نانی تو چون نادیدگان‌‌
  • Bu karın dağarcığından ekmeği boşaltırsan ululuk incileri ile doldurursun.
  • گر تو این انبان ز نان خالی کنی ** پر ز گوهرهای اجلالی کنی‌‌
  • Önce can çocuğunu Şeytan sütünden kes de sonra onu meleklere ortak yap. 1640
  • طفل جان از شیر شیطان باز کن ** بعد از آنش با ملک انباز کن‌‌
  • Sen karanlık, mükedder ve bulanık oldukça bil ki melûn Şeytan’la sütkardeşisin!
  • تا تو تاریک و ملول و تیره‌‌ای ** دان که با دیو لعین همشیره‌‌ای‌‌
  • Nur ve kemali arttıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.
  • لقمه‌‌ای کان نور افزود و کمال ** آن بود آورده از کسب حلال‌‌
  • Çırağımıza katılınca söndüren yağa yağ deme, çırağı söndüren yağa su de!
  • روغنی کاید چراغ ما کشد ** آب خوانش چون چراغی را کشد
  • İlim ve hikmet helâl lokmadan doğar; aşk ve rikkat helâl lokmadan meydana gelir.
  • علم و حکمت زاید از لقمه‌‌ی حلال ** عشق و رقت آید از لقمه‌‌ی حلال‌‌
  • Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil! 1645
  • چون ز لقمه تو حسد بینی و دام ** جهل و غفلت زاید آن را دان حرام‌‌
  • Hiç buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü? Hiç attan eşek sıpası olduğunu gördün mü?
  • هیچ گندم کاری و جو بر دهد ** دیده‌‌ای اسبی که کره‌‌ی خر دهد
  • Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir. ; lokma denizdir, incileri fikirlerdir.
  • لقمه تخم است و برش اندیشه‌‌ها ** لقمه بحر و گوهرش اندیشه‌‌ها
  • Hizmete meyletmek ve o cihana gitmek azmi, ağıza alınan lokmanın helâl olmasından doğar
  • زاید از لقمه‌‌ی حلال اندر دهان ** میل خدمت عزم رفتن آن جهان‌‌
  • Tacirin Hindistan dudularından gördüğünü duduya söylemesi
  • باز گفتن بازرگان با طوطی آن چه دید از طوطیان هندوستان‌‌
  • Tacir alışverişi bitirip muradına nail olarak evine geri geldi.
  • کرد بازرگان تجارت را تمام ** باز آمد سوی منزل دوست کام‌‌
  • Her köleye armağan getirdi, her halayığa ihsan da bulundu. 1650
  • هر غلامی را بیاورد ارمغان ** هر کنیزک را ببخشید او نشان‌‌
  • Dudu “ Bu kulun armağanı hani? Ne gördün ve ne dedinse söyle” dedi.
  • گفت طوطی ارمغان بنده کو ** آن چه دیدی و آن چه گفتی باز گو
  • Tacir, “Söylemem, zaten elimi çiğneyip parmaklarımı ısırarak,
  • گفت نی من خود پشیمانم از آن ** دست خود خایان و انگشتان گزان‌‌
  • Cahilliğimden, akılsızlığımdan böyle saçma haberi niye götürdüm diye hâlâ pişman olup durmaktayım” dedi.
  • من چرا پیغام خامی از گزاف ** بردم از بی‌‌دانشی و از نشاف‌‌
  • Dudu, “Efendim, pişmanlık neden, bu hiddete bu gama ne sebep oldu?” dedi.
  • گفت ای خواجه پشیمانی ز چیست ** چیست آن کاین خشم و غم را مقتضی است‌‌
  • Tacir dedi ki: “Şikâyetlerini sana benzeyen dudulara söyledim. 1655
  • گفت گفتم آن شکایتهای تو ** با گروهی طوطیان همتای تو
  • İçlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü.”
  • آن یکی طوطی ز دردت بوی برد ** زهره‌‌اش بدرید و لرزید و بمرد