English    Türkçe    فارسی   

1
1653-1702

  • Cahilliğimden, akılsızlığımdan böyle saçma haberi niye götürdüm diye hâlâ pişman olup durmaktayım” dedi.
  • Dudu, “Efendim, pişmanlık neden, bu hiddete bu gama ne sebep oldu?” dedi.
  • Tacir dedi ki: “Şikâyetlerini sana benzeyen dudulara söyledim. 1655
  • İçlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü.”
  • Ben “Ne yaptım da bu sözü söyledim” diye pişman oldum ama bir kere söylemiş bulundum. Pişmanlık ne fayda verir?
  • Ağızdan bir kere çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok gibidir.
  • Oğul, o ok gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerek.
  • Sel önce bir kere coşup da etrafı kapladıktan sonra dünyayı harap etse şaşılmaz. 1660
  • Yapılan işin Gayb Âleminde eserleri doğar, o meydana gelen eserler, halkın hükmüne tâbi değildir.
  • Onların bize nispeti varsa da hepsi, ancak tek Tanrı tarafından yaratılmıştır.
  • Meselâ Amr’e Zeyd bir ok atar; o ok, Amr’i kaplan gibi yaralar.
  • Yara, bir yıl kadar Amr’ın vücudunda ağrılar, sızılar meydana getirir. O dertleri, Hak yaratmıştır, insan değil.
  • Oka hedef olan Amr, o anda korkudan ölürse, yahut ölümüme kadar bedeninde yaralar, bereler vücuda gelir de, 1665
  • O ağrılardan, o illetlerden ölürse Zeyd’e; ilk sebepten, ok attığından dolayı katil de!
  • Hepsi, Tanrı’nın icadı ise de o ağrıları Zeyd’e nispet et!
  • Ekin ekmek, nefes almak, tuzak kurmak, çiftleşmek de böyledir. Onların sesleri hep Hakk’a mutîdir (eken, nefes alan, tuzak kuran, çiftleşen kuldur; bitiren, yaşatan, tuzağa düşüren, doğurtan yahut bunların aksini meydana getiren Hak’tır).
  • Velîlerde Tanrı’dan öyle bir kudret vardır ki atılmış oku yoldan geri çevirirler.
  • Tanrı velisi, pişman olursa sebeplere eserlerin kapılarını kapar (fiilleri neticesiz bırakır). Fakat bunu, Tanrı eliyle yapar. 1670
  • Tanrı kudretiyle; söylenmiş bir sözü söylenmemiş hale getirir. Bir halde ki ne şiş yanar ne kebap!
  • Bütün kalplerdeki nükteleri işitir, gönüllerden o sözü yok eder.
  • Ey ulu kişi! Sana delil ve huccet gerekse “Min âyetin ey nünsiha” ayetini oku.
  • “Ensevküm zikrî ” ayetini de oku velilerin kalplere nisyan koyma kudretini anla!
  • Velîler, hatırlatma ve unutturmaya kadirdirler; şu halde herkesin gönlüne hâkimdirler. 1675
  • Velî, unutturma kudretiyle bir kişinin istidlâl yolunu bağladı mı, o adamın hüneri bile olsa bir iş yapamaz.
  • Siz, yüce kişileri alaya aldınız, bundan bir şey çıkmaz sandınız ama Kur’an’da “Ensevküm” ayetini bir okuyun!
  • Şehir ve köye sahip olan, cisimlerin padişahıdır. Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır.
  • Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin fer’idir. Şu halde insan, ancak göz bebeğinden ibarettir.
  • Ben bunu, tamamı ile söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri (Peygamberler) men ediyorlar. 1680
  • Mademki halkı unutması ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o, erişir.
  • O güzel huylarla huylanmış olan zat, her gece gönüllerden yüz binlerce iyi ve kötü hâtırayı giderir;
  • Gündüzün gönülleri, yine o hâtıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hale getirmektedir.
  • Evvelki düşüncelerin hepsi, Tanrı’nın hidayetiyle sahiplerini tanırlar.
  • Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir. 1685
  • Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mal olmaz.
  • Hünerler ve huylar, kıyamet günü, çeyiz gibi sahibine döner.
  • Sanatlar ve tabiatlar, sabah uyandıktan sonra, koşa koşa onun yanına gelirler. (T.M. 1686)
  • Güzel olsun, çirkin olsun... Bütün huylar ve hünerler, sabah çağında sahiplerine gelir;
  • Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler. 1690
  • Dudunun, duduların hareketlerini duyması ve kafeste ölümü, tacirin ona ağlaması
  • Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu.
  • Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külâhını yere vurdu.
  • Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı.
  • Dedi ki: “ Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin?
  • Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım. 1695
  • Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim!
  • Süleyman’ın böyle kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı?
  • Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım!
  • Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?
  • Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin? 1700
  • Can, ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryat etmektedir.
  • Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin!