- Evvelce seni aldatıp duranlar, o vakit seni görünce “Şeytan” adını takarlar. 1870
- آن جماعت کت همیدادند ریو ** چون ببینندت بگویندت که دیو
- Seni kapı dibinde görünce hepsi birden “Mezarından çıkmış hortlak” derler;
- جمله گویندت چو بینندت به در ** مردهای از گور خود بر کرد سر
- Genç oğlan gibi. Ona önce Tanrı adını takarlar, bu yaltaklıkla tuzağa düşürmek isterler.
- همچو امرد که خدا نامش کنند ** تا بدین سالوس در دامش کنند
- Fakat kötülükle adı çıkıp da zaman geçince bu kötülükte sakalı çıkınca; artık ona yaklaşmaktan Şeytan bile utanır.
- چون که در بد نامی آمد ریش او ** دیو را ننگ آید از تفتیش او
- Şeytan, adamın yanına bir kötülük için gelir; senin yanına gelmez. Çünkü sen Şeytan’dan da betersin.
- دیو سوی آدمی شد بهر شر ** سوی تو ناید که از دیوی بتر
- Şeytan, sen insan oldukça izini izler, ardından koşar, sana şarabını tattırırdı. 1875
- تا تو بودی آدمی دیو از پیات ** میدوید و میچشانید او میات
- Ey bir işe yaramaz adam! Şeytan huyunda ayak direyip şeytanlaşınca senden Şeytan da kaçmaktadır.
- چون شدی در خوی دیوی استوار ** میگریزد از تو دیو نابکار
- Eteğine sarılan kimse de, sen bu hale gelince senden kaçar!
- آن که اندر دامنت آویخت او ** چون چنین گشتی ز تو بگریخت او
- “ Mâşâllahu Kân “ sözünün tefsiri
- تفسیر ما شاء الله کان
- Bunların hepsini söyledik ama Tanrı inayetleri olmadıkça Tanrı yolunda hiçiz, hiç!
- این همه گفتیم لیک اندر بسیچ ** بیعنایات خدا هیچیم هیچ
- Tanrı’nın ve Tanrı erlerinin inayetleri olmazsa melek bile olsa defteri kapkaradır.
- بیعنایات حق و خاصان حق ** گر ملک باشد سیاه استش ورق
- Ey Tanrı, ey ihsanı hacetler reva eden! Sana karşı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık değil. 1880
- ای خدا ای فضل تو حاجت روا ** با تو یاد هیچ کس نبود روا
- Bu kadarcık irşat kudretini de sen bağışladın, şimdiye kadar nice ayıplarımızı örttün.
- این قدر ارشاد تو بخشیدهای ** تا بدین بس عیب ما پوشیدهای
- Ezelde bağışladığın irfan katrasını, denizlerine ulaştır.
- قطرهای دانش که بخشیدی ز پیش ** متصل گردان به دریاهای خویش
- Canımdaki, bir katra ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten toprağından kurtar!
- قطرهای علم است اندر جان من ** وارهانش از هوا وز خاک تن
- Bu topraklar, onu örtmeden; bu rüzgârlar, onu kurutmadan önce sen halâs et!
- پیش از آن کاین خاکها خسفش کنند ** پیش از آن کاین بادها نشفش کنند
- Gerçi rüzgârlar, onu kurutsa, mahvetse bile sen, onlardan tekrar kurtarmağa ve almağa kâdirsin. 1885
- گر چه چون نشفش کند تو قادری ** کش از ایشان واستانی واخری
- Havaya giden yahut yere dökülen katra, senin kudret hazinenden nasıl kaçabilir?
- قطرهای کاو در هوا شد یا که ریخت ** از خزینهی قدرت تو کی گریخت
- Yok olsa yahut yokluğun yüz kat dibine girse bile sen onu çağırınca başını ayak yapıp koşar.
- گر در آید در عدم یا صد عدم ** چون بخوانیش او کند از سر قدم
- Yüzbinlerce zıt, zıddını mahveder; sonra senin emrin yine onları varlık âlemine getirir.
- صد هزاران ضد ضد را میکشد ** بازشان حکم تو بیرون میکشد
- Aman ya Rabbi! Her an yokluk âleminden varlık âlemine katar katar yüz binlerce kervan gelip durmakta!
- از عدمها سوی هستی هر زمان ** هست یا رب کاروان در کاروان
- Hele her gece, bütün ruhlar, bütün akıllar, o uçsuz bucaksız derin denizde batar, yok olurlar. 1890
- خاصه هر شب جمله افکار و عقول ** نیست گردد غرق در بحر نغول
- Yine sabah vakti, o Tanrı’ya mensup ruhlar ve akıllar, balıklar gibi denizden baş çıkarırlar.
- باز وقت صبح آن اللهیان ** بر زنند از بحر سر چون ماهیان
- Güz mevsiminde o yüz binlerce dallar, yapraklar; bozguna uğrayıp ölüm denizine giderler.
- در خزان آن صد هزاران شاخ و برگ ** از هزیمت رفته در دریای مرگ
- Kara kuzgun; yaslılar gibi siyahlar giyinerek bağlarda, yeşilliklerin matemini tutar.
- زاغ پوشیده سیه چون نوحهگر ** در گلستان نوحه کرده بر خضر
- Varlık köyünün sahibinden, yokluğa, “Yediklerini geri ver” diye tekrar ferman çıkar.
- باز فرمان آید از سالار ده ** مر عدم را کانچه خوردی باز ده
- “Ey kara ölüm; nebattan, ilâç olacak otlardan, köklerden, yapraklardan ne yedinse geri ver!” (diye emredilir) 1895
- آن چه خوردی واده ای مرگ سیاه ** از نبات و دارو و برگ و گیاه
- Kardeş, bir an için aklını başına al! Sende de her an hazan ve bahar var.
- ای برادر عقل یک دم با خود آر ** دم به دم در تو خزان است و بهار
- Gönül bahçesinin yemyeşil, terütaze, goncalar, güller, serviler ve yaseminlerle dolu olduğunu gör!
- باغ دل را سبز و تر و تازه بین ** پر ز غنچهی ورد و سرو و یاسمین
- Yaprakların çokluğundan dal gizlenmiş; güllerin fazlalığından kır ve köşk görünmüyor.
- ز انبهی برگ پنهان گشته شاخ ** ز انبهی گل نهان صحرا و کاخ
- Akl-ı Külden gelen bu sözler de, o gül bahçesinin, o servi ve sümbüllerin kokusudur.
- این سخنهایی که از عقل کل است ** بوی آن گلزار و سرو و سنبل است
- Gül olmayan yerden gül kokusu geldiğini, şarap olmayan yerde şarabın kaynayıp coştuğunu hiç gördün mü ki? 1900
- بوی گل دیدی که آن جا گل نبود ** جوش مل دیدی که آن جا مل نبود
- Koku sana kılavuz ve rehberdir. Seni tâ ebedî Cennete ve kevser ırmağına götürür.
- بو قلاووز است و رهبر مر ترا ** میبرد تا خلد و کوثر مر ترا
- Koku, göze ilâçtır, nurunu artırır. Yakup’un gözü, bir kokudan açıldı.
- بو دوای چشم باشد نور ساز ** شد ز بویی دیدهی یعقوب باز
- Kötü koku gözü karartır. Yusuf’un kokusu ise göze nur verir.
- بوی بد مر دیده را تاری کند ** بوی یوسف دیده را یاری کند
- Yusuf değilsen bile Yakup ol; onun gibi matlûbuna erişmek için ağla!
- تو که یوسف نیستی یعقوب باش ** همچو او با گریه و آشوب باش
- Hakîm-i Gaznevî’nin şu nasihatini dinle de eski vücudunda bir yenilik bul: 1905
- بشنو این پند از حکیم غزنوی ** تا بیابی در تن کهنه نوی
- “Naz için gül gibi bir yüz gerek. Öyle bir yüzün yoksa kötü huyun etrafında dönüp dolaşma, nazlanma!
- ناز را رویی بباید همچو ورد ** چون نداری گرد بد خویی مگرد
- Çirkin ve sarı bir yüzün nazı da çirkindir. Gözün hem kör, hem de hastalıklı oluşu müşküldür.
- زشت باشد روی نازیبا و ناز ** سخت باشد چشم نابینا و درد
- Yusuf’a karşı nazlanma, güzellik iddia etme! Yakub’casına niyaz etmek ve ah eylemekten başka bir şey yapma!
- پیش یوسف نازش و خوبی مکن ** جز نیاز و آه یعقوبی مکن
- Dudunun ölümünün manası niyazdı. Sen de niyaz ve yoksullukta kendini ölü yap!
- معنی مردن ز طوطی بد نیاز ** در نیاز و فقر خود را مرده ساز
- İsa’nın nefesi seni diriltsin, kendisi gibi güzel ve mutlu bir hale getirsin! 1910
- تا دم عیسی ترا زنده کند ** همچو خویشت خوب و فرخنده کند
- Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
- از بهاران کی شود سر سبز سنگ ** خاک شو تا گل برویی رنگ رنگ
- Yıllarca gönüller yırtan, kalplere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!
- سالها تو سنگ بودی دل خراش ** آزمون را یک زمانی خاک باش
- Tanrı razı olsun, Ömer zamanında yoksulluk gününde gidip mezarlıkta çenk çalan ihtiyar çalgıcının hikâyesi
- داستان پیر چنگی که در عهد عمر از بهر خدا روز بینوایی چنگ زد میان گورستان
- (Bilmem) işittin mi? Ömer zamanında pek güzel, pek lâtif çenk çalan bir çalgıcı vardı.
- آن شنیده ستی که در عهد عمر ** بود چنگی مطربی با کر و فر
- Bülbül onun sesinden kendini kaybeder; bir namesini dinleyenlerin şevki, yüz misli artardı.
- بلبل از آواز او بیخود شدی ** یک طرب ز آواز خوبش صد شدی
- Meclisleri, cemiyetleri, onun nağmeleri süsler; onun sesinden kıyametler kopardı. 1915
- مجلس و مجمع دمش آراستی ** وز نوای او قیامت خاستی
- Sesi, İsrafil gibi mucizeler gösterir, ölülerin bedenlerine can bağışlardı.
- همچو اسرافیل کاوازش به فن ** مردگان را جان در آرد در بدن
- Yahut İsrafil’e yardım ederdi; onun nağmelerini dinleyen fil bile kanatlanırdı.
- یا رسیلی بود اسرافیل را ** کز سماعش پر برستی فیل را
- İsrafil, bir gün nağmesini düzer ve yüzlerce yıllık çürümüş ölüye can verir.
- سازد اسرافیل روزی ناله را ** جان دهد پوسیدهی صد ساله را
- Peygamberlerin de içlerinde öyle nağmeler vardır ki o nağmelerde isteyenlere, değer biçilmez bir hayat erişir.
- انبیا را در درون هم نغمههاست ** طالبان را ز آن حیات بیبهاست