- Gönül bahçesinin yemyeşil, terütaze, goncalar, güller, serviler ve yaseminlerle dolu olduğunu gör!
- باغ دل را سبز و تر و تازه بین ** پر ز غنچهی ورد و سرو و یاسمین
- Yaprakların çokluğundan dal gizlenmiş; güllerin fazlalığından kır ve köşk görünmüyor.
- ز انبهی برگ پنهان گشته شاخ ** ز انبهی گل نهان صحرا و کاخ
- Akl-ı Külden gelen bu sözler de, o gül bahçesinin, o servi ve sümbüllerin kokusudur.
- این سخنهایی که از عقل کل است ** بوی آن گلزار و سرو و سنبل است
- Gül olmayan yerden gül kokusu geldiğini, şarap olmayan yerde şarabın kaynayıp coştuğunu hiç gördün mü ki? 1900
- بوی گل دیدی که آن جا گل نبود ** جوش مل دیدی که آن جا مل نبود
- Koku sana kılavuz ve rehberdir. Seni tâ ebedî Cennete ve kevser ırmağına götürür.
- بو قلاووز است و رهبر مر ترا ** میبرد تا خلد و کوثر مر ترا
- Koku, göze ilâçtır, nurunu artırır. Yakup’un gözü, bir kokudan açıldı.
- بو دوای چشم باشد نور ساز ** شد ز بویی دیدهی یعقوب باز
- Kötü koku gözü karartır. Yusuf’un kokusu ise göze nur verir.
- بوی بد مر دیده را تاری کند ** بوی یوسف دیده را یاری کند
- Yusuf değilsen bile Yakup ol; onun gibi matlûbuna erişmek için ağla!
- تو که یوسف نیستی یعقوب باش ** همچو او با گریه و آشوب باش
- Hakîm-i Gaznevî’nin şu nasihatini dinle de eski vücudunda bir yenilik bul: 1905
- بشنو این پند از حکیم غزنوی ** تا بیابی در تن کهنه نوی
- “Naz için gül gibi bir yüz gerek. Öyle bir yüzün yoksa kötü huyun etrafında dönüp dolaşma, nazlanma!
- ناز را رویی بباید همچو ورد ** چون نداری گرد بد خویی مگرد
- Çirkin ve sarı bir yüzün nazı da çirkindir. Gözün hem kör, hem de hastalıklı oluşu müşküldür.
- زشت باشد روی نازیبا و ناز ** سخت باشد چشم نابینا و درد
- Yusuf’a karşı nazlanma, güzellik iddia etme! Yakub’casına niyaz etmek ve ah eylemekten başka bir şey yapma!
- پیش یوسف نازش و خوبی مکن ** جز نیاز و آه یعقوبی مکن
- Dudunun ölümünün manası niyazdı. Sen de niyaz ve yoksullukta kendini ölü yap!
- معنی مردن ز طوطی بد نیاز ** در نیاز و فقر خود را مرده ساز
- İsa’nın nefesi seni diriltsin, kendisi gibi güzel ve mutlu bir hale getirsin! 1910
- تا دم عیسی ترا زنده کند ** همچو خویشت خوب و فرخنده کند
- Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
- از بهاران کی شود سر سبز سنگ ** خاک شو تا گل برویی رنگ رنگ
- Yıllarca gönüller yırtan, kalplere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!
- سالها تو سنگ بودی دل خراش ** آزمون را یک زمانی خاک باش
- Tanrı razı olsun, Ömer zamanında yoksulluk gününde gidip mezarlıkta çenk çalan ihtiyar çalgıcının hikâyesi
- داستان پیر چنگی که در عهد عمر از بهر خدا روز بینوایی چنگ زد میان گورستان
- (Bilmem) işittin mi? Ömer zamanında pek güzel, pek lâtif çenk çalan bir çalgıcı vardı.
- آن شنیده ستی که در عهد عمر ** بود چنگی مطربی با کر و فر
- Bülbül onun sesinden kendini kaybeder; bir namesini dinleyenlerin şevki, yüz misli artardı.
- بلبل از آواز او بیخود شدی ** یک طرب ز آواز خوبش صد شدی
- Meclisleri, cemiyetleri, onun nağmeleri süsler; onun sesinden kıyametler kopardı. 1915
- مجلس و مجمع دمش آراستی ** وز نوای او قیامت خاستی
- Sesi, İsrafil gibi mucizeler gösterir, ölülerin bedenlerine can bağışlardı.
- همچو اسرافیل کاوازش به فن ** مردگان را جان در آرد در بدن
- Yahut İsrafil’e yardım ederdi; onun nağmelerini dinleyen fil bile kanatlanırdı.
- یا رسیلی بود اسرافیل را ** کز سماعش پر برستی فیل را
- İsrafil, bir gün nağmesini düzer ve yüzlerce yıllık çürümüş ölüye can verir.
- سازد اسرافیل روزی ناله را ** جان دهد پوسیدهی صد ساله را
- Peygamberlerin de içlerinde öyle nağmeler vardır ki o nağmelerde isteyenlere, değer biçilmez bir hayat erişir.
- انبیا را در درون هم نغمههاست ** طالبان را ز آن حیات بیبهاست
- Fakat o nağmeleri his kulağı duymaz, çünkü his kulağı, kötülükler yüzünden pis bir haldedir. 1920
- نشنود آن نغمهها را گوش حس ** کز ستمها گوش حس باشد نجس
- İnsanoğlu perinin nağmesini işitmez; çünkü perilerin sırlarına yabancıdır.
- نشنود نغمهی پری را آدمی ** کاو بود ز اسرار پریان اعجمی
- Gerçi perinin nağmesi de bu âlemdedir ama gönül nağmesi her iki sesten de yüksektir.
- گر چه هم نغمهی پری زین عالم است ** نغمهی دل برتر از هر دو دم است
- Zira peri de, insan da mahpustur; ikisi de bu bilgisizlik ve gaflet zindanındadır.
- که پری و آدمی زندانیاند ** هر دو در زندان این نادانیاند
- Rahman Suresinden “Yâ ma’şaralcinn” âyetini oku; “Tenfüzû testa’tîû “ nun mânasını iyice bil!
- معشر الجن سورهی رحمان بخوان ** تستطیعوا تنفذوا را باز دان
- Velîlerin içi nağmeleri evvelâ der ki: “Ey yokluk âleminin cüzüler! 1925
- نغمههای اندرون اولیا ** اولا گوید که ای اجزای لا
- Kendinize gelin; nefis yokluğundan baş çıkaran; bu hayali, bu vehmi bir tarafa atın!
- هین ز لای نفی سرها بر زنید ** این خیال و وهم یک سو افکنید
- Ey Kevn ü fesat âleminde tamamıyla çürümüş canlar! Ebedî canlarınız ne vücuda geldi, ne doğdu!”
- ای همه پوسیده در کون و فساد ** جان باقیتان نرویید و نزاد
- O nağmelerden pek az, pek cüzi bir miktarını söylesem canlar, mezar ve merkatlerinden başkaldırırlar.
- گر بگویم شمهای ز آن نغمهها ** جانها سر بر زنند از دخمهها
- Kulak ver! O nağmeler uzakta değil; fakat sana söylemeğe izin yok.
- گوش را نزدیک کن کان دور نیست ** لیک نقل آن به تو دستور نیست
- Agâh ol ki veliler, zamanın İsrafil’idirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler. 1930
- هین که اسرافیل وقتاند اولیا ** مرده را ز یشان حیات است و حیا
- Ölü canlar, ten mezarında kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar
- جان هر یک مردهای از گور تن ** بر جهد ز آوازشان اندر کفن
- Derler ki: Bu ses, öbür seslerden bambaşka; çünkü diriltmek Tanrı sesinin işidir.
- گوید این آواز ز آوازها جداست ** زنده کردن کار آواز خداست
- Biz öldük, tamamıyla çürüdük, mahvolduk. Fakat Tanrı sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.
- ما بمردیم و بکلی کاستیم ** بانگ حق آمد همه برخاستیم
- Tanrı sesi ister hicap ardından, ister hicapsız gelsin... Cebrail, Meryem’e, yakasından üfleyerek ne verdiyse Tanrı sesi de insana onu verir.
- بانگ حق اندر حجاب و بیحجاب ** آن دهد کو داد مریم را ز جیب
- Ey derileri altında yokluğun çürütüp mahvettiği kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönün, tekrar var olun! 1935
- ای فناتان نیست کرده زیر پوست ** باز گردید از عدم ز آواز دوست
- O ses, Tanrı kulunun boğazından çıksa da esasen ve mutlaka Padişahtan gelmektedir.
- مطلق آن آواز خود از شه بود ** گر چه از حلقوم عبد الله بود
- Tanrı ona dedi ki: “Ben dilim, sen vücutsun. Ben senin hislerin, memnuniyet ve gazabınım,
- گفته او را من زبان و چشم تو ** من حواس و من رضا و خشم تو
- Yürü! Benimle duyan, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek? Bizzat sır sensin.
- رو که بییسمع و بییبصر تویی ** سر تویی چه جای صاحب سر تویی
- Sen mademki hayret âleminde “Lillâh” sırrına mazhar oldun, ben de senin olurum. Çünkü “Kim, Tanrı’nın olursa Tanrı onun olur.”
- چون شدی من کان لله از وله ** من ترا باشم که کان الله له
- Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben aydın ve parlak bir güneşim. 1940
- گه تویی گویم ترا گاهی منم ** هر چه گویم آفتاب روشنم
- Her nerede bir çırağlıktan parlasan orada bütün âlemin müşkülleri hallolur.
- هر کجا تابم ز مشکات دمی ** حل شد آن جا مشکلات عالمی
- Güneşin bile gideremediği, aydınlatamadığı karanlık, bizim nefsimizden kuşluk çağı gibi aydınlanır.
- ظلمتی را کافتابش بر نداشت ** از دم ما گردد آن ظلمت چو چاشت
- Âdem evlâdına esmasını bizzat gösterdi. ( Âdem’i, isimlerine mazhar etti); diğer mevcudata esma, Âdem’den açıldı.
- آدمی را او به خویش اسما نمود ** دیگران را ز آدم اسما میگشود
- Nurunu, istersen Âdem’den al, istersen ondan şarabı, dilersen küpten al, dilersen testiden!
- خواه ز آدم گیر نورش خواه از او ** خواه از خم گیر میخواه از کدو
- Çünkü bu testi, küple adamakıllı birleşmiştir; o iyi bahtlı testi, senin gibi (zahiri zevklerle şad değil, hakiki neşeyle neşelenmiş) tir. 1945
- کاین کدو با خنب پیوسته ست سخت ** نی چو تو شاد آن کدوی نیک بخت
- Mustafa, “Beni görene benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu” dedi.
- گفت طوبی من رآنی مصطفا ** و الذی یبصر لمن وجهی رأی