Gül olmayan yerden gül kokusu geldiğini, şarap olmayan yerde şarabın kaynayıp coştuğunu hiç gördün mü ki? 1900
بوی گل دیدی که آن جا گل نبود ** جوش مل دیدی که آن جا مل نبود
Koku sana kılavuz ve rehberdir. Seni tâ ebedî Cennete ve kevser ırmağına götürür.
بو قلاووز است و رهبر مر ترا ** میبرد تا خلد و کوثر مر ترا
Koku, göze ilâçtır, nurunu artırır. Yakup’un gözü, bir kokudan açıldı.
بو دوای چشم باشد نور ساز ** شد ز بویی دیدهی یعقوب باز
Kötü koku gözü karartır. Yusuf’un kokusu ise göze nur verir.
بوی بد مر دیده را تاری کند ** بوی یوسف دیده را یاری کند
Yusuf değilsen bile Yakup ol; onun gibi matlûbuna erişmek için ağla!
تو که یوسف نیستی یعقوب باش ** همچو او با گریه و آشوب باش
Hakîm-i Gaznevî’nin şu nasihatini dinle de eski vücudunda bir yenilik bul: 1905
بشنو این پند از حکیم غزنوی ** تا بیابی در تن کهنه نوی
“Naz için gül gibi bir yüz gerek. Öyle bir yüzün yoksa kötü huyun etrafında dönüp dolaşma, nazlanma!
ناز را رویی بباید همچو ورد ** چون نداری گرد بد خویی مگرد
Çirkin ve sarı bir yüzün nazı da çirkindir. Gözün hem kör, hem de hastalıklı oluşu müşküldür.
زشت باشد روی نازیبا و ناز ** سخت باشد چشم نابینا و درد
Yusuf’a karşı nazlanma, güzellik iddia etme! Yakub’casına niyaz etmek ve ah eylemekten başka bir şey yapma!
پیش یوسف نازش و خوبی مکن ** جز نیاز و آه یعقوبی مکن
Dudunun ölümünün manası niyazdı. Sen de niyaz ve yoksullukta kendini ölü yap!
معنی مردن ز طوطی بد نیاز ** در نیاز و فقر خود را مرده ساز
İsa’nın nefesi seni diriltsin, kendisi gibi güzel ve mutlu bir hale getirsin! 1910
تا دم عیسی ترا زنده کند ** همچو خویشت خوب و فرخنده کند
Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
از بهاران کی شود سر سبز سنگ ** خاک شو تا گل برویی رنگ رنگ
Yıllarca gönüller yırtan, kalplere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!
سالها تو سنگ بودی دل خراش ** آزمون را یک زمانی خاک باش
Tanrı razı olsun, Ömer zamanında yoksulluk gününde gidip mezarlıkta çenk çalan ihtiyar çalgıcının hikâyesi
داستان پیر چنگی که در عهد عمر از بهر خدا روز بینوایی چنگ زد میان گورستان
(Bilmem) işittin mi? Ömer zamanında pek güzel, pek lâtif çenk çalan bir çalgıcı vardı.
آن شنیده ستی که در عهد عمر ** بود چنگی مطربی با کر و فر
Bülbül onun sesinden kendini kaybeder; bir namesini dinleyenlerin şevki, yüz misli artardı.
بلبل از آواز او بیخود شدی ** یک طرب ز آواز خوبش صد شدی
Meclisleri, cemiyetleri, onun nağmeleri süsler; onun sesinden kıyametler kopardı. 1915
مجلس و مجمع دمش آراستی ** وز نوای او قیامت خاستی
Sesi, İsrafil gibi mucizeler gösterir, ölülerin bedenlerine can bağışlardı.
همچو اسرافیل کاوازش به فن ** مردگان را جان در آرد در بدن
Yahut İsrafil’e yardım ederdi; onun nağmelerini dinleyen fil bile kanatlanırdı.
یا رسیلی بود اسرافیل را ** کز سماعش پر برستی فیل را
İsrafil, bir gün nağmesini düzer ve yüzlerce yıllık çürümüş ölüye can verir.
سازد اسرافیل روزی ناله را ** جان دهد پوسیدهی صد ساله را
Peygamberlerin de içlerinde öyle nağmeler vardır ki o nağmelerde isteyenlere, değer biçilmez bir hayat erişir.
انبیا را در درون هم نغمههاست ** طالبان را ز آن حیات بیبهاست
Fakat o nağmeleri his kulağı duymaz, çünkü his kulağı, kötülükler yüzünden pis bir haldedir. 1920
نشنود آن نغمهها را گوش حس ** کز ستمها گوش حس باشد نجس
İnsanoğlu perinin nağmesini işitmez; çünkü perilerin sırlarına yabancıdır.
نشنود نغمهی پری را آدمی ** کاو بود ز اسرار پریان اعجمی
Gerçi perinin nağmesi de bu âlemdedir ama gönül nağmesi her iki sesten de yüksektir.
گر چه هم نغمهی پری زین عالم است ** نغمهی دل برتر از هر دو دم است
Zira peri de, insan da mahpustur; ikisi de bu bilgisizlik ve gaflet zindanındadır.
که پری و آدمی زندانیاند ** هر دو در زندان این نادانیاند
Rahman Suresinden “Yâ ma’şaralcinn” âyetini oku; “Tenfüzû testa’tîû “ nun mânasını iyice bil!
معشر الجن سورهی رحمان بخوان ** تستطیعوا تنفذوا را باز دان
Velîlerin içi nağmeleri evvelâ der ki: “Ey yokluk âleminin cüzüler! 1925
نغمههای اندرون اولیا ** اولا گوید که ای اجزای لا
Kendinize gelin; nefis yokluğundan baş çıkaran; bu hayali, bu vehmi bir tarafa atın!
هین ز لای نفی سرها بر زنید ** این خیال و وهم یک سو افکنید
Ey Kevn ü fesat âleminde tamamıyla çürümüş canlar! Ebedî canlarınız ne vücuda geldi, ne doğdu!”
ای همه پوسیده در کون و فساد ** جان باقیتان نرویید و نزاد
O nağmelerden pek az, pek cüzi bir miktarını söylesem canlar, mezar ve merkatlerinden başkaldırırlar.
گر بگویم شمهای ز آن نغمهها ** جانها سر بر زنند از دخمهها
Kulak ver! O nağmeler uzakta değil; fakat sana söylemeğe izin yok.
گوش را نزدیک کن کان دور نیست ** لیک نقل آن به تو دستور نیست
Agâh ol ki veliler, zamanın İsrafil’idirler. Ölüler, onlardan can bulur, gelişirler. 1930
هین که اسرافیل وقتاند اولیا ** مرده را ز یشان حیات است و حیا
Ölü canlar, ten mezarında kefenlerine bürünmüş yatarlarken onların sesinden sıçrayıp kalkarlar
جان هر یک مردهای از گور تن ** بر جهد ز آوازشان اندر کفن
Derler ki: Bu ses, öbür seslerden bambaşka; çünkü diriltmek Tanrı sesinin işidir.
گوید این آواز ز آوازها جداست ** زنده کردن کار آواز خداست
Biz öldük, tamamıyla çürüdük, mahvolduk. Fakat Tanrı sesi gelince hepimiz dirildik, kalktık.
ما بمردیم و بکلی کاستیم ** بانگ حق آمد همه برخاستیم
Tanrı sesi ister hicap ardından, ister hicapsız gelsin... Cebrail, Meryem’e, yakasından üfleyerek ne verdiyse Tanrı sesi de insana onu verir.
بانگ حق اندر حجاب و بیحجاب ** آن دهد کو داد مریم را ز جیب
Ey derileri altında yokluğun çürütüp mahvettiği kimseler! Sevgilinin sesiyle yokluktan dönün, tekrar var olun! 1935
ای فناتان نیست کرده زیر پوست ** باز گردید از عدم ز آواز دوست
O ses, Tanrı kulunun boğazından çıksa da esasen ve mutlaka Padişahtan gelmektedir.
مطلق آن آواز خود از شه بود ** گر چه از حلقوم عبد الله بود
Tanrı ona dedi ki: “Ben dilim, sen vücutsun. Ben senin hislerin, memnuniyet ve gazabınım,
گفته او را من زبان و چشم تو ** من حواس و من رضا و خشم تو
Yürü! Benimle duyan, benimle gören sensin. Sır sahibi olmak da ne demek? Bizzat sır sensin.
رو که بییسمع و بییبصر تویی ** سر تویی چه جای صاحب سر تویی
Sen mademki hayret âleminde “Lillâh” sırrına mazhar oldun, ben de senin olurum. Çünkü “Kim, Tanrı’nın olursa Tanrı onun olur.”
چون شدی من کان لله از وله ** من ترا باشم که کان الله له
Sana bazen sensin derim, bazen de benim derim. Ne dersem diyeyim, ben aydın ve parlak bir güneşim. 1940
گه تویی گویم ترا گاهی منم ** هر چه گویم آفتاب روشنم
Her nerede bir çırağlıktan parlasan orada bütün âlemin müşkülleri hallolur.
هر کجا تابم ز مشکات دمی ** حل شد آن جا مشکلات عالمی
Güneşin bile gideremediği, aydınlatamadığı karanlık, bizim nefsimizden kuşluk çağı gibi aydınlanır.
ظلمتی را کافتابش بر نداشت ** از دم ما گردد آن ظلمت چو چاشت
Âdem evlâdına esmasını bizzat gösterdi. ( Âdem’i, isimlerine mazhar etti); diğer mevcudata esma, Âdem’den açıldı.
آدمی را او به خویش اسما نمود ** دیگران را ز آدم اسما میگشود
Nurunu, istersen Âdem’den al, istersen ondan şarabı, dilersen küpten al, dilersen testiden!
خواه ز آدم گیر نورش خواه از او ** خواه از خم گیر میخواه از کدو
Çünkü bu testi, küple adamakıllı birleşmiştir; o iyi bahtlı testi, senin gibi (zahiri zevklerle şad değil, hakiki neşeyle neşelenmiş) tir. 1945
کاین کدو با خنب پیوسته ست سخت ** نی چو تو شاد آن کدوی نیک بخت
Mustafa, “Beni görene benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu” dedi.
گفت طوبی من رآنی مصطفا ** و الذی یبصر لمن وجهی رأی
Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakînen o mumu görmüştür.
چون چراغی نور شمعی را کشید ** هر که دید آن را یقین آن شمع دید
Bu tarzda o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nuru intikal etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan ilk mumu görmektir.
همچنین تا صد چراغ ار نقل شد ** دیدن آخر لقای اصل شد
İstersen o nuru, son çırağdan al, istersen ilk çırağdan hiç fark yok.
خواه از نور پسین بستان تو آن ** هیچ فرقی نیست خواه از شمعدان