English    Türkçe    فارسی   

1
1994-2043

  • Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz. Senin sözün, gayb âlemindeki kaza ve kaderin zuhurundan başka bir şey değildir” demekte.
  • لیک می‌‌گوید بگو هین عیب نیست ** جز تقاضای قضای غیب نیست‌‌
  • Ayıptan başka bir şey görmeyene ayıptır. Fakat gayb âleminin pâk ruhu, hiç ayıp görür mü? 1995
  • عیب باشد کاو نبیند جز که عیب ** عیب کی بیند روان پاک غیب‌‌
  • Ayıp cahil mahlûka nispetle ayıptır; makbul Tanrıya nispetle değil.
  • عیب شد نسبت به مخلوق جهول ** نی به نسبت با خداوند قبول‌‌
  • Küfür bile yaratana nispetle bir hikmettir. Fakat bize nispet edecek olursan bir âfet, bir felâkettir.
  • کفر هم نسبت به خالق حکمت است ** چون به ما نسبت کنی کفر آفت است‌‌
  • Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de ayıp bulunsa o ayıp nebatatın sapı mesabesindedir.
  • ور یکی عیبی بود با صد حیات ** بر مثال چوب باشد در نبات‌‌
  • Terazide her ikisini de birlikte tartarlar. Çünkü nebatat ve sap… İkisi de bedenle can gibi bağdaşmıştır.
  • در ترازو هر دو را یکسان کشند ** ز آن که آن هر دو چو جسم و جان خوشند
  • Şu halde büyükler, bu sözü boş yere söylemediler: Temiz kişilerin cisimleri de, can gibi saftır. 2000
  • پس بزرگان این نگفتند از گزاف ** جسم پاکان عین جان افتاد صاف‌‌
  • Onların sözleri de nişanı olmayan ve bir kayda gelmeyen can olmuştur, nefisleri de, suretleri de.
  • گفتشان و نفسشان و نقششان ** جمله جان مطلق آمد بی‌‌نشان‌‌
  • Onlara düşman olanların canları ise sırf cisimdir. O düşman, tavla oyununda kırılmış zar gibi faydasızdır, ancak bir addan ibarettir.
  • جان دشمن دارشان جسم است صرف ** چون زیاد از نرد او اسم است صرف‌‌
  • Düşman toprağa girdi, tamamı ile toprak oldu. Bu ise tuzlaya düşüp tamamı ile arındı.
  • آن به خاک اندر شد و کل خاک شد ** وین نمک اندر شد و کل پاک شد
  • O tuz, öyle bir tuzdur ki Muhammed, ondan meslâhat kazanmış, o yüzden melih sözü fasih olmuştur.
  • آن نمک کز وی محمد املح است ** ز آن حدیث با نمک او افصح است‌‌
  • Bu tuz, bu melâhat, ondan miras kalmıştır; vârisleri de seninledir, ara bul! 2005
  • این نمک باقی است از میراث او ** با تواند آن وارثان او بجو
  • Vârisler senin huzurunda oturuyorlar, fakat nerede senin huzurun? Senin önündedirler, fakat nerede önü sonu düşünen can?
  • پیش تو شسته ترا خود پیش کو ** پیش هستت جان پیش اندیش کو
  • Eğer sen, kendinde ön, art olduğunu sanıyorsan cisme bağlısın, candan mahrumsun.
  • گر تو خود را پیش و پس داری گمان ** بسته‌‌ی جسمی و محرومی ز جان‌‌
  • Alt, üst, ön, art; cismin vasfıdır. Nurani olan can ise bunlardan münezzeh ve cihetsizdir.
  • زیر و بالا پیش و پس وصف تن است ** بی‌‌جهت آن ذات جان روشن است‌‌
  • Kısa görüşlüler gibi zanna düşmemek için gözünü, o pâ padişahın nuruyla aç!
  • بر گشا از نور پاک شه نظر ** تا نپنداری تو چون کوته نظر
  • Sen mademki zahiri önü, sonu düşünmektesin... Ancak ve ancak bu gam ve neşe âlemindesin. Ey hakikatte yok olan! Yok olan nerede ön, nerede son? 2010
  • که همینی در غم و شادی و بس ** ای عدم کو مر عدم را پیش و پس‌‌
  • Yağmurlu gündür, gece çağına kadar yürü! Bu yağmur, bildiğimiz yağmur değil! Tanrı yağmurlarından.
  • روز باران است می‌‌رو تا به شب ** نی از این باران از آن باران رب‌‌
  • Ayşe’nin -Tanrı ondan razı olsun- Mustafa Sallâllahu aleyhi vessellem’e “ Bugün yağmur yağdı. Sen mezarlığa gittiğin halde niçin elbisen ıslak değil? “diye sorması
  • قصه‌‌ی سؤال کردن عایشه از مصطفی علیه السلام که امروز باران بارید چون تو سوی گورستان رفتی جامه‌‌های تو چون تر نیست‌‌
  • Mustafa, bir gün, dostlarından birinin cenazesiyle ve dostlarla mezarlığa gitti.
  • مصطفی روزی به گورستان برفت ** با جنازه‌‌ی مردی از یاران برفت‌‌
  • Onun mezarına toprak doldurdu, tohumunu yeraltında diriltti.
  • خاک را در گور او آگنده کرد ** زیر خاک آن دانه‌‌اش را زنده کرد
  • Bu ağaçlar, toprak altındaki insanlara benzerler. Ellerini topraktan çıkarıp;
  • این درختانند همچون خاکیان ** دستها بر کرده‌‌اند از خاکدان‌‌
  • Halka doğru yüz türlü işaretlerde bulunurlar, duyana söz söylerler. 2015
  • سوی خلقان صد اشارت می‌‌کنند ** و آن که گوش استش عبارت می‌‌کنند
  • Yeşil dilleriyle, uzun elleriyle toprağın içindeki sırları anlatırlar.
  • با زبان سبز و با دست دراز ** از ضمیر خاک می‌‌گویند راز
  • Kazlar gibi başlarını su içine çekmişler. Karga gibiyken tavus haline gelmişlerdir.
  • همچو بطان سر فرو برده به آب ** گشته طاوسان و بوده چون غراب‌‌
  • Tanrı, onları kış vakti hapsetmişse de baharda o kargaları tavus haline getirir.
  • در زمستانشان اگر محبوس کرد ** آن غرابان را خدا طاوس کرد
  • Kışın onlara ölüm vermişse de bahar yüzünden yine diriltip yapraklandırır, yeşertir.
  • در زمستانشان اگر چه داد مرگ ** زنده‌‌شان کرد از بهار و داد برگ‌‌
  • Münkirler der ki: “Eskiden beri olagelmiş bir şey. Neden bunu kerem sahibi Tanrı’ya isnat edelim?” 2020
  • منکران گویند خود هست این قدیم ** این چرا بندیم بر رب کریم‌‌
  • Onların körlüğüne rağmen Tanrı, dostların gönüllerinde bağlar, bahçeler bitirmiştir.
  • کوری ایشان درون دوستان ** حق برویانید باغ و بوستان‌‌
  • Gönülde kokan her gül, kül sırlarından bahisler açar.
  • هر گلی کاندر درون بویا بود ** آن گل از اسرار کل گویا بود
  • Onların kokuları, münkirlerin burunlarını yere sürtmek için perdeleri yırtarak dünyanın etrafını dönüp dolaşırlar.
  • بوی ایشان رغم انف منکران ** گرد عالم می‌‌رود پرده دران‌‌
  • Münkirler, o gönül kokusuna karşı kara böcek gibidirler; dayanamazlar. Yahut davul sesine tahammül edemeyen beyni zayıf kimseye benzerler.
  • منکران همچون جعل ز آن بوی گل ** یا چو نازک مغز در بانگ دهل‌‌
  • Kendilerini meşgul ve müstağrak gösterirler. Şimşek parıltısından gözlerini yumarlar. 2025
  • خویشتن مشغول می‌‌سازند و غرق ** چشم می‌‌دزدند زین لمعان برق‌‌
  • Göz yumarlar ama, onların bulundukları makamdaki göz değildir ki. Göz odur ki bir sığınak görsün.
  • چشم می‌‌دزدند و آن جا چشم نی ** چشم آن باشد که بیند مأمنی‌‌
  • Peygamber, mezarlıktan dönünce Sıddîka’nın yanına giderek konuşup görüşmeye başladı.
  • چون ز گورستان پیمبر باز گشت ** سوی صدیقه شد و هم راز گشت‌‌
  • Sıddîka’nın gözü, Peygamber’in yüzüne ilişince önüne gelip elini onun üstüne,
  • چشم صدیقه چو بر رویش فتاد ** پیش آمد دست بر وی می‌‌نهاد
  • Sarığına, yüzüne, saçına, yakasına, göğsüne, kollarına sürdü.
  • بر عمامه و روی او و موی او ** بر گریبان و بر و بازوی او
  • Peygamber, “Böyle acele acele ne arıyorsun?” dedi. Ayşe “Bugün hava bulutluydu, yağmur yağdı. 2030
  • گفت پیغمبر چه می‌‌جویی شتاب ** گفت باران آمد امروز از سحاب‌‌
  • Elbisende yağmurun eserini arıyorum. Gariptir ki üstünü, başını yağmurdan ıslanmamış görmekteyim” dedi.
  • جامه‌‌هایت می‌‌بجویم از طلب ** تر نمی‌‌بینم ز باران ای عجب‌‌
  • Peygamber “O sırada başına ne örtmüşsün, baş örtün neydi? Diye sordu. Ayşe senin ridanı başıma örtmüştüm” dedi.
  • گفت چه بر سر فگندی از ازار ** گفت کردم آن ردای تو خمار
  • Peygamber dedi ki: “Ey yeni yakası tertemiz Hatun! Tanrı onun için temiz gözüne gayb yağmurunu gösterdi.”
  • گفت بهر آن نمود ای پاک جیب ** چشم پاکت را خدا باران غیب‌‌
  • O yağmur, sizin bu bulutunuzdan değildir. Başka bir buluttan, başka bir göktendir.
  • نیست آن باران از این ابر شما ** هست ابری دیگر و دیگر سما
  • Hakîmi Senâî’nin “ Can elinde cihan göklerine iş buyuran gökler var. Can yolunda nice inişler, nice yokuşlar, nice yüksek dağlar ve denizler var “ beyitlerinin tefsiri
  • تفسیر بیت حکیم: "آسمانهاست در ولایت جان کارفرمای آسمان جهان در ره روح پست و بالاهاست کوههای بلند و دریاهاست‌‌"
  • Gayb âleminin başka bir bulutu, başka bir yağmuru, başka bir göğü, başka bir güneşi vardır. 2035
  • غیب را ابری و آبی دیگر است ** آسمان و آفتابی دیگر است‌‌
  • Fakat o, ancak havassa görünür, diğerleri “ Öldükten sonra tekrar yaratılıp diriltileceklerinden şüphe ederler.”
  • ناید آن الا که بر خاصان پدید ** باقیان فی لبس من خلق جدید
  • Yağmur vardır, âlemi beslemek için yağar. Yağmur vardır âlemi perişan etmek için yağar.
  • هست باران از پی پروردگی ** هست باران از پی پژمردگی‌‌
  • Bahar yağmurlarının faydası, şaşılacak bir derecededir. Güz yağmuruysa, bağa sıtma gibidir.
  • نفع باران بهاران بو العجب ** باغ را باران پاییزی چو تب‌‌
  • Bahar yağmuru, bağı nazü naim ile besler, yetiştirir. Güz yağmuruysa bozar, sarartır.
  • آن بهاری ناز پروردش کند ** وین خزانی ناخوش و زردش کند
  • Kış, yel ve güneş de böyledir; bunların tesirleri de zamanına göre ve ayrı ayrıdır. Bunu böyle bil, ipin ucunu yakala! 2040
  • همچنین سرما و باد و آفتاب ** بر تفاوت دان و سر رشته بیاب‌‌
  • Tıpkı bunun gibi gayb âleminde de bu çeşitlilik vardır. Bazısı zararlıdır, bazısı faydalı. Bazı yağmurlar berekettir, bazıları ziyan.
  • همچنین در غیب انواع است این ** در زیان و سود و در ربح و غبین‌‌
  • Abdâlin bu nefesi de işte o bahardandır. Canda ve gönülde bu nefes yüzünden yüzlerce güzel şeyler biter.
  • این دم ابدال باشد ز آن بهار ** در دل و جان روید از وی سبزه‌‌زار
  • Onların nefesleri, talihli kişilere bahar yağmurlarının ağaca yaptığı tesiri yapar.
  • فعل باران بهاری با درخت ** آید از انفاسشان در نیک بخت‌‌