English    Türkçe    فارسی   

1
2118-2167

  • Hannâne “Daim ve baki olanı isterim” dedi. Ey gafil, dinle de bir ağaçtan aşağı kalma!
  • گفت آن خواهم که دایم شد بقاش ** بشنو ای غافل کم از چوبی مباش‌‌
  • Peygamber, kıyamet günü insanlar gibi dirilmesi için o ağacı yere gömdü.
  • آن ستون را دفن کرد اندر زمین ** تا چو مردم حشر گردد یوم دین‌‌
  • Bunu duy da bil ki Tanrı, kimi kendisine davet ettiyse o kimse bütün dünya işlerinden vazgeçmiştir. 2120
  • تا بدانی هر که را یزدان بخواند ** از همه کار جهان بی‌‌کار ماند
  • Kim, Tanrı’dan tevfika mazhar olursa o âleme yol bulmuş, dünya işinden çıkmıştır.
  • هر که را باشد ز یزدان کار و بار ** یافت بار آن جا و بیرون شد ز کار
  • Bir kimsenin Tanrı sırlarından nasibi olmazsa cemadın inlemesini nasıl tasdik eder?
  • آن که او را نبود از اسرار داد ** کی کند تصدیق او ناله‌‌ی جماد
  • Evet, der ama yürekten değil. Kendisine münafık demesinler diye tasdik edenlere uyar, zâhiren tasdik eder.
  • گوید آری نه ز دل بهر وفاق ** تا نگویندش که هست اهل نفاق‌‌
  • Eğer cemadat Tanrı’nın “Kün-ol” emrine vakıf olmasalar ( ve bu emri duyup, bu emre uyup, varlık âlemine gelmemiş bulunsalardı) bu söz âlemde o vakit reddedilirdi.
  • گر نیندی واقفان امر کن ** در جهان رد گشته بودی این سخن‌‌
  • Yüz binlerce taklit ve istidlâl ehlini, pek cüzi bir vehim, şüpheye düşürür. 2125
  • صد هزاران ز اهل تقلید و نشان ** افکندشان نیم وهمی در گمان‌‌
  • Çünkü taklitleri de istidlâlleri de, hattâ bütün kolları, kanatları da zanla kaimdir.
  • که به ظن تقلید و استدلالشان ** قایم است و جمله پر و بالشان‌‌
  • O aşağılık Şeytan, bir şüphe meydana getirir. Bütün bu körler tepe takla düşerler.
  • شبهه‌‌ای انگیزد آن شیطان دون ** در فتند این جمله کوران سر نگون‌‌
  • İstidlâlcilerin ayakları tahtadır. Tahta ayaksa pek kudretsiz pek karasızdır.
  • پای استدلالیان چوبین بود ** پای چوبین سخت بی‌‌تمکین بود
  • Sebatiyle dağları bile hayran eden ve basiret sahibi olan zamanın kutbu ise böyle değildir. (İstidlâle değer vermez).
  • غیر آن قطب زمان دیده‌‌ور ** کز ثباتش کوه گردد خیره‌‌سر
  • Çakıl üstüne baş aşağı düşmemek için körün ayağı sopadır sopa. 2130
  • پای نابینا عصا باشد عصا ** تا نیفتد سر نگون او بر حصا
  • Askerin, yani din ehlinin üstünlüğüne sebep olan o binici kimdir! Gören padişah!
  • آن سواری کاو سپه را شد ظفر ** اهل دین را کیست سلطان بصر
  • Her ne kadar körler sopa ile yol görmüşlerdir ama yine gözlükler sayesinde.
  • با عصا کوران اگر ره دیده‌‌اند ** در پناه خلق روشن دیده‌‌اند
  • Dünyada gözlükler ve padişahlar olamasaydı bütün körler ölürlerdi.
  • گرنه بینایان بدندی و شهان ** جمله کوران مرده‌‌اندی در جهان‌‌
  • Körlerin elinden ne ekmek gelir, ne biçmek gelir, ne alışveriş gelir, ne de kâr ve kazanç.
  • نی ز کوران کشت آید نه درود ** نه عمارت نه تجارتها و سود
  • Tanrı onlara merhamet ve inayet kılmasaydı onların istidlâl değnekleri hemencecik kırılırdı. 2135
  • گر نکردی رحمت و افضالتان ** در شکستی چوب استدلالتان‌‌
  • Bu sopa nedir? Kıyaslar, deliller. O sopayı onlara kim verdi? Gören Tanrı!
  • این عصا چه بود قیاسات و دلیل ** آن عصا کی دادشان بینا جلیل‌‌
  • Sopa, mademki savaş ve kavga âletidir; ey kör, o sopayı kır, paramparça et!
  • چون عصا شد آلت جنگ و نفیر ** آن عصا را خرد بشکن ای ضریر
  • O size sopa verdi de öyle meydana çıktınız. Sonra da kızgınlıkla o sopayı yine ona vurdunuz.
  • او عصاتان داد تا پیش آمدید ** آن عصا از خشم هم بر وی زدید
  • Ey körler güruhu! Ne iştesiniz, ne yapıyorsunuz? Aranıza bir gören kişi alın!
  • حلقه‌‌ی کوران به چه کار اندرید ** دیدبان را در میانه آورید
  • Sen de sana sopa verenin eteğini tut. Bak bir kere Âdem Peygamber istidlâl ve isyan yüzünden neler çekti? 2140
  • دامن او گیر کاو دادت عصا ** در نگر کادم چها دید از عصی‌‌
  • Mûsâ ve Muhammed’in mucizelerine dikkat et. Sopa nasıl yılan şekline girdi, direk nasıl irfan sahibi oldu?
  • معجزه‌‌ی موسی و احمد را نگر ** چون عصا شد مار و استن با خبر
  • Sopa yılan şekline girdi, direkten de inilti duyuldu. Bu mucizeleri, dini izhar için günde beş kere ilân ederler.
  • از عصا ماری و از استن حنین ** پنج نوبت می‌‌زنند از بهر دین‌‌
  • Bu din lezzeti eğer akla aykırı olmasaydı bunca mucizeye hacet var mıydı?
  • گرنه نامعقول بودی این مزه ** کی بدی حاجت به چندین معجزه‌‌
  • Akıl akla uygun olan her şeyi; mucizesiz, keşmekeşsiz kabul eder.
  • هر چه معقول است عقلش می‌‌خورد ** بی‌‌بیان معجزه بی‌‌جر و مد
  • Bu bâkir yolu, akla aykırı (akıl hududundan hariç, kıyas ve istidlâle sığmaz) gör ve bu görüş, her devlet sahibine makbuldür; buna da dikkat et. 2145
  • این طریق بکر نامعقول بین ** در دل هر مقبلی مقبول بین‌‌
  • Şeytanlarla canavarlar, nasıl insan korkusundan ve hasetlerinden ürküp adalara, ıssız yerlere kaçtılarsa,
  • همچنان کز بیم آدم دیو و دد ** در جزایر در رمیدند از حسد
  • Münkirler de Peygamberlerin mucizelerinden korkup başlarını otların içlerine sokmuşlar.
  • هم ز بیم معجزات انبیا ** سر کشیده منکران زیر گیا
  • Bu suretle müslümanlık ediyle anılarak yaşamak, kim olduklarını, ne inanışta bulunduklarını sana bildirmemek istemişlerdir.
  • تا به ناموس مسلمانی زی‌‌اند ** در تسلس تا ندانی که کی‌‌اند
  • Kalpazanlar, kalp paraya nasıl gümüş sürerler ve üstüne padişahın adını kazırlarsa,
  • همچو قلابان بر آن نقد تباه ** نقره می‌‌مالند و نام پادشاه‌‌
  • Onları sözlerinin dış yüzü de tevhit ve şeriattir; fakat iç yüzü, ekmekteki delice tohumuna benzer. 2150
  • ظاهر الفاظشان توحید و شرع ** باطن آن همچو در نان تخم صرع‌‌
  • Felsefecinin, dini inkâra, yahut din ehliyle mübahaseye kudreti yoktur. Böyle bir şeye girişirse Hak din, onu mahveder.
  • فلسفی را زهره نی تا دم زند ** دم زند دین حقش بر هم زند
  • Onun eli, ayağı cansızdır. Canı ne derse ikisi de fermanına uyar, dediğini yapar.
  • دست و پای او جماد و جان او ** هر چه گوید آن دو در فرمان او
  • Felsefeciler, dilleriyle cansız şeylerin hareketini, seslenmesini inkâr ederlerse de elleriyle ayakları, bunun imkânına şehadet edip durur.
  • با زبان گر چه که تهمت می‌‌نهند ** دست و پاهاشان گواهی می‌‌دهند
  • Peygamber Aleyhisselâm’ın mucizesi, Ebucehil Aleyhillâne’nin elinde taş parçalarının dile gelerek Muhammed Sallâllahu Aleyhi Vesellem’in doğruluğuna şehadet etmeleri
  • اظهار معجزه‌‌ی پیغامبر علیه السلام به سخن آمدن سنگ ریزه در دست ابو جهل و گواهی دادن سنگ ریزه بر حقیقت محمد علیه الصلاة و السلام‌‌
  • Ebucehl’in elinde taş parçaları vardı. Dedi ki: “Ey Ahmed, şu avucumdaki nedir? Çabuk söyle!
  • سنگها اندر کف بو جهل بود ** گفت ای احمد بگو این چیست زود
  • Mademki göklerin sırlarına vâkıfsın, peygambersen avucumda ne saklı?” 2155
  • گر رسولی چیست در مشتم نهان ** چون خبر داری ز راز آسمان‌‌
  • Peygamber “Onlar nedir, ben mi söyleyeyim; yoksa onlar mı doğru olduğumuzu söylesin, bizi tasdik etsinler; hangisini istersin? Dedi.
  • گفت چون خواهی بگویم کان چهاست ** یا بگویند آن که ما حقیم و راست‌‌
  • Ebucehil “Bu ikincisi daha garip” deyince Peygamber dedi ki: “Evet, Tanrı ondan daha ilerisine de kadirdir.”
  • گفت بو جهل این دوم نادرتر است ** گفت آری حق از آن قادرتر است‌‌
  • Derhal Ebucehl’in avucundaki taşların her biri, şahadet getirmeye başladı.
  • از میان مشت او هر پاره سنگ ** در شهادت گفتن آمد بی‌‌درنگ‌‌
  • “İbadete layık hiçbir şey yoktur, ancak Tek Tanrı’ya tapılır” dedi ve “Muhammed, Tanrı elçisidir” incisini deldi.
  • لا إله گفت و إلا الله گفت ** گوهر احمد رسول الله سفت‌‌
  • Ebucehil, taşlardan bu sözü işitince hiddetle taşları yere vurdu. 2160
  • چون شنید از سنگها بو جهل این ** زد ز خشم آن سنگها را بر زمین‌‌
  • Çalgıcı hikâyesinin sonu ve Emirülmüminîn Ömer’in –Tanrı ondan razı olsun kendisine Hatifin söylediğini alıp ulaştırması
  • بقیه‌‌ی قصه‌‌ی مطرب و پیغام رسانیدن عمر به او آن چه هاتف آواز داد
  • Bunu bırak da yine çalgıcının hikâyesine kulak ver. Çalgıcı, beklemekten bunalınca.
  • باز گرد و حال مطرب گوش دار ** ز آن که عاجز گشت مطرب ز انتظار
  • Ömer’e yine ses geldi! “Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar!
  • بانگ آمد مر عمر را کای عمر ** بنده‌‌ی ما را ز حاجت باز خر
  • Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlığa kadar gitmek zahmetini ihtiyar et.
  • بنده‌‌ای داریم خاص و محترم ** سوی گورستان تو رنجه کن قدم‌‌
  • Ey Ömer, kalk. Beytülmâlden yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna say!
  • ای عمر برجه ز بیت المال عام ** هفت صد دینار در کف نه تمام‌‌
  • O parayı huzuruna götürüp “O parayı huzuruna götürüp “Ey makbulümüz olan! Şimdilik bu kadarcığı al ve bizi mazur gör. 2165
  • پیش او بر کای تو ما را اختیار ** این قدر بستان کنون معذور دار
  • Bu kadarcık para sana ancak ibrişim (kirşi) parasıdır. Harcet, bitince yine buraya gel” de.
  • این قدر از بهر ابریشم بها ** خرج کن چون خرج شد اینجا بیا
  • Bunun üzerine Ömer, sesin heybetinden sıçrayıp kalkarak bu hizmet için belini bağladı.
  • پس عمر ز آن هیبت آواز جست ** تا میان را بهر این خدمت ببست‌‌