English    Türkçe    فارسی   

1
2170-2219

  • “Bu olmasa gerek” deyip bir kere daha koştu. Nihayet yoruldu, fakat yine o ihtiyardan başkasını göremedi. 2170
  • Kendi kendisine “Hak, bana dedi ki: bizim sâf, makbul ve mübarek kulumuz var;
  • İhtiyar bir çalgıcı, nasıl olur da Tanrı haslarından olur? Ey gizli sır, ne hoşsun sen, hoş ve garip!”
  • Ava çıkan aslanın dönüp dolaşması gibi bir kere daha mezarlık etrafını dolaştı.
  • Orada o ihtiyardan başka kimsenin olmadığını iyice anlayınca “ karanlıklar içinde parlak gönüller çoktur” dedi.
  • Gelip edebe fazlasıyla riayet ederek oraya oturdu. Bu sırada Ömer aksırdı, ihtiyar uyanıp sıçradı. 2175
  • Ömer’i görünce şaşırdı, kaldı. Gitmek istedi, fakat titremeğe başladı.
  • İçinden dedi ki: “Yarabbi senin elinden elemân! Şimdi de çalgıcı ihtiyarcağıza muhtesip geldi, çattı.”
  • Ömer, o ihtiyarın yüzüne bakıp da onu utanmış çehresini sararmış görünce,
  • “Benden korkma, ürkme; çünkü sana Hak’tan müjdeler getirdim.
  • Tanrı, senin huylarını o derece methetti ki nihayet Ömer’i, senin cemaline âşık etti. 2180
  • Otur şöyle önüme; uzaklaşmağa kalkışma. Kulağına devlet ve ikbal âleminden bazı sırlar söyleyeyim.
  • Tanrı sana selâm söylüyor; halini, hatırını soruyor. Hadsiz hesapsız zahmetlerden, kederlerden, ne haldesin? Buyuruyor.
  • Şimdilik şu birkaç dinarı ibrişim parası olarak al, harca da bitince yine buraya gel!
  • İhtiyâr, bunu işitince kendini yerden yere vurup ellerini ısırmağa, elbisesini yırtmaya başladı.
  • “Ey naziri olmayan Tanrı! Ziyade utancından zavallı ihtiyar su kesildi” diye bağırmağa koyuldu. 2185
  • Bir hayli ağlayıp eleme düştü. Nihayet çengi yere çalıp parça parça etti.
  • Dedi ki: “Ey benimle Rabbimin arasında perde olan, ey beni ana yoldan azdırıp sapıtan!
  • Ey yetmiş yıldır kanımı emen, kemal sahibine karşı yüzümü kara eden!
  • İhsan ve vefa sahibi Tanrı, cefalarla, suçlarla, geçen ömrüme sen acı!
  • Tanrı bana öyle bir ömür verdi ki o ömrün bir gününün kıymetini bile cihanda kimse bilemez. 2190
  • Bense bütün o ömrü, her nefeste zir ve bem perdelerine harç ederek yele verdim.
  • Ah! Arap ve Acem tarzını anmaktan, Irak perdesiyle meşgul olmaktan acı ayrılık zamanı hatırımdan çıktı.
  • Eyvallah olsun ki Kûçek makamının tazeliği yüzünden gönlümün ekini kurudu, gönlüm öldü.
  • Eyvahlar olsun bu yirmi dört makamın sesinden ki kervan geçti, gündüz de bitti!
  • Ey, Tanrı, bu feryat edenin elinden feryat! Hiç kimseden değil, bu medet isteyen medet! Şikâyetim en çok kendimden... 2195
  • Kimseden medet yok. Yalnız ve ancak bana, benden yakın olandan medet var.
  • Çünkü bana bu varlık, her an ondan gelmekte... Varlığım mahvolunca da ancak onu görürüm, başkasını değil.”
  • Birisi sana para verse, altın saysa sen ona bakarsın, kendine değil; bu da ona benzer.
  • Ömer’in –Tanrı ondan razı olsun- ihtiyar çalgıcının nazarını varlık âlemi olan istiğrak âlemine çevirmesi
  • Bunun üzerine Ömer, çalgıcıya dedi ki: “Senin bu ağlaman, aklının başında olduğuna delâlet eder.
  • Yok olanın yolu, başka yoldur; çünkü aklı başında olmak da başka bir günahtır. 2200
  • Aklı başında oluş, geçmişleri hatırlamaktan ileri gelir. Geçmişin de Tanrı’ya perdedir,geleceğin de.
  • Her ikisini de ateşe vur. Bu ikisi yüzünden ne vakte kadar ney gibi boğum boğum olacaksın?
  • Neyde boğum bulundukça sırdaş değildir; dudağın, sesin mahremi olamaz.
  • Sen, kendi tarafından tavaf edip durdukça nasıl tavafta olursun, kendinde oldukça nasıl olur da Kâbeye gelmiş sayılırsın?
  • Haberlerin haber vericiden bihaberdir; tövben günahından beterdir. 2205
  • Ey geçen hallerden tövbe etmek isteyen! Bu tövbe etmekten ne vakit tövbe edeceksin, söyle! Gâh zir nağmesini kıble edinirsin; gâh ağlayıp inlemeyi öper durursun.”
  • Faruk, sırlara ayna olunca ihtiyar çalgıcının canı da cisminde uyandı.
  • Artık can gibi, ağlamadan gülmeden kurtuldu. Canı gitti, bambaşka bir canla dirildi.
  • O zaman gönlüne öyle bir hayret geldi ki yerden de dışarda kaldı, gökten
  • de ( bütün âlemi unuttu). 2210
  • Ona arayıp tarama hududu ardında öyle bir arayıcılık düştü ki ben bilmiyorum; sen biliyorsan söyle!
  • Halden de öte, kaalden de ileri şöyle bir hale, öyle bir kaale erişti; ululuk sahibi Tanrı’nın cemaline dalıp kaldı.
  • Ama tek bir kurtuluş imkânı bulunsun... Yahut denizden başka onu bir tanıyan, gören olsun... Hayır bu çeşit dalış değil.
  • Bu sözler, her an zuhura gelmeseydi, durmadan zuhur ediş, bu sözlerin söylenmesine sebep olmasaydı aklı cüzi, külle ait sözler söylemezdi.
  • Fakat birbiri ardınca durmadan zuhur ettikçe zuhur ediyor. Bundan dolayı da denizin dalgaları buraya gelip durmakta. 2215
  • İhtiyar çalgıcının hikâyesi buraya varınca ihtiyarda yüzünü perde arkasına çekti, ahvali de.
  • İhtiyar, eteğini dedikodudan silkti; ona ait bizim ağzımızda ancak yarım bir söz kaldı.
  • Bu ayşü işreti düzüp koşma uğrunda yüz binlerce can feda edilse değer.
  • Can ormanındaki avcılıkta doğan ol; cihanın güneşi gidip canla oyna!