English    Türkçe    فارسی   

1
228-277

  • Ki Ahmed’in pak canı, Ahad’la nasıl ebediyse senin canın da ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın.
  • Âşıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürdükleri vakit içerler.
  • Padişah o kanı şehvet uğruna dökmedi. Suizanda bulunma, münakaşayı bırak! 230
  • Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır mı?
  • Bu riyazetler, bu cefa çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.
  • İyinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.
  • Eğer işi Tanrı ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek olurdu, padişah olmazdı.
  • Şehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zahiren kötü görünüyordu. 235
  • Hızır, denizde gemiyi deldiyse de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık var.
  • O kadar nur ve hünerle beraber Mûsâ’nın vehmi, ondan mahcuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma!
  • O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma!
  • Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kâfirim, onun adını ağzıma alırsam!
  • Arş kötü kişinin övülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü methedilince, metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer. 240
  • O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zattı, hem de Tanrı hası.
  • Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu, iyi bir bahta eriştirir, en iyi bir makama çeker, yüceltir.
  • Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf, nasıl olur da kahretmeyi isterdi?
  • Çocuk hacamatçının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir.
  • Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir. 245
  • Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak!
  • Bakkal ve dudunun hikâyesi, dudunun dükkândaki gülyağlarını dökmesi
  • Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler duduydu.
  • Dükkânda dükkân bekçiliği yapar; bütün alışveriş edenlere hoş nükteler söyler, lâtifeler ederdi.
  • İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu, dudu gibi ötmede de mahareti vardı.
  • Dükkânın başköşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü. 250
  • Sahibi, evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkâna geçti oturdu.
  • Bir de baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi yağa bulaşmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili tutuldu, başı kel oldu.
  • Dudu, birkaç günceğiz sesini kesti, söylemedi. Bakkal nedametten âh etmeye başladı.
  • Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet güneşim bulut altına girdi.
  • O zaman keşke elim kırılsaydı; o güzel sözlünün başına nasıl oldu da vurdum? 255
  • Kuşu, yine konuşsun diye yoksullara sadakalar vermekteydi.
  • Üç gün, üç gece sonra şaşkın ve meyus, ümitsiz bir halde dükkânda otururken
  • Ve binlerce gussaya, gama eş olup; bu kuş acaba ne vakit konuşacak; diye düşünüp dururken,
  • Ansızın tas ve leğen dibi gibi tüysüz kafası ile bir Cevlaki geçiyordu.
  • Dudu, hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervişe bağırdı: 260
  • “Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün?! “
  • Onun bu kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.
  • Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şîr, (süt manasına gelen) şîre benzer.
  • Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı Abdallarından az kişi agâh oldu.
  • Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velîleri de kendileri gibi sandılar. 265
  • Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da.
  • “Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler.
  • Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.
  • Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.
  • Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu. 270
  • Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör!
  • Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Tanrı nuru olur.
  • Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı’nın nuru husule gelir.
  • Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar!
  • Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır. 275
  • Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar.
  • (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.