English    Türkçe    فارسی   

1
2351-2400

  • Yoksul, halis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkâna yol bulmaz, sözünü kimse dinlemez.
  • ور گدا گوید سخن چون زر کان ** ره نیابد کاله‌‌ی او در دکان‌‌
  • Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma;
  • کار درویشی ورای فهم تست ** سوی درویشی بمنگر سست سست‌‌
  • Çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Tanrı’dan pek büyük bir rızıkları vardır.
  • ز آن که درویشان ورای ملک و مال ** روزیی دارند ژرف از ذو الجلال‌‌
  • Ulu Tanrı âdildir; âdiller, nasıl olur da çaresiz biçarelere zulmederler?
  • حق تعالی عادل است و عادلان ** کی کنند استمگری بر بی‌‌دلان‌‌
  • Birisine nimet, mal, matrah verip öbürünü yansın diye ateşe atarlar mı? 2355
  • آن یکی را نعمت و کالا دهند ** وین دگر را بر سر آتش نهند
  • Böyle bir iş, Tanrı’dan, iki cihanı yaratan umulur mu?
  • آتشش سوزا که دارد این گمان ** بر خدای خالق هر دو جهان‌‌
  • “Elfakru Fahri” hadîsi, saçma ve asılsız bir söz mü; bu sözde binlerce yücelik, binlerce naz ve nimet gizli değil mi?
  • فقر فخری از گزاف است و مجاز ** نی هزاران عز پنهان است و ناز
  • Hiddetle bana lâkaplar taktın; ben sevgilimin dostuyum, onu elde ederim. Halbuki sen bir yalancı, afsuncusun dedi.
  • از غضب بر من لقبها راندی ** یارگیر و مار گیرم خواندی‌‌
  • Yılan tutsam bile dişini söker, bu suretle onu başı ezilmekten kurtarırım.
  • گر بگیرم بر کنم دندان مار ** تاش از سر کوفتن نبود ضرار
  • Çünkü o diş, onun can düşmanıdır; ben, düşmanı da bu suretle kendime dost ederim. 2360
  • ز آن که آن دندان عدوی جان اوست ** من عدو را می‌‌کنم زین علم دوست‌‌
  • Ben asla tamahtan afsun okumam. Ben bu tamahı baş aşağı etmişimdir.
  • از طمع هرگز نخوانم من فسون ** این طمع را کرده‌‌ام من سر نگون‌‌
  • Tanrı göstermesin... Benim halka karşı tamahım yok. Gönlümde kanaatten bir âlem var.
  • حاش لله طمع من از خلق نیست ** از قناعت در دل من عالمی است‌‌
  • Sen armut ağacı tepesinden böyle görüyorsun. Aşağı in de sende o şüphe kalmasın.
  • بر سر امرودبن بینی چنان ** ز آن فرود آ تا نماند آن گمان‌‌
  • Biraz dönersen başın dönmeğe başlar; evi dönüyor görürsün... Halbuki dönen sensin!
  • چون که بر گردی و سر گشته شوی ** خانه را گردنده بینی و آن توی‌‌
  • Herkesin hareketi, görüşü, bulunduğu makama göredir. Herkes, âleme kendi görüş dairesinden bakar. Mavi cam, güneşi mavi gösterir; kızıl cam kızıl. Camların rengi olmazsa beyaz olurlar. Beyaz cam, öbür camların hepsinden daha doğru gösterir, hepsinin de başı, imamı odur.
  • در بیان آن که جنبیدن هر کسی از آن جا که وی است هر کس را از چنبره‌‌ی وجود خود بیند، تابه‌‌ی کبود آفتاب را کبود نماید و سرخ سرخ نماید چون تابه از رنگها بیرون آید سپید شود از همه تابه‌‌های دیگر او راست‌‌گوتر باشد و امام باشد
  • Ebucehil, Ahmed’i görüp “Beni Hâşim’den çirkin bir çehre zuhur etti” dedi. 2365
  • دید احمد را ابو جهل و بگفت ** زشت نقشی کز بنی هاشم شگفت‌‌
  • Ahmet ona dedi ki: “ Haddini tecavüz ettinse de doğru söyledin.”
  • گفت احمد مر و را که راستی ** راست گفتی گر چه کار افزاستی‌‌
  • Sıddîk görüp “Ey güneş! Ne doğudasın, ne batıdan. Lâtif bir surette parla, âlemi nurlandır” dedi.
  • دید صدیقش بگفت ای آفتاب ** نی ز شرقی نی ز غربی خوش بتاب‌‌
  • Ahmet dedi ki: “Ey aziz, ey değersiz dünyadan kurtulan! Doğru söyledin.”
  • گفت احمد راست گفتی ای عزیز ** ای رهیده تو ز دنیای نه چیز
  • Orada bulunanlar “ Ey halkın ulusu, ikisi birbirine zıt söz söyledi, sen ikisine de doğru söyledin, dedin... “Neden?” diye sordular.
  • حاضران گفتند ای صدر الوری ** راست گو گفتی دو ضد گو را چرا
  • Peygamber “Ben Tanrı eliyle cilâlanmış bir aynayım. Türk, Hintli nasılsalar, bende o sûreti görürler” dedi. 2370
  • گفت من آیینه‌‌ام مصقول دست ** ترک و هندو در من آن بیند که هست‌‌
  • Kadın! Eğer beni tamahkâr görüyorsan bu kadınca arayıştan yüksel!
  • ای زن ار طماع می‌‌بینی مرا ** زین تحری زنانه برتر آ
  • Kanaate dair söz söylemek, tamaha benzer ama hakikatte rahmettir. O nimetin bulunduğu yerde tamah ne gezer?
  • این طمع را ماند و رحمت بود ** کو طمع آن جا که آن نعمت بود
  • Sen de bir iki günceğiz yoksulluğu sına da yoksulluktaki iki misli zenginliği gör.
  • امتحان کن فقر را روزی دو تو ** تا به فقر اندر غنا بینی دو تو
  • Yoksulluğa sabret, bu gamı, gussayı bırak. Çünkü ululuk sahibi Tanrı’nın yüceliği yoksulluktur.
  • صبر کن با فقر و بگذار این ملال ** ز آن که در فقر است عز ذو الجلال‌‌
  • Sirke satmada kanaat yüzünden bal denizine gark olmuş binlerce can gör. 2375
  • سرکه مفروش و هزاران جان ببین ** از قناعت غرق بحر انگبین‌‌
  • Yoksulluk acılığı çeken yüz binlerce cana bak... Gül gibi gülbeşekere karışmış, o lezzetle lezzetlenmişler.
  • صد هزاران جان تلخی کش نگر ** همچو گل آغشته اندر گل شکر
  • Ah yazık; sende kavrayacak kabiliyet olsaydı da, canımdan gönül şem’ası zuhur etseydi!
  • ای دریغا مر ترا گنجا بدی ** تا ز جانم شرح دل پیدا شدی‌‌
  • Bu söz can memesinde süttür. Emen olmadıkça güzelce akmıyor.
  • این سخن شیر است در پستان جان ** بی‌‌کشنده خوش نمی‌‌گردد روان‌‌
  • Dinleyen susuz ve arayıcı olursa vâzeden ölü bile olsa söyler.
  • مستمع چون تشنه و جوینده شد ** واعظ ار مرده بود گوینده شد
  • Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir. 2380
  • مستمع چون تازه آمد بی‌‌ملال ** صد زبان گردد به گفتن گنگ و لال‌‌
  • Kapımdan içeri namahrem girince harem halkı, perde arkasına girer, gizlenir.
  • چون که نامحرم در آید از درم ** پرده در پنهان شوند اهل حرم‌‌
  • Zararsız ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki peçeleri açarlar.
  • ور در آید محرمی دور از گزند ** بر گشایند آن ستیران روی‌‌بند
  • Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır.
  • هر چه را خوب و خوش و زیبا کنند ** از برای دیده‌‌ی بینا کنند
  • Çengin zir ve bem nağmeleri, nasıl olurda sağır kulak için terennüm edilir?
  • کی بود آواز چنگ و زیر و بم ** از برای گوش بی‌‌حس اصم‌‌
  • Tanrı, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadı? Koku duyan için yarattı; koku almayan için değil. 2385
  • مشک را بی‌‌هوده حق خوش دم نکرد ** بهر حس کرد او پی اخشم نکرد
  • Hak, yeri, göğü yaratmış, aralarında da bir çok nur ve nâr yüceltmiştir.
  • حق زمین و آسمان بر ساخته ست ** در میان بس نار و نور افراخته ست‌‌
  • Bu yeri yerdekiler için yaratmış, göğü de göktekilerin yurdu yapmıştır.
  • این زمین را از برای خاکیان ** آسمان را مسکن افلاکیان‌‌
  • Aşağılık kişi yükseğin düşmanıdır. Her şeyin müşterisi meydana çıkar.
  • مرد سفلی دشمن بالا بود ** مشتری هر مکان پیدا بود
  • Ey kapalı örtünüp bürünmüş kadın, sen hiç kör için süslendin mi?
  • ای ستیره هیچ تو برخاستی ** خویشتن را بهر کور آراستی‌‌
  • Dünyayı en değerli incilerle doldursan nasibin yoksa ne yapayım? 2390
  • گر جهان را پر در مکنون کنم ** روزی تو چون نباشد چون کنم‌‌
  • Ey kadın, kavgayı, darılmayı bırak; bırakmayacaksan beni bırak!
  • ترک جنگ و ره زنی ای زن بگو ** ور نمی‌‌گویی به ترک من بگو
  • Ben, iyiyle, kötüyle, kavga edemem; kavga ile işim yok. Savaşmak şöyle dursun; gönlüm barışlardan bile ürkmekte.
  • مر مرا چه جای جنگ نیک و بد ** کاین دلم از صلحها هم می‌‌رمد
  • Susacaksan ne âlâ; yoksa öyle bir iş yaparım ki şu anda hemen kalkar, evimi, barkımı bırakır, giderim.”
  • گر خمش کردی و گرنه آن کنم ** که همین دم ترک خان و مان کنم‌‌
  • Kadının yola gelip söylediklerinden istiğfar eylemesi
  • مراعات کردن زن شوهر را و استغفار کردن از گفته‌‌ی خویش‌‌
  • Kadın onu titiz ve hiddetli görünce ağlamaya başladı. Zaten ağlamak, kadının tuzağıdır.
  • زن چو دید او را که تند و توسن است ** گشت گریان گریه خود دام زن است‌‌
  • “Ben, senden bunu mu umardım? Senden başka ümidim vardı” dedi. 2395
  • گفت از تو کی چنین پنداشتم ** از تو من اومید دیگر داشتم‌‌
  • Kadın yokluk yoluna girip dedi ki: “Ben senin karın değil, ayağının toprağıyım.
  • زن در آمد از طریق نیستی ** گفت من خاک شمایم نه ستی‌‌
  • Cismim, canım, nem varsa senindir; hüküm de senin, ferman da!
  • جسم و جان و هر چه هستم آن تست ** حکم و فرمان جملگی فرمان تست‌‌
  • Yoksulluk yüzünden sabrım tükendiyse bu da kendim için değil, senin için.
  • گر ز درویشی دلم از صبر جست ** بهر خویشم نیست آن بهر تو است‌‌
  • Sen, bana dertli zamanlarda deva oldun; muhtaç olmanı istemiyorum.
  • تو مرا در دردها بودی دوا ** من نمی‌‌خواهم که باشی بی‌‌نوا
  • Canın için, bu kendim için değil. Bu ağlayış bu inleyiş hep senin için. 2400
  • جان تو کز بهر خویشم نیست این ** از برای تستم این ناله و حنین‌‌