O kadar nur ve hünerle beraber Mûsâ’nın vehmi, ondan mahcuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma!
وهم موسی با همه نور و هنر ** شد از آن محجوب، تو بیپر مپر
O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma!
آن گل سرخ است تو خونش مخوان ** مست عقل است او تو مجنونش مخوان
Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kâfirim, onun adını ağzıma alırsam!
گر بدی خون مسلمان کام او ** کافرم گر بردمی من نام او
Arş kötü kişinin övülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü methedilince, metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer. 240
میبلرزد عرش از مدح شقی ** بد گمان گردد ز مدحش متقی
O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zattı, hem de Tanrı hası.
شاه بود و شاه بس آگاه بود ** خاص بود و خاصهی الله بود
Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu, iyi bir bahta eriştirir, en iyi bir makama çeker, yüceltir.
آن کسی را کش چنین شاهی کشد ** سوی بخت و بهترین جاهی کشد
Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf, nasıl olur da kahretmeyi isterdi?
گر ندیدی سود او در قهر او ** کی شدی آن لطف مطلق قهر جو
Çocuk hacamatçının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir.
بچه میلرزد از آن نیش حجام ** مادر مشفق در آن غم شاد کام
Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir. 245
نیم جان بستاند و صد جان دهد ** آن چه در وهمت نیاید آن دهد
Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak!
تو قیاس از خویش میگیری و لیک ** دور دور افتادهای بنگر تو نیک
Bakkal ve dudunun hikâyesi, dudunun dükkândaki gülyağlarını dökmesi
حکایت بقال و طوطی و روغن ریختن طوطی در دکان
Bir bakkal vardı, onun bir de dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli ve söyler duduydu.
بود بقالی و وی را طوطیی ** خوش نوایی سبز و گویا طوطیی
Dükkânda dükkân bekçiliği yapar; bütün alışveriş edenlere hoş nükteler söyler, lâtifeler ederdi.
بر دکان بودی نگهبان دکان ** نکته گفتی با همه سوداگران
İnsanlara hitap ederken insan gibi konuşurdu, dudu gibi ötmede de mahareti vardı.
در خطاب آدمی ناطق بدی ** در نوای طوطیان حاذق بدی
Dükkânın başköşesinden atıldı, bir tarafa kaçtı; gülyağı şişesini de döktü. 250
جست از سوی دکان سویی گریخت ** شیشههای روغن گل را بریخت
Sahibi, evden çıkageldi. Tacircesine huzuru kalple dükkâna geçti oturdu.
از سوی خانه بیامد خواجهاش ** بر دکان بنشست فارغ خواجهوش
Bir de baktı ki dükkân yağ içinde, elbisesi yağa bulaşmış. Dudunun başına bir vurdu; dudunun dili tutuldu, başı kel oldu.
دید پر روغن دکان و جامه چرب ** بر سرش زد گشت طوطی کل ز ضرب
Dudu, birkaç günceğiz sesini kesti, söylemedi. Bakkal nedametten âh etmeye başladı.
روزکی چندی سخن کوتاه کرد ** مرد بقال از ندامت آه کرد
Sakalını yolmakta, eyvah, demekteydi; nimet güneşim bulut altına girdi.
ریش بر میکند و میگفت ای دریغ ** کافتاب نعمتم شد زیر میغ
O zaman keşke elim kırılsaydı; o güzel sözlünün başına nasıl oldu da vurdum? 255
دست من بشکسته بودی آن زمان ** که زدم من بر سر آن خوش زبان
Kuşu, yine konuşsun diye yoksullara sadakalar vermekteydi.
هدیهها میداد هر درویش را ** تا بیابد نطق مرغ خویش را
Üç gün, üç gece sonra şaşkın ve meyus, ümitsiz bir halde dükkânda otururken
بعد سه روز و سه شب حیران و زار ** بر دکان بنشسته بد نومید وار
Ve binlerce gussaya, gama eş olup; bu kuş acaba ne vakit konuşacak; diye düşünüp dururken,
مینمود آن مرغ را هر گون شگفت ** تا که باشد کاندر آید او بگفت
Ansızın tas ve leğen dibi gibi tüysüz kafası ile bir Cevlaki geçiyordu.
جولقیی سر برهنه میگذشت ** با سر بیمو چو پشت طاس و طشت
Dudu, hemencecik dile gelip akıllılar gibi dervişe bağırdı: 260
طوطی اندر گفت آمد در زمان ** بانگ بر درویش زد که هی فلان
“Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün?! “
از چه ای کل با کلان آمیختی ** تو مگر از شیشه روغن ریختی
Onun bu kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.
از قیاسش خنده آمد خلق را ** کو چو خود پنداشت صاحب دلق را
Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şîr, (süt manasına gelen) şîre benzer.
کار پاکان را قیاس از خود مگیر ** گر چه ماند در نبشتن شیر و شیر
Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı Abdallarından az kişi agâh oldu.
جمله عالم زین سبب گمراه شد ** کم کسی ز ابدال حق آگاه شد
Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velîleri de kendileri gibi sandılar. 265
همسری با انبیا برداشتند ** اولیا را همچو خود پنداشتند
Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da.
گفته اینک ما بشر ایشان بشر ** ما و ایشان بستهی خوابیم و خور
“Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler.
این ندانستند ایشان از عمی ** هست فرقی در میان بیمنتها
Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.
هر دو گون زنبور خوردند از محل ** لیک شد ز ان نیش و زین دیگر عسل
Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.
هر دو گون آهو گیا خوردند و آب ** زین یکی سرگین شد و ز ان مشک ناب
Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu. 270
هر دو نی خوردند از یک آب خور ** این یکی خالی و آن پر از شکر
Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör!
صد هزاران این چنین اشباه بین ** فرقشان هفتاد ساله راه بین
Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Tanrı nuru olur.
این خورد گردد پلیدی زو جدا ** آن خورد گردد همه نور خدا
Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı’nın nuru husule gelir.
این خورد زاید همه بخل و حسد ** و آن خورد زاید همه نور احد
Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar!
این زمین پاک و ان شوره ست و بد ** این فرشتهی پاک و ان دیو است و دد
Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır. 275
هر دو صورت گر بهم ماند رواست ** آب تلخ و آب شیرین را صفاست
Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar.
جز که صاحب ذوق کی شناسد بیاب ** او شناسد آب خوش از شوره آب
(Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.
سحر را با معجزه کرده قیاس ** هر دو را بر مکر پندارد اساس
Mûsâ ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asâsı gibi asâ aldılar.
ساحران موسی از استیزه را ** بر گرفته چون عصای او عصا
Bu asâ ile o asâ arasında çok fark var, bu işle o işin arasında pek büyük bir yol var.
زین عصا تا آن عصا فرقی است ژرف ** زین عمل تا آن عمل راهی شگرف
Bu işin ardında Tanrı lâneti var, o işe karşılık da vade vefa olarak Tanrı rahmeti var. 280
لعنة الله این عمل را در قفا ** رحمه الله آن عمل را در وفا
Kâfirler inatlaşmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir afettir.
کافران اندر مری بوزینه طبع ** آفتی آمد درون سینه طبع
İnsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördüğünü yapıp durur.
هر چه مردم میکند بوزینه هم ** آن کند کز مرد بیند دمبهدم
O, “Bende onun gibi yaptım” sanır. O inatçı mahlûk aradaki farkı nereden bilecek?
او گمان برده که من کژدم چو او ** فرق را کی داند آن استیزه رو
Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savaş için. İnatçı kişilerin başlarına toprak saç!
این کند از امر و او بهر ستیز ** بر سر استیزه رویان خاک ریز
O münafık; muvafıkla beraber, inat ve taklide uyup namaza durur; niyaz ve tazarru için değil. 285
آن منافق با موافق در نماز ** از پی استیزه آید نی نیاز
Müminler; namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafıkla kazanıp kaybetmektedirler.
در نماز و روزه و حج و زکات ** با منافق مومنان در برد و مات