English    Türkçe    فارسی   

1
2600-2649

  • Orada cana zarar verir ama burada derman kesilir. 2600
  • Su, koruk içinde ekşidir; fakat üzüme gelince tatlılaşır, güzelleşir.
  • Sonra küpün içine girince acır, haram olur...Sirke olunca ne güzel katıktır!
  • Müridin, küstahlık ederek kâmil vlî ne yaparsa yapması lâyık değildir. Çünkü helva, hekime ziyan vermez ama hastaya ziyan verir. Soğuk ve kar, olmuş üzüme dokunmaz, fakat koruğa dokunur. Çünkü koruk, daha kemâle gelmemiştir; yoldadır; “ Liyağfire lekellâhu mâ tekaddeme min zenbike ve ma teahhar “ haline gelmemiştir
  • Velî, zehir yese bal olur, fakat talip yese aklı kararır zarara uğrar.
  • Süleyman ”Rabbi hebli” demiş, yani “”Benden başkasına bu saltanatı verme.”
  • Yahut benden başkasına bu lûtufta, bu ihsanda bulunma” diye niyaz etmiştir. Bu hasede benzer ama değildir. 2605
  • Lâ yenbağı nüktesini candan oku. Benden sonra bu saltanatı kimseye verme sırrını onun nekesliğinden bilme.
  • Hattâ o, saltanatta yüzlerce zarar ve tehlike gördü. Cihan saltanatı, kıldan kıla, baştanbaşa can kaygısından, baş korkusundan ibarettir.
  • Baş korkusuyla can ve din korkusu... Bize bunun gibi bir imtihan daha olamaz.
  • Süleyman himmetli birisi gerektir ki bu yüz binlerce renkten, kokudan vazgeçsin.
  • Kuvvet ve kudretiyle beraber o saltanatın dalgası Süleyman’ın bile nefesini tıkıyordu. 2610
  • Bu keder yüzünden üstüne toz, toprak konunca bütün cihan padişahlarına acıdı da.
  • Şefaat edip ”Bana verdiğin bu saltanatı, kemal sahibi olanlara da ver.
  • Bu saltanatı, kerem edip kime verir, kime bağışlarsan Süleyman odur, o da benim.
  • O benden sonra kimseye verme hükmüne dahil değildir; benimledir. Hattâ benimle ne demek? O kişi, davasız, nizasız benim” dedi.
  • Bunu anlatmak farzdır. Ama biz, yine karıkoca hikâyesine dönüyoruz. 2615
  • Arapla eşine ait hikâyenin sonu
  • Bir Muhlis’in (Çelebi Hüsameddin’in) gönlü, o karı ve koca hikâyesinin neticesini istemekte.
  • Karıkoca hikâyesi, bir masaldan ibaret. Fakat onu nefsinle aklının misali bil.
  • Bu kadınla erkek nefisle akıldır. İyi kişiye de mutlaka lâzımdır, kötü kişiye de.
  • Bu ikisi, toprak yurtta esir ve mahpusturlar. Gece gündüz savaşta macera içinde.
  • Kadın durmadan evin ihtiyaçlarını ister, evin şerefini, yani eve lâzım olan ekmeği, yüceliği, hürmeti diler durur. 2620
  • Nefis, kadın gibi her işe bir çare bulmak üzere gâh toprağa döşenir, tevazu gösterir; gâh ululuk diler, yücelir.
  • Aklınsa, bu düşüncelerden zaten haberi yoktur. Fikrinde Tanrı gamından başka bir şey yoktur.
  • Hikâyenin içyüzü, bu tane ve tuzaktır, nefisle akıl arasındaki maceradır, fakat sen dış yüzünün tamamını dinle.
  • Eğer yalnız mânaya ait anlatış kifayet etseydi âlem halkı, tamamı ile işten güçten kalır, âlemin nizamı bozulur giderdi.
  • Sevgi, düşünce ve mânadan ibaret olsaydı senin oruç ve namazının zâhiri suretleri de kalmaz, yok olurdu. 2625
  • Dostların birbirine armağan sunmaları, dostluğa nazaran ancak görünüşe ait şeylerdir.
  • Fakat bu suretle o armağanlar, gönüllerde gizli bulunan sevgilere şahadet eder.
  • Çünkü, ey ulu kişi, zâhiri iyilikler gizli sevgilere şahittir.
  • Şahidin de bazen doğrucu, bazen yalancı olur. Sarhoş, bazen şaraptan olur, bazen de ayrandan!
  • Ayran içen de kendisini sarhoş gösterebilir. Gürültü eder, sarhoş görünür. 2630
  • O murai de, kendisini muhabbet sarhoşu sansınlar diye oruçlu görünür, namaz kılar.
  • Surete ait işlerden meydana gelen şey bambaşkadır. Fakat gönülde gizli olan şeye alâmettir.
  • Ya Rabbi, duamızı kabul et, bize bu temyizi ver de o eğri, yalancı alâmeti,doğrusundan ayırt edelim.
  • Hiç, bu temyize nasıl malik olur? Tanrı nuru ile bakar, görürse o zaman bu temyizi elde eder.
  • Eser olmasa bile sebep onu meydana çıkarır. Akrabalık gibi...Akrabalık sevgiyi bildirir. 2635
  • Fakat imam ve muktedası Tanrı nuru olan kişi, ne eserlere kul olur ne sebeplere.
  • Sevgi gönülde şûlelendikçe büyür, nihayet sevgi sahibi, eserden kurtulur.
  • Sevgisini bildirmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü sevgi nurunu bütün kâinata yaymıştır.
  • Bu sözün tamamlanması için hayli tafsilât var ama sen ara.
  • Gerçi mâna, bu suretten zâhir olmaktadır ama bir cihetten mânaya yakındır, bir bakımdan mânaya uzak! 2640
  • Delâlet hususunda mâna ile suret, su ile ağaç gibidir. Mahiyetlerine bakarsan birbirlerinden tamamı ile uzaktırlar.
  • Sen mahiyetleri de bırak, hasasları da. O iki rızık arayan karıkocanın ahvalini anlat.
  • O Arabın, karısının dileğine uyması ve “ Bu inkıyatta bir hilem var, ne de imtihan yoluyla yapıyorum “ diye yemin etmesi
  • Arap dedi ki: “Ayrılıktan vazgeçtim. Hüküm senin… Kılıcı kından çek, emret.
  • Ne dersen ben sana tâbiim; emrin, ister iyi olsun, ister kötü... ona bakmam.
  • Senin uğruna feda olayım; çünkü seni seviyorum. Sevgi; insanı kör eder, sağır yapar.” 2645
  • Kadın “Sahiden beni seviyor musun, yoksa hile ile sırrımı öğrenmek mi istiyorsun?” dedi.
  • Erkek dedi ki: “Gizli sırları bilen ve Âdem Safi’yi yaratan Tanrı hakkı için (Seni seviyorum).
  • Tanrı, Âdem’e üç arşın bir boy verdiği halde ruhlarda, levhlerde ne varsa hepsini gösterdi.
  • Tanrı, ona ezelden ebede kadar ne varsa ve ne olacaksa, önceden ve “Allemelesmâ” sından ders verdi, öğretti.