English    Türkçe    فارسی   

1
262-311

  • Onun bu kıyasından halk gülmeye başladı. Çünkü dudu, hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.
  • از قیاسش خنده آمد خلق را ** کو چو خود پنداشت صاحب دلق را
  • Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şîr, (süt manasına gelen) şîre benzer.
  • کار پاکان را قیاس از خود مگیر ** گر چه ماند در نبشتن شیر و شیر
  • Bütün âlem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı Abdallarından az kişi agâh oldu.
  • جمله عالم زین سبب گمراه شد ** کم کسی ز ابدال حق آگاه شد
  • Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velîleri de kendileri gibi sandılar. 265
  • همسری با انبیا برداشتند ** اولیا را همچو خود پنداشتند
  • Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da.
  • گفته اینک ما بشر ایشان بشر ** ما و ایشان بسته‌‌ی خوابیم و خور
  • “Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler.
  • این ندانستند ایشان از عمی ** هست فرقی در میان بی‌‌منتها
  • Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.
  • هر دو گون زنبور خوردند از محل ** لیک شد ز ان نیش و زین دیگر عسل‌‌
  • Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.
  • هر دو گون آهو گیا خوردند و آب ** زین یکی سرگین شد و ز ان مشک ناب‌‌
  • Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu. 270
  • هر دو نی خوردند از یک آب خور ** این یکی خالی و آن پر از شکر
  • Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör!
  • صد هزاران این چنین اشباه بین ** فرقشان هفتاد ساله راه بین‌‌
  • Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Tanrı nuru olur.
  • این خورد گردد پلیدی زو جدا ** آن خورد گردد همه نور خدا
  • Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı’nın nuru husule gelir.
  • این خورد زاید همه بخل و حسد ** و آن خورد زاید همه نور احد
  • Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar!
  • این زمین پاک و ان شوره ست و بد ** این فرشته‌‌ی پاک و ان دیو است و دد
  • Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır. 275
  • هر دو صورت گر بهم ماند رواست ** آب تلخ و آب شیرین را صفاست‌‌
  • Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar.
  • جز که صاحب ذوق کی شناسد بیاب ** او شناسد آب خوش از شوره آب‌‌
  • (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.
  • سحر را با معجزه کرده قیاس ** هر دو را بر مکر پندارد اساس‌‌
  • Mûsâ ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asâsı gibi asâ aldılar.
  • ساحران موسی از استیزه را ** بر گرفته چون عصای او عصا
  • Bu asâ ile o asâ arasında çok fark var, bu işle o işin arasında pek büyük bir yol var.
  • زین عصا تا آن عصا فرقی است ژرف ** زین عمل تا آن عمل راهی شگرف‌‌
  • Bu işin ardında Tanrı lâneti var, o işe karşılık da vade vefa olarak Tanrı rahmeti var. 280
  • لعنة الله این عمل را در قفا ** رحمه الله آن عمل را در وفا
  • Kâfirler inatlaşmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir afettir.
  • کافران اندر مری بوزینه طبع ** آفتی آمد درون سینه طبع‌‌
  • İnsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördüğünü yapıp durur.
  • هر چه مردم می‌‌کند بوزینه هم ** آن کند کز مرد بیند دم‌‌به‌‌دم‌‌
  • O, “Bende onun gibi yaptım” sanır. O inatçı mahlûk aradaki farkı nereden bilecek?
  • او گمان برده که من کژدم چو او ** فرق را کی داند آن استیزه رو
  • Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savaş için. İnatçı kişilerin başlarına toprak saç!
  • این کند از امر و او بهر ستیز ** بر سر استیزه رویان خاک ریز
  • O münafık; muvafıkla beraber, inat ve taklide uyup namaza durur; niyaz ve tazarru için değil. 285
  • آن منافق با موافق در نماز ** از پی استیزه آید نی نیاز
  • Müminler; namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafıkla kazanıp kaybetmektedirler.
  • در نماز و روزه و حج و زکات ** با منافق مومنان در برد و مات‌‌
  • Müminler için nihayet kazanç vardır, münafığa da ahirette mat olma.
  • مومنان را برد باشد عاقبت ** بر منافق مات اندر آخرت‌‌
  • İkisi de bir oyun başındaysa da birbirlerine nispetle aralarında ne kadar fark var; biri Merv’li öbürü Rey’li!
  • گر چه هر دو بر سر یک بازی‌‌اند ** هر دو با هم مروزی و رازی‌‌اند
  • Her biri, kendi makamına gider, her biri kendi adına uygun olarak yürür.
  • هر یکی سوی مقام خود رود ** هر یکی بر وفق نام خود رود
  • Onu mümin diye çağırırlar, ruhu hoşlanır. Münafık derlerse sertleşir, ateş kesilir. 290
  • مومنش خوانند جانش خوش شود ** ور منافق تیز و پر آتش شود
  • Onun adı, zatı yüzünden sevgilidir. Bunun adının sevilmemesi, afetleri yüzünden, nifakla sıfatlanmış olan zatından dolayıdır.
  • نام او محبوب از ذات وی است ** نام این مبغوض از آفات وی است‌‌
  • Mim, vav, mim ve nun harflerinde bir yücelik yoktur. Mümin sözü ancak tarif içindir.
  • میم و واو و میم و نون تشریف نیست ** لفظ مومن جز پی تعریف نیست‌‌
  • Ona münafık dersen... o aşağılık ad, içini akrep gibi dağlar.
  • گر منافق خوانی‌‌اش این نام دون ** همچو کژدم می‌‌خلد در اندرون‌‌
  • Bu ad, cehennemden ayrılmış ve kopmuş değilse niçin cehennem tadı var?
  • گرنه این نام اشتقاق دوزخ است ** پس چرا در وی مذاق دوزخ است‌‌
  • O kötü adın çirkinliği harften değildir. O deniz suyunun acılığı “kab” dan değildir. 295
  • زشتی آن نام بد از حرف نیست ** تلخی آن آب بحر از ظرف نیست‌‌
  • Harf kaptır, ondaki mana su gibidir. Mana denizi de “Ümm-ül-Kitap” yanında bulunan, kendisinde olan zattır.
  • حرف ظرف آمد در او معنی چو آب ** بحر معنی عنده أم الکتاب‌‌
  • Dünyada acı ve tatlı deniz var. Aralarında bir perde var ki birbirine taşmaz karışmazlar.
  • بحر تلخ و بحر شیرین در جهان ** در میانشان برزخ لا یبغیان‌‌
  • Fakat şu var ki bu iki denizin her ikisi de bir asıldan akar. Bu ikisinden de geç, tâ onun aslına kadar yürü!
  • وانگه این هر دو ز یک اصلی روان ** بر گذر زین هر دو رو تا اصل آن‌‌
  • Kalp altınla halis altın ayarda belli olur. Kalpla halisi, mehenge vurmadıkça tahminî olarak bilemezsin.
  • زر قلب و زر نیکو در عیار ** بی‌‌محک هرگز ندانی ز اعتبار
  • Tanrı kimin ruhuna mehenk korsa ancak o kişi, yakini şüpheden ayırt edebilir. 300
  • هر که را در جان خدا بنهد محک ** هر یقین را باز داند او ز شک‌‌
  • Diri bir kişinin ağzına bir sıçrayıp girse o adam, onu dışarı çıkarıp attığı zaman rahatlaşır.
  • در دهان زنده خاشاکی جهد ** آن گه آرامد که بیرونش نهد
  • Binlerce lokma arasında ağzına ufacık bir çöp girdi mi, diri kişinin hissi onu duyar, sezer.
  • در هزاران لقمه یک خاشاک خرد ** چون در آمد حس زنده پی ببرد
  • Dünya hissi, bu cihanın merdivenidir, din hisside göklerin merdiveni.
  • حس دنیا نردبان این جهان ** حس دینی نردبان آسمان‌‌
  • Bu hissin sağlığını hekimden isteyiniz, o hissin sağlığını Habib’den (Hz. Muhammed’den) .
  • صحت این حس بجویید از طبیب ** صحت آن حس بخواهید از حبیب‌‌
  • Bu hissin sağlığı, vücut sağlamlığındandır, o hissin sağlığı vücudu harap etmektedir. 305
  • صحت این حس ز معموری تن ** صحت آن حس ز تخریب بدن‌‌
  • Can yolu, mutlaka cismi viran eder, onu yıktıktan sonra da yapar.
  • راه جان مر جسم را ویران کند ** بعد از آن ویرانی آبادان کند
  • Altın definesi için evi harap etmiştir; fakat o altın definesini elde ettikten sonra o evi daha mamur bir hale getirmiştir.
  • کرد ویران خانه بهر گنج زر ** وز همان گنجش کند معمورتر
  • Suyu kesmiş, suyun aktığı yolu temizlemiş, ondan sonra arka içilecek su akıtmıştır.
  • آب را ببرید و جو را پاک کرد ** بعد از آن در جو روان کرد آب خورد
  • Deriyi yarmış, termeni çıkarmış... Ondan sonra orada yepyeni bir deri bitmiştir.
  • پوست را بشکافت و پیکان را کشید ** پوست تازه بعد از آتش بردمید
  • Kaleyi yıkıp kâfirden almış, ondan sonra oraya yüzlerce burç ve hendek yapmıştır. 310
  • قلعه ویران کرد و از کافر ستد ** بعد از آن بر ساختش صد برج و سد
  • Hikmetinden sual edilmeyen Tanrı’nın işini kim anlayabilir, o işin hakikatine kim erişebilir? Bu söylediğim sözler, ancak anlatmak için söylenmiş zaruri sözlerdir.
  • کار بی‌‌چون را که کیفیت نهد ** این که گفتم هم ضرورت می‌‌دهد