Bundan dolayı Hak “Vedduhâ” sûresinde “ Ey Muhammed, yoksula bağırma” buyurdu.
پس از این فرمود حق در و الضحی ** بانگ کم زن ای محمد بر گدا
Mademki yoksul, cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağızdan çıkan nefes aynayı buğulandırır.
چون گدا آیینهی جود است هان ** دم بود بر روی آیینه زیان
Tanrı’nın bir çeşit cömertliği, yoksulları meydana çıkarır, bir başka cömertliği de onlara bol bol ihsanda bulunur.
آن یکی جودش گدا آرد پدید ** و آن دگر بخشد گدایان را مزید
Şu halde yoksullar, Tanrı cömertliği aynalarıdır. Hak ile Hak olan ve varlıktan tamamı ile geçen hakikî yoksullarsa mutlak nur olmuşlardır.2750
پس گدایان آیت جود حقاند ** و آن که با حقند جود مطلقاند
Bu iki çeşit yoksuldan başkaları (yani varlığı olmayanlarla varlıktan geçenlerden başkaları) esasen ölüdür. Bu çeşit adam bu kapıda değildir, perdedeki, nakıştan, suretten ibarettir.
و آن که جز این دوست او خود مردهای است ** او بر این در نیست نقش پردهای است
Tanrı’ya muhtaç ve susamış kişiyle Tanrı’ya ait bir şeye sahip olmayan ve ondan başkasını dileyen kişi arasındaki fark
فرق میان آن که درویش است به خدا و تشنهی خدا و میان آن که درویش است از خدا و تشنهی غیر است
O kişi, yoksulun resmidir, canı yoktur, ekmek yemez. Köpek resmine kemik atma.
نقش درویش است او نی اهل نان ** نقش سگ را تو مینداز استخوان
O, Tanrı fakiri değil, lokma fakiridir. Ölü resmin önüne yemek tabağını koyma.
فقر لقمه دارد او نی فقر حق ** پیش نقش مردهای کم نه طبق
Ekmek yoksulu, karada balıktır. Şekli balık şeklidir ama denizden ürküp kaçar.
ماهی خاکی بود درویش نان ** شکل ماهی لیک از دریا رمان
O evde beslenen kuştur, havada uçan Sîmurg değil. Nefis şeyler yiyip içer, gıdası Hak’tan değildir.2755
مرغ خانه ست او نه سیمرغ هوا ** لوت نوشد او ننوشد از خدا
Yemek, içmek için Tanrı âşığıdır; canı güzelliğe âşık değildir.
عاشق حق است او بهر نوال ** نیست جانش عاشق حسن و جمال
Tanrının zatına âşık olduğunu vehmetse bile sevdiği zat değildir; vehmi, esma ve sıfâtın verdiği vehimdir.
گر توهم میکند او عشق ذات ** ذات نبود وهم اسما و صفات
Vehim; vasıflardan, hadlerden doğar. Hak ise doğmamıştır, doğurmaz.
وهم مخلوق است و مولود آمده ست ** حق نزاییده ست او لم یولد است
Kendi tasvir ettiği şeye, kendi vehmine aşık olan kişi, nereden nimet ve ihsan sahibi Tanrı âşıklarından olacak?
عاشق تصویر و وهم خویشتن ** کی بود از عاشقان ذو المنن
O vehme âşık olan, doğrucuysa mecazi sevgisi, kendisini nihayet hakikate çeker, götürür.2760
عاشق آن وهم اگر صادق بود ** آن مجاز او حقیقت کش شود
Bu sözü iyice anlatmak, açmak lâzım; fakat eski düşüncelilerden, onların köhne anlayışlarından korkuyorum.
شرح میخواهد بیان این سخن ** لیک میترسم ز افهام کهن
Kısa görüşlü köhne anlayışlar, fikre yüz türlü kötü hayaller getirirler.
فهمهای کهنهی کوته نظر ** صد خیال بد در آرد در فکر
Herkesin doğru işitmeye kudreti yoktur. Her kuşcağız, bir inciri bütün olarak yutamaz.
بر سماع راست هر کس چیر نیست ** لقمهی هر مرغکی انجیر نیست
Hele ölmüş, çürümüş, hayallere dalmış kör bir kuş olursa...
خاصه مرغی مردهای پوسیدهای ** پر خیالی اعمیی بیدیدهای
Balık resmine ister deniz olmuş, ister toprak. Kara yüzlüye ha sabun, ha kara boya!2765
نقش ماهی را چه دریا و چه خاک ** رنگ هندو را چه صابون و چه زاک
Kâğıda gamlı bir adam resmi yaparsan o resmin ne gamla alışverişi vardır, ne neşeyle.
نقش اگر غمگین نگاری بر ورق ** او ندارد از غم و شادی سبق
Resim, görünüşte gamlıdır ama, kendisi gamla alâkasızdır. Görünüşte gülen bir resmin de neşeyle münasebeti yoktur.
صورتش غمگین و او فارغ از آن ** صورتش خندان و او ز آن بینشان
Gönülde bir haletten başka bir şey olmayan bu dünya gamı bu dünya neşesi; hakiki neşeye hakiki gama nispetle resimden ibarettir.
وین غم و شادی که اندر دل خفی است ** پیش آن شادی و غم جز نقش نیست
Resmin mütebessim bir surette olması senin içindir ki, o resim sayesinde mânanın doğrulur.
صورت خندان نقش از بهر تست ** تا از آن صورت شود معنی درست
Bu hamamlardaki resimler camekânın dışından bakılırsa elbiseler gibidir; cansız, hareketsiz durup durmaktadırlar.2770
نقشهایی کاندر این حمامهاست ** از برون جامه کن چون جامهاست
Sen, ancak dışardan elbiseleri görürsün. Elbiseni çıkar, soyun da bir içeriye gir arkadaş!
تا برونی جامهها بینی و بس ** جامه بیرون کن در آ ای هم نفس
Çünkü elbiseyle içeriye yol yoktur. Ten elbiseden, elbise de tenden haberdar değildir.
ز آن که با جامه درون سو راه نیست ** تن ز جان جامه ز تن آگاه نیست
Halife adamlarının bedeviyi ağırlamak üzere karşılamaları ve armağanını kabul etmeleri
پیش آمدن نقیبان و دربانان خلیفه از بهر اکرام اعرابی و پذیرفتن هدیهی او را
O bedevi Arap uzak çöllerden Hilâfet Şehrinin kapısına vardı.
آن عرابی از بیابان بعید ** بر در دار الخلافه چون رسید
Kapıcılar, bedeviyi karşılayıp üstüne lûtuf gülsuyunu serptiler.
پس نقیبان پیش او باز آمدند ** بس گلاب لطف بر جیبش زدند
Bedevi söylemeden ihtiyacını, dileğini anladılar. Zaten onların işi istetmeden ihsan etmekti.2775
حاجت او فهمشان شد بیمقال ** کار ایشان بد عطا پیش از سؤال
Ona “Ey Arab’ın en asili, en yücesi! Hangi diyardansın, yolla, yol yorgunluğuyla nasılsın?” dediler.
پس بدو گفتند یا وجه العرب ** از کجایی چونی از راه و تعب
Bedevi dedi ki: “Eğer bana yüz verirseniz asîlim, yüceyim. Fakat ardınıza atar mühimsemezseniz ne asaletim var ne yüzüm!
گفت وجهم گر مرا وجهی دهید ** بیوجوهم چون پس پشتم نهید
Ey yüzlerinde ululuk nişanesi olanlar, ey şevketleri Câferi altından daha hoş kişiler!
ای که در روتان نشان مهتری ** فرتان خوشتر ز زر جعفری
Sizi bir kerecik görmek, sizinle bir kerecik buluşmak, yüzlerce kişileri görmeye, yüzlerce güzellerle buluşmaya bedeldir. Sizi görmek için mal, mülk, servet... hepsi feda olsun!
ای که یک دیدارتان دیدارها ** ای نثار دینتان دینارها
Ey Tanrı nuruyla bakanlar, bu dereceye erişmiş olanlar, padişahlar padişahının ahlâkıyla ahlâklanmış kişiler!2780
ای همه ینظر بنور الله شده ** از بر حق بهر بخشش آمده
Kimya gibi olan bakışı nızla bakıra benzer insanlara bakar, onları altın haline getirirsiniz.
تا زنید آن کیمیاهای نظر ** بر سر مسهای اشخاص بشر
Ben garibim, padişahın lûtfunu umarak çöllerden geldim.
من غریبم از بیابان آمدم ** بر امید لطف سلطان آمدم
Onun lûtfunun kokusu çölleri tuttu, kum zerrelerini kapladı, o zerreler bile lûtfiyle canlandı.
بوی لطف او بیابانها گرفت ** ذرههای ریگ هم جانها گرفت
Buralara kadar paraya kavuşmak için gelmiştim, fakat ulaşınca sizin yüzünüzden sarhoş oldum.
تا بدین جا بهر دینار آمدم ** چون رسیدم مست دیدار آمدم
Birisi, ekmek almak için ekmekçi dükkânına koştu, fakat ekmekçinin güzelliğini görünce canını verdi.2785
بهر نان شخصی سوی نانوا دوید ** داد جان چون حسن نانوا را بدید
Birisi, gezip eğlenmek üzere gül bahçesine gitti, bahçıvanın yüzü teferrüç yeri oldu.
بهر فرجه شد یکی تا گلستان ** فرجهی او شد جمال باغبان
Kuyudan su çekerken Yusuf’un yüzünden âbıhayat içen bedevi gibi...
همچو اعرابی که آب از چه کشید ** آب حیوان از رخ یوسف چشید
Mûsâ ateş elde etmek için gitti, öyle bir ateş gördü ki ateşten vazgeçti.
رفت موسی کاتش آرد او به دست ** آتشی دید او که از آتش برست
İsa düşmanlardan kurtulmak için kaçtı. O kaçış, onu dördüncü kat göğe kadar çıkardı.
جست عیسی تا رهد از دشمنان ** بردش آن جستن به چارم آسمان
Buğday başağı, Âdemin tuzağı oldu da bu suretle varlığı, insanlara başak oldu; bütün insanlar ondan var oldu.2790
دام آدم خوشهی گندم شده ** تا وجودش خوشهی مردم شده
Doğan kuşu, karnını doyurmak üzere tuzağa tutulur, fakat bu yüzden devlet ve kuvvet bulur, padişahın kolu, durağı olur.
باز آید سوی دام از بهر خور ** ساعد شه یابد و اقبال و فر
Çocuk, babası lûtfedecek, kendisine kuş alacak ümidiyle, fakat hakikatte hüner sahibi olmak için mektebe gider.
طفل شد مکتب پی کسب هنر ** بر امید مرغ با لطف پدر
Mektepten çıkınca yücelir, en yüksek mevkiye sahip olur. Hocaya aylık verirken âlemi aydınlatan bir bedir haline gelir.
پس ز مکتب آن یکی صدری شده ** ماهگانه داده و بدری شده
Abbas, kin güderek eski dinin öcünü almak ve Ahmed’i ortadan kaldırmak üzere harp etmeye gelmişti.
آمده عباس حرب از بهر کین ** بهر قمع احمد و استیز دین
Öyle olduğu halde o ve evlâtları, hilâfet makamında kıyamete dek dine arka oldular, o makama şeref verdiler.2795
گشته دین را تا قیامت پشت و رو ** در خلافت او و فرزندان او
Ben, bu kapıya bir şey dilemek için geldim; daha dehlizde baş köşe oldum, yüceldim.
من بر این در طالب چیز آمدم ** صدر گشتم چون به دهلیز آمدم