Çünkü elbiseyle içeriye yol yoktur. Ten elbiseden, elbise de tenden haberdar değildir.
ز آن که با جامه درون سو راه نیست ** تن ز جان جامه ز تن آگاه نیست
Halife adamlarının bedeviyi ağırlamak üzere karşılamaları ve armağanını kabul etmeleri
پیش آمدن نقیبان و دربانان خلیفه از بهر اکرام اعرابی و پذیرفتن هدیهی او را
O bedevi Arap uzak çöllerden Hilâfet Şehrinin kapısına vardı.
آن عرابی از بیابان بعید ** بر در دار الخلافه چون رسید
Kapıcılar, bedeviyi karşılayıp üstüne lûtuf gülsuyunu serptiler.
پس نقیبان پیش او باز آمدند ** بس گلاب لطف بر جیبش زدند
Bedevi söylemeden ihtiyacını, dileğini anladılar. Zaten onların işi istetmeden ihsan etmekti.2775
حاجت او فهمشان شد بیمقال ** کار ایشان بد عطا پیش از سؤال
Ona “Ey Arab’ın en asili, en yücesi! Hangi diyardansın, yolla, yol yorgunluğuyla nasılsın?” dediler.
پس بدو گفتند یا وجه العرب ** از کجایی چونی از راه و تعب
Bedevi dedi ki: “Eğer bana yüz verirseniz asîlim, yüceyim. Fakat ardınıza atar mühimsemezseniz ne asaletim var ne yüzüm!
گفت وجهم گر مرا وجهی دهید ** بیوجوهم چون پس پشتم نهید
Ey yüzlerinde ululuk nişanesi olanlar, ey şevketleri Câferi altından daha hoş kişiler!
ای که در روتان نشان مهتری ** فرتان خوشتر ز زر جعفری
Sizi bir kerecik görmek, sizinle bir kerecik buluşmak, yüzlerce kişileri görmeye, yüzlerce güzellerle buluşmaya bedeldir. Sizi görmek için mal, mülk, servet... hepsi feda olsun!
ای که یک دیدارتان دیدارها ** ای نثار دینتان دینارها
Ey Tanrı nuruyla bakanlar, bu dereceye erişmiş olanlar, padişahlar padişahının ahlâkıyla ahlâklanmış kişiler!2780
ای همه ینظر بنور الله شده ** از بر حق بهر بخشش آمده
Kimya gibi olan bakışı nızla bakıra benzer insanlara bakar, onları altın haline getirirsiniz.
تا زنید آن کیمیاهای نظر ** بر سر مسهای اشخاص بشر
Ben garibim, padişahın lûtfunu umarak çöllerden geldim.
من غریبم از بیابان آمدم ** بر امید لطف سلطان آمدم
Onun lûtfunun kokusu çölleri tuttu, kum zerrelerini kapladı, o zerreler bile lûtfiyle canlandı.
بوی لطف او بیابانها گرفت ** ذرههای ریگ هم جانها گرفت
Buralara kadar paraya kavuşmak için gelmiştim, fakat ulaşınca sizin yüzünüzden sarhoş oldum.
تا بدین جا بهر دینار آمدم ** چون رسیدم مست دیدار آمدم
Birisi, ekmek almak için ekmekçi dükkânına koştu, fakat ekmekçinin güzelliğini görünce canını verdi.2785
بهر نان شخصی سوی نانوا دوید ** داد جان چون حسن نانوا را بدید
Birisi, gezip eğlenmek üzere gül bahçesine gitti, bahçıvanın yüzü teferrüç yeri oldu.
بهر فرجه شد یکی تا گلستان ** فرجهی او شد جمال باغبان
Kuyudan su çekerken Yusuf’un yüzünden âbıhayat içen bedevi gibi...
همچو اعرابی که آب از چه کشید ** آب حیوان از رخ یوسف چشید
Mûsâ ateş elde etmek için gitti, öyle bir ateş gördü ki ateşten vazgeçti.
رفت موسی کاتش آرد او به دست ** آتشی دید او که از آتش برست
İsa düşmanlardan kurtulmak için kaçtı. O kaçış, onu dördüncü kat göğe kadar çıkardı.
جست عیسی تا رهد از دشمنان ** بردش آن جستن به چارم آسمان
Buğday başağı, Âdemin tuzağı oldu da bu suretle varlığı, insanlara başak oldu; bütün insanlar ondan var oldu.2790
دام آدم خوشهی گندم شده ** تا وجودش خوشهی مردم شده
Doğan kuşu, karnını doyurmak üzere tuzağa tutulur, fakat bu yüzden devlet ve kuvvet bulur, padişahın kolu, durağı olur.
باز آید سوی دام از بهر خور ** ساعد شه یابد و اقبال و فر
Çocuk, babası lûtfedecek, kendisine kuş alacak ümidiyle, fakat hakikatte hüner sahibi olmak için mektebe gider.
طفل شد مکتب پی کسب هنر ** بر امید مرغ با لطف پدر
Mektepten çıkınca yücelir, en yüksek mevkiye sahip olur. Hocaya aylık verirken âlemi aydınlatan bir bedir haline gelir.
پس ز مکتب آن یکی صدری شده ** ماهگانه داده و بدری شده
Abbas, kin güderek eski dinin öcünü almak ve Ahmed’i ortadan kaldırmak üzere harp etmeye gelmişti.
آمده عباس حرب از بهر کین ** بهر قمع احمد و استیز دین
Öyle olduğu halde o ve evlâtları, hilâfet makamında kıyamete dek dine arka oldular, o makama şeref verdiler.2795
گشته دین را تا قیامت پشت و رو ** در خلافت او و فرزندان او
Ben, bu kapıya bir şey dilemek için geldim; daha dehlizde baş köşe oldum, yüceldim.
من بر این در طالب چیز آمدم ** صدر گشتم چون به دهلیز آمدم
Ekmek ümidiyle armağan olarak su getirdim; ekmek kokusu, beni ta cennetin baş köşesine kadar çekti, götürdü.
آب آوردم به تحفه بهر نان ** بوی نانم برد تا صدر جنان
Ekmek, bir Âdem’i cennetten sürdürdü; beni ise cennetliklerle kaynaştırdı.
نان برون راند آدمی را از بهشت ** نان مرا اندر بهشتی در سرشت
Melek gibi sudan da vazgeçtim, ekmekten de. Bu kapıda gök gibi ihtiyarsız dönmekteyim.
رستم از آب و ز نان همچون ملک ** بیغرض گردم بر این در چون فلک
Âşıklarının cisimlerinin, âşıkların canlarının dönmesinden başka dünyada garezsiz bir dönüş yoktur. Her şey bir maksatla hareket eder, her şey bir maksatla dönüp dolaşır.”2800
بیغرض نبود به گردش در جهان ** غیر جسم و غیر جان عاشقان
Dünyaya âşık olan kişi, üstüne güneş vurmuş bir duvara âşık olur. Bu parlaklığın, bu ziyanın duvardan olmayıp güneşten olduğunu anlamak için hiç zihnini yormamış ve gönlünü tamamıyla duvara vermiş olan kişiye benzer; güneşin ziyası, güneşe kavuşunca ebediyen mahrum kalır. Ve hîle heynehüm ve beyne mâ yeştehûn
در بیان آن که عاشق دنیا بر مثال عاشق دیواری است که بر او تاب آفتاب زند و جهد و جهاد نکرد تا فهم کند که آن تاب و رونق از دیوار نیست از قرص آفتاب است در آسمان چهارم لاجرم کلی دل بر دیوار نهاد چون پرتو آفتاب به آفتاب پیوست او محروم ماند ابدا و حیل بينهم و بين ما يشتهون
Kül âşığı olanlar, bu cüz’e müştak olmazlar, Cüz’e müştak olan, külden mahrum kalır.
عاشقان کل نه این عشاق جزو ** ماند از کل آن که شد مشتاق جزو
چون که جزوی عاشق جزوی شود ** زود معشوقش به کل خود رود
Cüz’ü seven, maskaralaştı, başkalarına kul oldu. Denize düştü, boğulmak üzere; eline geçen ota yapışmakta.
ریش گاو بندهی غیر آمد او ** غرقه شد کف در ضعیفی در زد او
O zayıf mâşuk, hâkim değildir ki âşığın derdine derman olsun. Efendisinin işini mi görsün, kendi işini mi?
نیست حاکم تا کند تیمار او ** کار خواجهی خود کند یا کار او
Arapların atasözü: Zina edersen bari hür kadınla zina et (halayıkla değil), çalarsan bari inci çal
مثل عرب إذا زنیت فازن بالحرة و إذا سرقت فاسرق الدرة
“Zina edersen hür kadınla et” sözü bu yüzden atasözü olup kaldı. ”Çalacaksan inci çal” sözü de neye meyledeceksen en iyisine meylet mânasına geldi.2805
فازن بالحرة پی این شد مثل ** فاسرق الدرة بدین شد منتقل
Kul yani mâşuk; efendisinin, Tanrı’sının yanına gitti. Âşık ağlayıp inler bir halde kaldı. Gül kokusu, güle gitti; o, hor hakir kala kaldı.
بنده سوی خواجه شد او ماند زار ** بوی گل شد سوی گل او ماند خار
Dileğinden uzaklaştı... Çalışması zayi oldu. Çektiği eziyet hiçe gitti, ayağı yaralandı.
او بمانده دور از مطلوب خویش ** سعی ضایع رنج باطل پای ریش
Gölge avlayan avcıya benzedi. Hiç gölge ona sermaye olur mu?
همچو صیادی که گیرد سایهای ** سایه کی گردد و را سرمایهای
Adam kuşun gölgesini sımsıkı tutmuş. Kuş da ağacın dalında ona şaşmakta ve.”
سایهی مرغی گرفته مرد سخت ** مرغ حیران گشته بر شاخ درخت
Bu akılsız adam neye seviniyor?” demekte... İşte sana bâtıl, işte sana çürümüş sebep!2810
کاین مدمغ بر که میخندد عجب ** اینت باطل اینت پوسیده سبب
Eğer cüzü külle muttasıldır, ayrılmaz dersen diken ye, gül isteme. Diken de gülden ayrılmaz.
ور تو گویی جزو پیوستهی کل است ** خار میخور خار مقرون گل است
Cüz’ü kül’e ancak bir yüzden bağlıdır. Yoksa Tanrı’nın peygamberleri göndermesi abes olurdu.
جز ز یک رو نیست پیوسته به کل ** ور نه خود باطل بدی بعث رسل
Çünkü peygamberler, kulları Tanrı’ya ulaştırmak için gelmişlerdir. Herkes bir tenden ibaretse, Tanrı ile kul, kül ile cüz ise birbirine bağlıdır; kimi kime ulaştırırlar?
چون رسولان از پی پیوستناند ** پس چه پیوندندشان چون یک تناند
Oğul bu sözün sonu yoktur. Gün sona erdi, hikâyeyi tamamla!
این سخن پایان ندارد ای غلام ** روز بیگه شد حکایت کن تمام
Arabın, su testisini halifenin kullarına vermesi
سپردن عرب هدیه را یعنی سبو را به غلامان خلیفه
Su testisini sunup tapuya hizmet ve tâzim tohumunu ekti.2815
آن سبوی آب را در پیش داشت ** تخم خدمت را در آن حضرت بکاشت
Dedi ki:” Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murat isteyeni ihtiyaçtan kurtarın!
گفت این هدیه بدان سلطان برید ** سایل شه را ز حاجت واخرید