English    Türkçe    فارسی   

1
2795-2844

  • Öyle olduğu halde o ve evlâtları, hilâfet makamında kıyamete dek dine arka oldular, o makama şeref verdiler. 2795
  • Ben, bu kapıya bir şey dilemek için geldim; daha dehlizde baş köşe oldum, yüceldim.
  • Ekmek ümidiyle armağan olarak su getirdim; ekmek kokusu, beni ta cennetin baş köşesine kadar çekti, götürdü.
  • Ekmek, bir Âdem’i cennetten sürdürdü; beni ise cennetliklerle kaynaştırdı.
  • Melek gibi sudan da vazgeçtim, ekmekten de. Bu kapıda gök gibi ihtiyarsız dönmekteyim.
  • Âşıklarının cisimlerinin, âşıkların canlarının dönmesinden başka dünyada garezsiz bir dönüş yoktur. Her şey bir maksatla hareket eder, her şey bir maksatla dönüp dolaşır.” 2800
  • Dünyaya âşık olan kişi, üstüne güneş vurmuş bir duvara âşık olur. Bu parlaklığın, bu ziyanın duvardan olmayıp güneşten olduğunu anlamak için hiç zihnini yormamış ve gönlünü tamamıyla duvara vermiş olan kişiye benzer; güneşin ziyası, güneşe kavuşunca ebediyen mahrum kalır. Ve hîle heynehüm ve beyne mâ yeştehûn
  • Kül âşığı olanlar, bu cüz’e müştak olmazlar, Cüz’e müştak olan, külden mahrum kalır.
  • Cüzü, cüze âşık olunca mâşuku, çabucak küllüne gider, âşık ayrılığa düşer.
  • Cüz’ü seven, maskaralaştı, başkalarına kul oldu. Denize düştü, boğulmak üzere; eline geçen ota yapışmakta.
  • O zayıf mâşuk, hâkim değildir ki âşığın derdine derman olsun. Efendisinin işini mi görsün, kendi işini mi?
  • Arapların atasözü: Zina edersen bari hür kadınla zina et (halayıkla değil), çalarsan bari inci çal
  • “Zina edersen hür kadınla et” sözü bu yüzden atasözü olup kaldı. ”Çalacaksan inci çal” sözü de neye meyledeceksen en iyisine meylet mânasına geldi. 2805
  • Kul yani mâşuk; efendisinin, Tanrı’sının yanına gitti. Âşık ağlayıp inler bir halde kaldı. Gül kokusu, güle gitti; o, hor hakir kala kaldı.
  • Dileğinden uzaklaştı... Çalışması zayi oldu. Çektiği eziyet hiçe gitti, ayağı yaralandı.
  • Gölge avlayan avcıya benzedi. Hiç gölge ona sermaye olur mu?
  • Adam kuşun gölgesini sımsıkı tutmuş. Kuş da ağacın dalında ona şaşmakta ve.”
  • Bu akılsız adam neye seviniyor?” demekte... İşte sana bâtıl, işte sana çürümüş sebep! 2810
  • Eğer cüzü külle muttasıldır, ayrılmaz dersen diken ye, gül isteme. Diken de gülden ayrılmaz.
  • Cüz’ü kül’e ancak bir yüzden bağlıdır. Yoksa Tanrı’nın peygamberleri göndermesi abes olurdu.
  • Çünkü peygamberler, kulları Tanrı’ya ulaştırmak için gelmişlerdir. Herkes bir tenden ibaretse, Tanrı ile kul, kül ile cüz ise birbirine bağlıdır; kimi kime ulaştırırlar?
  • Oğul bu sözün sonu yoktur. Gün sona erdi, hikâyeyi tamamla!
  • Arabın, su testisini halifenin kullarına vermesi
  • Su testisini sunup tapuya hizmet ve tâzim tohumunu ekti. 2815
  • Dedi ki:” Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murat isteyeni ihtiyaçtan kurtarın!
  • Tatlı, lezzetli su...Yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testi de güzel, yepyeni.”
  • Padişah kullarının bu söze gülecekleri geldi. Fakat o armağanı can gibi kabul ettiler.
  • Çünkü basiret sahibi padişahın tabiatındaki lûtuf, bütün saray erkânına da sirayet etmişti.
  • Padişahların huyu halka da tesir eder. Yeşil gök, yeryüzünü de yeşertir. 2820
  • Padişah bir havuza benzer. Maiyetini de lüleler gibi bil. Su, göllere lülelerden akar.
  • Lülelerden akan suların hepsi, tertemiz bir havuzdan geldiği için her lüle, zevkli ve tatlı su akıtır.
  • Eğer havuzdaki su tuzlu ve pis olursa her lüleden aynı su akar.
  • Çünkü her lüle havuza muttasıldır. Sen bu sözün mânasına iyice dal, adamakıllı dikkat et, düşün!
  • Yurdu olmayan padişahlar padişahı can da, bak, bütün bedene nasıl tesir etmiştir. 2825
  • Tabiatı, soyu sopu hoş aklın lûtfu da, bak, bütün bedeni nasıl müeddep bir hale getiriyor.
  • Kararı, sükûnu olmayan şuh ve şen aşk da bütün bedeni nasıl cünuna sürüklüyor?
  • Kevser gibi olan deniz suyunun letafeti yüzünden dibindeki ateş parçalarının hemen hepsi inci ve mücevherdir.
  • Usta hangi hünerde tanınmışsa, hangi hünerle şöhret bulmuşsa çırağı da o hünerde ilerler ,o hünerde meşhur olur.
  • Usul ilmini bilen üstadın yanında zihni çevik, istidatlı talebe usul okur; 2830
  • Fakîh üstadın yanında da usul okumaz, fıkıh tahsil eder.
  • Nahiv üstadının talebesi nahiv üstadı olur.
  • Hakikat yolunda mahvolan üstadın talebesi ise üstadının sayesinde padişahta mahvolur, yokluğa erişir.
  • Ölüm günü bütün bu bilgiler içinde işe yarayan ve yol azığı olanı da yokluk bilgisidir.
  • Nahivciyle gemici hikâyesi
  • Bir nahiv âlimi, gemiye binmişti. O kendini beğenmiş âlim, yüzünü gemiciye dönüp, 2835
  • “Sen hiç nahiv okudun mu?” demişti. Gemici “hayır” deyince demişti ki : “Yarı ömrün hiçe gitti.”
  • Gemici bu söze kızdı, gönlü kırıldı. Fakat susup derhal cevap vermedi.
  • Derken rüzgâr gemiyi bir girdaba düşürdü. Gemici, o nahiv âlimine bağırdı:
  • “ Yüzmeyi bilir misin, söyle!” Nahivci “Bilmem bende yüzgeçlik arama”
  • Deyince “Nahiv âlimi, bütün ömrün hiçe gitti. Çünkü gemi bu girdapta batacak. 2840
  • İyi bil burada mahiv bilgisi lâzım, nahiv bilgisi değil. Eğer mahiv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal!
  • Deniz suyu, ölüyü başında taşır. Fakat denize düşen adam diri olursa nerede kurtulacak?
  • Sen de eğer beşeriyet vasıflarından öldünse hakikat sırları denizi, seni başının üstüne kor.
  • Ey âlim, sen halka eşek diyorsun ama şimdi sen, eşek gibi buz üstünde kalakaldın.